Dr. Mustafa KAHRAMAN

Konu:  Yeni kuşak totalitarizmi ve zulmü bilmiyor. 

Bulgaristan’da demokrasi artık ıhtı. 26 yaşında, gençlik ateşinin tam parlayacağı sırada,           çöktü oturdu. Demokrasinin yerleşeceği yer ya serin bir gölge ya da olsa olsa her sabah süpürülen meclis önüdür. Sofya’da meclis çevresi dört köşe pırıl pırıl sarı taş döşelidir. Demokrasimizin oturup soluklanmak için seçtiği yer hakikatten sarı kaldırımsa, son dönemde o meydan da artık yer yok, etraf polis doldu. Çeyrek asırda aşınan ökçe nalçalarının yenilenmesini istiyorlar.

10 Kasım 1989’da Bulgaristan’da Todor Jivkov iktidardan düşürülmüştü. O bir diktatördü. Halk meclisinin, bakanlar kurulu ve mahkemelerin yargı organlarının tüm imkân ve gücünü Komünist Partisi’nin elinde toplamış, vatandaşı birbirinin peşine takmış,  anayasaya ve yasalara uymadan idare ediyordu. Uyguladığı yönetim biçimi zulümdü. Kimin canı çıkarılacaksa gündüz belirliyor, gece basıyordu. Rejiminin dayanağı, polis ve ordu gücüyle ayakta duran baskı ve terördü. Bu zalim uygulamayı en ağır şekilde yaşayan Bulgaristan Türkleri, Pomaklar, diğer Müslümanlar ve etnik azınlıklar oldu.

45 yıl iktidarda kalan (1944-1989) Bulgaristan Komünist Partisi (BKP)  ülkede yaşayan azınlıklara, özellikle de Türklerle ilgili hileli bir siyaset izledi. Önce söz verdi ve sonra vaz geçti. 1950 yıllarında Türklerin ve Müslümanların etnik kimliğini ve kültürel haklarını bir yere kadar tanıdı. Türk okulları, liseler, din eğitim merkezleri, tiyatrolar, basın evleri kuruldu, Türk dilinde radyo yayınları başladı. Öğrenciler, gençler ve geniş okuyucu kitlesi için anadilde gazete ve dergiler çıktı. “Memleketimin dağlarında Türlük Yeşerdi.” Nazım Hikmet türküleri söyleniyordu. Sabahattin Ali sevildi. Gönüllerde Türklük tohumları yeşermişti.

Hemen ardından, özelikle de 1956’da Todor Jivkov’un BKP Birinci Sekreterliği’ne seçilmesiyle, devamında Başbakan ve Devlet Konseyi görevlerine oturduğunda anti-Türk ve anti-İslam politikası parti ve devlet siyaseti oldu. Baskı ve terör ortamı oluştu. Türklere 70 yıl önce tanınan özgün haklar birer birer budandı, dilleri, yaşam tarzlarını belirleyen kültürel gelenekleri yasasız kuralsız baskıyla yasaklandı.

Adına “sosyalist demokrasi” denen rejimde Türklere ve Müslümanlara karşı uygulanan entrikalar, onları yıldırıp usandırmak için kurulan tuzaklar çok can aldı, çok can yaktı. Toplumun sabrını taşırdı. 1972 – 1984 – 1985 isim değiştirme, 1984-1989 Türk kimliğini yok etme süreçlerinde terör öyle boyutlar ulaştı ki, Türkler 1989 Mayıs’ında Bulgar devletine karşı ayaklandı. Ayaklanma seli T. Jivkov’u düşürdü. Henüz büyük zafere sevinemeden yaz aylarında toplu halde vatan bildikleri topraklardan kalkışarak Türkiye’ye göç ettiler.

Birçok Bulgar bilim adamının, demokratik kamuoyunun ve hatta eski Cumhurbaşkanı D-r Jelü Jelev’in de yazdığına göre, Bulgaristan’da totaliter rejimi, diktatör T. Jivkov’u iktidardan düşüren Türkler oldu. Bu büyük gerçek henüz okul kitaplarına, yakın tarih eserlerine ve ansiklopedilere işlenmemiş ve halk belleğinde gerekli yerini almamış olsa da, “Türker bizim onurumuzu savundu” sözlerini Bulgar aydın demokratların ağızından işitmek, insana kıvanç yaşatıyor. Çünkü Türklere karşı tırmandırılarak uygulanan bir barbarlıktı.

37 yıl iktidarda kalan T. Jivkov insanımıza çok çektirdi. Onun uyguladığı vahşetin boyutunu anlamak için 10 Kasım 1989’da o görevlerinden indirilirken, itiraz eden olmaması da, Bulgar toplumunun zulmü ret etmeye olgunlaşmış olduğuna bir kanıt oldu.

Tarih, bizim yaşadığı topraklarda çok kanlı sahneler görmüştür. Mesela Bizans döneminde 88 imparator alaşağı edilmiş, bunlardan 13’ü canını kurtarabilmek için manastırlara kapanmış, 30 imparator boğularak ya da zehirlenerek öldürülmüştür. T. Jivkov devrildikten sonra “Vitoş” Dağı eteklerindeki “Sekvoya” sok. Dağ evine çekildi. 1908’de başlayan ve 1989’da ancak 81 yaşında olan yeni Bulgar devlet tarihinin hemen hemen yarısı boyunca hükmeden ve arkasında çok kanlı izler bırakan bu hükümdarın nasıl oldu da ömrünün sonuna kadar kılın dokunamadı?! Hakkında dav açıldı ama hüküm almadı. Komünizm suçlarının zaman aşımına uğramadığı yasallaşsa da mahkemelerde açılmış dava yok. 1984-1989 arasında yalnız bizden 42 kişi kurşunlandı. Yaralıların hakkı hesabı yok. Bu işe, yıllarca kimsenin aklı ermedi.

10 Kasım 1989 sabahı Bulgaristan halkı, Bulgar halkı T. Jivkov’un düşeceğini bilmiyordu, ama Moskova ve Washington biliyordu. Olaydan 15 gün önce zamanın ileri gelenlerinden daha sonra başbakan olan Andrey Lukanov ile Cumhurbaşkanı olan Perer Mladenov birlikte Washington’a gitmişler ve birincisi Merkezi İstihbarat Teşkilatı CİA ve diğeri de iş ve finans kulüplerine Sofya’da beklenen gelişmeler hakkında bilgi vermişti. Bunu bilenler sık elenir sık dokunur ve komünizm kurtları kalburüstü kaldığında atılır ve toplum temizlenir diye düşünmüşlerdi, ne ki, hiç de öyle olmadı. Bir köpek sürüsü, başka bir köpek sürüsüyle nöbet değiştirdi.

  1. Jivkov’un devrilmesi dünya sosyalizminin tekleyerek durması sürecinde bir halkaydı. Sosyalizm bir devlet sistemi olarak emek verimliğinde, daha iyi yaşanası bir dünya yaratma yarışında üstün gelemedi. Kapitalizm karşısında kaybetti. Emperyalizme yenildi. Hiçbir yerde tek bir bomba patlamadan gerçekleşen bu mağlubiyet sürecinde Bulgaristan gibi sosyalist devletler talan edilmeyi kabul ettiler. Bugün NATO ve AY üyeliğimiz, ABD’nin ülkemizde üslenmesi bu sürecin devamıdır.

Sosyalist ülkelerde yaşayan halklar “kapitalist demokrasinin ne olduğunu bilmiyordu” ama hepsi onun remine sevdalanmıştı. Bu aşk aymaz bir sarhoşluk gibi olmuştu.

Olup olacakların adı,  demokratik düzene ve Pazar ekonomisine dönüş olarak açıklandı. Toplumsal gidiş inceldiği yerden kopmuştu. Bu yer demokrasi eksikliğiydi.

Demokratik olan neydi: siyasi denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimidir.

Pazar ekonomisi neydi: Devlet ekonomisinin yerine geçecek olan serbest rekabetti.

Bunların ikisinin de olabilmesi için anayasa ve yasa değişiklikleri yapılması gerekiyordu. Ama yasaların yaşayan demokrasi olması için namusluca, bilinçli ve dürüst uygulanması gerekiyordu. Yasaların kanı dürüstlüktü. Yeni yasaları bizim icat etmemize gerek yoktu. Modern dünyanın dört bir yanında günümüzde geçeri olan kanunlar, o zamanlar Bizans olan, yine bugün bizim yaşadığımız topraklarda hükmeden İmparator Jüstinyen (527-565)  tarafından kaleme alınmış ve çok başarılı uygulanmıştı. Tarihin hiçbir döneminde daha üstün olanı icat edilmediğini gören General Napolyon (1800), Jüstinyan Kanunlarını olduğu gibi Fransız hukuk sistemine almış ve silah gücüyle eski kıtaya dayatmak için büyük seferlerine çıkmıştı. Bugün AB’de hukuk sistemimizi Bizans’tan aldık demekten çekinmiyor.

10 Kasım 1989’da bizde sözüm olan “sosyalist demokrasiden kapitalist demokrasiye geçilirken” işte bu Jüstünyan yasalarının eksiksiz uygulanması gerekiyordu. 1992’de anayasa de yasa değişikleri yapılırken dikkate alınmayan (görmezlikten gelinen) yaslardan birkaçına çeyrek asır sonra dikkat edelim.

  1. Rüşvet: Devletin, adalet sisteminin rüşvetle çalışması tüm devletleri, Bizans’ı ve Osmanlı İmparatorluğu’nu, Sovyet sistemini içinden kemiren ve çökerten kurt olmuştur. Kabuğunun altından özüne doğru kemiren en küçük haşarat bile en dev ağaçları kurutmuştur. Bu gerçekler partiler ve devletler için geçerlidir. HÖH-DPS Gene Başkan Yardımcısı olduğu yıllarda Kasım Dal’ın şu sözleri asla unutulmaz: “Benim yanıma gelen kapımı ayakla açacak, iki elinde iki dolu çanta olacak!” Bu çantalar büyüdü. Başbakan İvan Kostov yıllarında (1997) emekli maşlarını temin eden Sosyal Sigorta Sisteminden 2 milyar leva kayıplara karıştı. Ardından 15 Bulgar bankası boşaltıldı. 2014 yılında Bulgar Kooperatif Ticaret Bankası’ndan 7 milyar 400 milyon leva para kayıplara karıştı ve banka çökertildi. Hırsızlık rüşvetin kardeşidir. Rüşvet örneklerimiz bakımından sıralamamız uzun olabilir.
  2. İnsan kayırma: Biz Bulgaristanlı Türkler açısından iki yönlü uygulanmıştır. Bir defa HÖH-DPS yönetimi hainlik siyaseti uygulanmasına engel olabilirler endişesiyle 10-12 bir Türk aydınını ülkemizden kovdu. Hafiyecilik, ispiyonculuğa dayanan siyasi uygulamayı kabul etmeyen hiçbir Türk ve Müslümana iş gösterilmedi, imanlı olunmadı. İnsan kayırma HÖH partisini yakında çökertecek boyutlara tırmandı.

Olaya iktidar partisi GERB açısından bakarsak, “HÖH kadrolarını devlet makamlarından kazıma” sözleri tehlikeli bir siyasetin kesin ifadesidir. Birisini kazıyacak ki, yerine kendinden olanı yerleştirecek. GERB partisi kendisi bir devlet görevlisi, onların akrabaları, bacanakları, şoförleri vb yakınlarının partisi olduğu için, artık bu gücün devlet güvenlik sisteminde reform yapılmasını engelleyebilecek durum geldiğini görüyoruz. Sarı kaldırımda “İstifa” seslerini yükseltenler onlardır.

Justinyan yasalarında olan, azınlıkların dinsel ve etnik öz kimlik haklarına saygı gösterilmesini öngören maddeler de 1992’de topluca dikkate alınmadı. Vatandaşlar arasında her bakıma eşitlilik, din, dil ve kültür, yaşam tarzı özgürlüğü Osmanlı’nın tolerans-hoşgörü siyasetinin de özünü oluşturmuştur. Oysa 1989 Mayısında isyan eden ve T. Jivkov’un devrilmesi kapısını aralayan Türler aslında 1950 yıllarında kendilerine tanınan Türk kültür ve eğitim haklarını geri isterken, geleneksel yaşam tarzına dönmek istemişlerdi. Ne yazık ki, bu haklar bugüne kadar tanınmadı. Bu bakıma, 1989’la gelen sözüm olan Bulgar demokrasisi ile 1990 öncesi uygulanan zorbalık rejimi arasında pek fark yoktur. Yapılan değişiklikler biçimseldir.  Şunu önemle belirtmek yerinde olur. Bulgaristan Türkleri, Müslümanları ve tüm azınlıkların özgün kültürel etnik topluluk haklarının, anadillerini kullanma hakkı tanınmadan, demokratik hak ve özgürlüklerden söz edilemez.

Bulgaristanlı Türklerin öz haklarının tanınmayacağı daha 1992’de belli olmuştu. Koltuğundan atılan T. Jivkov’u gidip ilk ziyaret eden, hatta elini öpen,  hafiyesi Ahmet Doğan olmuştu. Bulgaristan Türkleri tarihinde en yüzkarası ve üzücü olay budur, çünkü bu boyun eğme Türkler adına yapılmıştır. HÖH Genel Başkanı L. Mestan’ın BSP Genel Başkanı Sergey Stanışevle Sofya “Kartal Köprü” başında öpüşmesi ise, kabul edilebilir bir davranış değildir. U iki lider bozması, isimlerimizi değiştiren, Türk kimliğimizi yok eden, bizi vatan toprağımızdan atan zihniyete teslim olmakla, hepimizi incitmiştir. Teslimiyetçi zihniyetin bir ürünü olan “Bulgar Etnik Modeli” o zaman icat edildi ve hepimize uyku hapı verildi. Bugünkü Başbakanımız B. Borisov ise T. Jivkov’un yakın korumasıydı. Bu bakıma Bulgaristan’da olan değişim ve dönüşüm değil, görev değişimidir.

Sofya Üniversitesi tarih Prof. İskra Baeva “Neden hiçbir şey olmadı?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Bizde demokrasi temel hedeflerinden hiçbirine ulaşamadı.  Gerçek demokrasiye açılamadık, adaletli bir düzene doğru adım atamdık, toplum modernleşemedi, teknolojiyi yenilemedik ve emek verimliliğini yükseltemedik.”

1989’da dünyaya gelen gençlerimiz artık üniversite bitirdi ve ülkemizi terk eden 2.5 Milyonluk gurbetçi ordusuna katıldı.  Biz köyleri boşalmış bir yaşlılar ülkesinde yaşıyoruz. Yüksekokullarda yapılan anketler, “geçişin” tamamlanamadığına ve önümüzdeki yıllarda tamamlanamayacağına işaret ediyor. Gönül açıcı olan, yeni kuşağın komünizmi ve zulmü bilmemesidir. İnsan bilmediği bir şeyle nasıl mücadele eder? Türklerin yaşadığı bölgelerden ortaokul öğrencileri “Belene” ölüm adasında 518 Türkün hapsedildiğini bilmiyor. Gençler Türklere kültürel soy kırım yapılmış olmasına anlam veremiyor. Hiçbir okulda “Demokrasi” şiiri yarışması yapılmıyor. “Totalitarizm nedir” sorusu ders kitaplarına alınmıyor.

Tüm bunların sonunda: Her şey sanki büyük bir yalan, demek istiyorum. 26 yıl daha anlamsız geçemezdi. Olacak olanın, olması gerekenin olmamasına HÖH partisinin katkıda bulunmuş olmasına tepki olan ise içimdeki sızıyı sizle de paylaşıyorum. İşlerin olmadığına bir işaret de, Romanların da demokrasi müziğini hal çalmakta zorlanmasıdır.

Reklamlar