BG-SAM - Bulgaristan Stratejik Araştırma MerkeziBGSAM

Konu: Tükürdüğünü Yalamak, Stratejide Bir Taktik Midir?

Bulgaristan’da satılan “Kemal Atatürk Çağı ve Bulgaristan’ın Trajedisi” kitabı 426 sayfadır. “Propeler” yayınevince 2015 yılı lüks baskısı olarak çıktı. Eser neredeyse üçte bir fiyata, hatta ikinci el fiyatına satılıyor. Baskı sayısı verilmemiş ama anlaşılan tüm Bulgarlara yetecek kadar bol miktarda yayımlanmış, kitapçılar dolu.

Eserin her satırı, yazar Albay Veselin Boşkov’un Bulgaristan Türkleri, Pomaklar, Türkiye, Bulgaristan’ın kaderi ne olacak gibi konular üzerinde ömür boyu çalıştığını ele veriyor. Arka kapakta basılmış resimli hayat yolunda 27 yıl Bulgar gizli servisi “DS” çalışmalarını anlatıyor. Müsteşarlıkta aksi istihbaratın İkinci Şube Türk Amirliği Müdür Yardımcılığında başarılı olduktan sonra, 10 yıl da Altıncı Şube’nin Türk Amirliği’ni yönetmiş.

Altıncı Şube Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) ile gizli polis arasında koordinasyonu sağlayan çok önemli bir polis birimiydi. Bu görevde bulunduğu dönemde BKP MK’nin “Türk Sorunu” konusuna adadığı oturum, toplantı ve görüşmelerde bulunmuş, alınan kararlara katılmış ve “soya dönüş” sürecinin yönetilmesinde önemli katkı ve rolü olmuştur.

Onun yönettiği gizli polis birimi 25 yıl önce kapandığında, o kaleme sarıldı.

Mezara götürmesi gereken kokuşmuş çıbanbaşı birikimini beyaz kağıda döktü kitaplar çıkardı. Bildiklerini, düşündüklerini ve hayal ettiklerini şu kitaplarda sundu: “Tehlike Yaşıyor”; “Bulgar Kaderi”; “İslam Kökten Dinciliğinin Yayılması”; “Yüzyıl Devam Eden Saldırı”; “Soya Dönüş Süreci ve Bulgar Müslümanlar”; “Beş Yüz Yıllık Soykırım”; “Bizim Soyumuz” ve son olarak bu ay çıkan ana fikirlerini size sunmak istediğimiz – “Kemal Atatürk Çağı ve Bulgaristan’ın Trajedisi”.

Tanıtım yazısında aynen şöyle deniyor: “Elinizdeki eserde,  Türkiye’nin birinci Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk tarafından yönetilen, Bulgaristan’a karşı yürütülen, olağanüstü tehlikeli ve boyutları bakımından çok büyük ve etkin yıkıcı faaliyetin yeri ve rolü ilk kez ele alınıyor.

Atatürk hayattayken, bir tek MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) ve Türk propaganda organ ve kurumlarınca arasız kışkırtılan girişimleri, Türk istihbaratını, azınlıklar ve göç politikasını geliştirmekle kalmadı, Bulgaristan’la ilgili şu cürette de bulundu: ‘O topraklar bizimdi ve yine bizim olacaktır.’ dedi. Bizi, beş asırlık soykırımın dehşet veren yıllarına geri döndürmek amacıyla Bulgaristan’ı yeniden ele geçirmek uğruna niyet ve biçimleri tüyler ürpertici olan etkinliklerde Atatürk’ün rolü Bulgar polis, askeri karşı istihbarat ve diğer kaynaklarca toplanan delillerle kanıtlanmıştır.

“Dersini Atatürk’ten alan Yeni-Osmanlıcılar, İslamcı Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), öteki Türk ve Müslüman parti ve örgütler, anadilini konuşan ve topluca yaşayan Türk ve Pomaklar Rodop, Deliorman ve diğer yöreleri otonom Türk bölgesi ve etnik-dinsel Müslüman (anklav) yabancı devlet sınırı içinde bulunan bölge haline getirdi.

“Son 25 yılda Bulgar hükumetlerinin tümü tarafından izlenen siyaset sonucunda, Türkiye ve bizdeki ‘beşinci kol ordusu’ özledikleri otonomiyi elde ettiler. Muhtemelen, onların belirleyeceği, önümüzdeki ay ve yılların birinde, (zaman seçimi onlara kalmış), Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Bulgaristan’da bir Otonom Türk Cumhuriyeti ilan etmekle kalmayacak, onu “anavatan” Türkiye’ye dahil edecektir.

“ XX. Yüzyılın başında bir Anadolu eyaleti haline getirilen, o kadim Bulgar topraklarında artık Bulgaristan yoktur.  Vatanımız, kabuslara gebe bir ölüm sarmalındadır. Bunu, Bulgarların daha büyük kısmının artık hissettiği,  yeni Türk esaretinin eşiğinde bulunuyoruz. Sürünerek gelen otonomi ve yeni köleliğimiz ancak Bulgarların Bulgar devleti üzerine sarkmış olan yok olma tehlikesini fark etmesiyle önlenip aşınabilir. Bulgaristan’ın kurtuluşu, satılmış, ihanetçi politikacıların görevden uzaklaştırılmasında ve ulusal çıkarları savunmayı üstlenecek gerçek yurtseverlerin yönetime el koymasıyla olası olabilir.”

Eserin özeti olan bu felsefi-tarihsel-politik sunum geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi bu “DS” albayı açısından gün ışığına koyuyor. Gençliğini 1990’dan önce Bulgaristan’da yaşayan kuşaklar bu sözleri yüzlerce defa işitmiştir. Pazarcık Hapishanesinde mahkûm Türklere Cumartesi-Pazar sohbetleri sunan Ahmet Doğan da elinde Orlin Zagorov’un “Gerçekler” (İstinata) kitabı, aynı kelimelerle yıllarca anlatırken, aslında belki de bugün yönettiği ihanet örgütüne kadro yetiştiriyordu.

Bu iş neye benziyor biliyor musunuz? Bu, 26 yıldan beri arıtıp kurtulmaya çalıştığımız Bulgar faşizan-totaliter- ırkçılığa göz çakan milliyetçi tortusundan dolu dolu bir kepçenin daha yirmi birinci yüzyıl tatlısı olarak kamuoyuna sunulmasıdır. Her zarı düşmanlık kokan bu zihniyet, günümüzde Bulgar parlamentosu’na çöreklenen Valeri Simyonov gibi sahte yurtseverlerin “yurtsever cephe” (PF) partisi, Volen Siderov’un “Ataka” partisi gibi oluşumların demokrasi koşullarında mayalanıp boy atmasına olanak verdi.

Demek oluyor ki, Bulgar toplumunda 21. yüzyıl istemlerine ayak uydurması mümkün olmayan bir alt tabaka, sosyal zemin katmanı var ve düşmanlık suyu içmeden edemiyor. Bu ruhsal çarpıklık, bu fikirsel böbürleniş, dil uzatma… 1876 Nisan Ayaklanması’ndan, 1877–78 ‘Rusya’nın Osmanlıya Tuna üzerinden saldırısından, bir Avusturya çömezi olan Bulgar Çarı Ferdinan’dın “Konstan’in Başkenti’ne” altın kaplamalı 6 atlı faytonla girme hevesine yenik düşerek Edirne’de Selimiye’yi bombalamasından, faşist ve komünist darbelerden, üç ulusal felaketten,  totalitarizm zulmünden, “sizden sabun yapacağız” sloganlarından… altı kitle göçünden, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikten kokuşmuş ulusal birikim kırıntılarıyla kaşar-lanmıştır. Bu konuda, bu gibi kitaplarda yazılanlardan, canlı kütüphanelerin anlattıkları çok daha önemli ve belirleyicidir. Albay Boşkov gibilerinin zihinsel yapısına dayanan politika milyonlarca Bulgaristan vatandaşına “bu gibi memleket olacağına olmasın, alında başınıza çalın, lanet olsun!” dedirtmiştir.

Kitabın tanıtımında, 1970’lerden sonra Bulgar devletinin etnik politikasını yaratıp yöneten zihniyet açıkça gün ışığına çıkıyor. Dövülenin dövüldüğü için, tutuklananın tutuklandığı için, anadilinde konuşanın konuştuğu için, hak hukuk arayanın adalete uyandığı için, özgürlük arayanın güneşi gördüğü için, inananın inandığı için, Türk’ün Türk olduğu için, Pomağın Pomak olduğu için hayatının zehir edildiğini herkes bilir.

Bu gidişle isimlerinin Bulgar adlarıyla değiştirilmesini bir aşı olarak kabul eden ve pek 1960-70’lerde pek tepki göstermeyen Çingene nüfusun Çingene doğdukları için suçlu olduğuna yeni bedeller ödemesi muhtemeldir. Altı kazılan toprak er geç insanın üzerine çöker.

İçinde bulunduğumuz kör ve kısır bir döngüdür.

Birlikte yaşamaya mahkûm olanları birbirinden ayırmak, birbirlerine karşı kışkırtmak, kötülemek, hor görmek, bizden olmayana hayvan muamelesinde bulunmak; kimliksizleştirmek, küçümsemek, asimile etmek vs kitabın her satırında okunurken, bu zihniyetin doğurduğu milliyetçi faşist ve komünist ulusalcılık haklı gösterilmeye çalışılıyor.

Bulgaristan, 1990’dan sonra ekonomik olarak çöktü. Değişen başka bir şey yok. Düşmanlık kazanı “Geçiş Dönemi”nde kaynamaya devam etti. Bu defa Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan gibi onursuzlar düşmanlık kaynatan bu ocağa maşağı oldu. Ödevleri, “Bulgar Etnik Modeli” kazanında Türklük ve Müslüman medeniyetini, ahlakını, özünü hafif ateşte buharlaştırmaktı. Hep aynı yere ateş verdiler. Yüz binlerce insanımızı göçe zorlarken, arkadakiler işsiz, eğitimsiz, devletin sosyal hizmetlerinden yoksun bırakıldı. Türklük ve Müslümanlık özü buhar bulutlarıyla boşaltılmaya hep devam edildi. “Aynı kazanda kaynıyoruz”, “aynı ulus-tanız”, “kaderimiz aynıdır” gibi mide bulandıran lakırdılar bu hedefe hizmet için uyduruldu. Etnik kimliğe ihanet olan “Bulgar Etnik Modeli” saray kurtlarının kabineye girdiği II. Simiyon ve Sergey Stanişev hükumetlerinde bir süre bal kazanı çarpağını ele geçirdi. Geçirdi de, zavallı Türklere, sefil Çingenelere, namuslu Pomaklara kovan bozumunda parmak yalatmadı. En aşırı Bulgar milliyetçi şirketlerinin yeşermesine, palazlanmasına, sorgulanmadan çalıp çırpma yöntemlerini başarılı uygulamada uzlaşmalarına olanak tanıdı. “Saray” dan gelen telefonlara göre çalışan Başbakan Yardımcısı Emel Etem Toşkova’nın bu hizmetlerdeki rolü ve payı çok büyüktür.Yazdıklarımızın anlamı şudur: Bizim düşmanımızı HÖH yönetimi büyüttü. “Ataka” partisi A. Doğan’ın verdiği bir milyon altı yüz bin leva ile kuruldu. Politik hedefi Türklere ve Müslümanlığa karşı havlamak, sövmek ve saymaktı. Şimdi Moskova Bulgar makamlarıyla ve AB ile hır mır dönemine gireli, usulca sustu. Bu olayların hepsi, Albay Bojkov’un işaret etmek istemediği, açıklamaktan kaçındığı perde ardı, kulis,n sonu gelmeyen sinsi oyunlarının devamıdır.

Kol gezen “soygun şebekeleri”, “hırsız şirket zincirleri”, uçuşan ”ofşor bulutları” sözde Türk partisine, aslında A. Doğan güruhuna kurduruldu. Bugün iktidar dayağı olan bu güçler eriyip buharlaşa-mayan, arınamayan, devamlı şekil değiştirerek hepimizi her gün sıkıştıran Bulgar düşmanlığında rol oynamaya devam ediyor.

İncelemek istediğimiz kitap onlara ideolojik ve politik destek olma bakımından kaleme alınmıştır. Bütün tirajı peşin olarak Ahmet Doğan’ın HÖH kasasından ödediğine inanıyorum.

Şimdi “sarada yan gelip yatmış, av bekleyen it gibi sinsi sinsi homurdanan” Doğan, politik istihbaratçı görevi devam eden Albay Boşkov tarafından hedef saptırmak için 26 yıldan beri “Türk iti” olarak gösterilmeye çalışılıyor.   Haine tesis edilen “saray”, “saray bekçileri”, “saray hademeleri”, “saray masrafları” ve “saray hizmetleri”, hatta “saraydaki hamam böcekleri” Bulgar devlet mülkündedir. Bu anlamda “beşinci kol ordu”, “otonomi”, “anklav” vb gibi saçma savlar bir danışıklı dövüş olup, bir yandan Türklere, Pomaklara ve Çingenelere, Bulgaristan’daki Osmanlı Türk varlığına karşı saldırıları daha da tırmandıranlarla öte yandan Bulgar ırkçı milletçiliği ile öz davamıza ihanet eden modern hafiye grubunun aynı kabağa osurduğuna gizlemek içindir. Bu anlamda olmak üzere, Bulgaristan’ın trajedisi, Bulgar halkına özel saygı duyduğunu defalarca dile getiren büyük önder Atatürk değil, Bulgar devletinin kökten yanlış kültürel etnik azınlıklar politikasıdır. Bulgaristan Türkleri ve diğer etnik ve dini azınlıkların gerçek temsilcilerini devlet ve toplum yönetimi işlerine davet etmek yerine, elleri ve ruhları kirli dolandırıcı, rüşvetçi, her yönüyle hain sürüsüne “sorumluluk” yükleme-sindedir.   

Kemal Atatürk Çağı ve Bulgaristan’ın Trajedisi ağır ve düşündürücü bir kitap!

Son sayfasını kapadığımda başımı kaldırdım ve içimi çekerken, “Mustafa Kemal gibi bir önder yetiştiren Türk halkı ne büyük bir halk,” diye düşündüm. 20. asır olaylarını Albay Bojkov kantarından tarttığımızda, M. Kemal Paşa’nın zekâsı, aklı ve öngörüsü, Türk halkına motor olup onu şahlandırma yetisi, bir komutan olarak tüm düşman süngülerine, kurşunlarına önce kendini kalkan etme cesareti ve yürekliliğine bir övgü. Öyle olsa da, sanki İstanbul, sanki Anadolu, sanki Batı Trakya Bulgarlara hakmış da, kaçırılan fırsat bugün de sızlıyor gibi bir hava var. Her şeye rağmen, eserde,  Ulusal Kurtuluş Savaşı önderi M. Kemal Paşa Utkan bir komutan olarak yüksek değer bulmuştur. Anlaşılamamış olan tarafsa, onun  Türk devrimini kendi halkının kanından kan dökmeden, bir özden sıyrılıp yeni bir öz yaratmayı yani başlıca Bulgar, Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan ve başka dış düşmanla savaşırken Osmanlı Saltanatını ve feodal düzenini de tarih sahnesinden indirmeyi ve yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kurması başarması olmuştur. Bu özelliğin öz çizgisi ise, Atatürk’ün Türkiye sınırları dışında kalan tüm Türklere bir her zaman yanındayız inancını bırakmış olmasıdır ki, bir Türkün bunu yaşam gerekçesi ve bilinç haline getirmesi için ona gece gündüz propaganda yapılmasına gerek yoktur. Kitabın paralel konusu olan, Bulgaristanlı Türk ve Müslümanların Türk-İslam kimliğini belirleyen Türkiye propagandasından önce, bir Türk ana ve babadan doğmuş olan bir evladın Türk soyunu, Türklük ruhunu, Türk ahlakını yaşatmak üzere hayata  çağrıldıklarına daha ilk günden kendiliğinden inanmış olmasıdır. Yavrularımızın hoca dizinde eğitime, devlet okulları ve üniversitelerde bilimin son edinimleriyle şarj olmaya ihtiyacı ne kadar büyük ve kaçınılmaz olursa olsun, kitap açabilecek durum bulamasalar bile onların Türk oldukları şüphe götürmez ve her davranışlarından bellidir.

Yazarın, bir polis inancıyla kaleme aldığı Pomakların 1912’de isim ve dinlerini zorla değiştirmeye zorlanması olayında Kral Ferdinant’ı, Sofya hükümeti ve Ortodoks kiliseyi bir tek silah patlatmadan geriletmeyi başaran ve 1 yıl sonra Pomakların isimlerini geri alıp İslam’a ibadetlerini sağlayan Mustafa Kemal’e nefret püskürmesi ağır bir yenilgini itirafıdır.

Bu başarı 1989’da aynı görkemlikle tekrar etti. Kuşkusuz, akla gelen bir soru var. İsimleri değiştirme konusunda 5-6 deneme yapan Bulgar devleti, tükürdüğünü tekrar tekrar yalamaktan zevk mi alıyor?  Son dönemde Türklerin Türklüğünü ve Müslümanların Müslümanlığını boğma işini Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan ikilisine devretmekle başarılı olacağını mı zannediyor? Bu çıbanbaşından ancak icran akar. Hem de kanı ve niyeti bozuk adamlar çıbandan kurtulamaz.

Bir defa Türkiye Cumhuriyeti 93 harbinde yitirilen Balkan topraklarını, Tuna’ya kadar eskiden bizim olanı savaşla geri almak niyetiyle kurulmamıştır. İlan edilen ana ilke: “Yurtta Barış Dünyada Barış!” ilkesidir. Türk halkının Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleştirdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı dünyada benzer örneği olmayan bir devrimin özünden bir parçadır. Türk devrimin ön yapısı,  Çar Ferdinand sürülerinin Çatalca’da, İngilizlerin Çanakkale’de, Yunanın da Sakarya boylarında yenilmesiyle atıldı. Osmanlı’nın 300 yıllık gerilemesini Mustafa Kemal önderliğinde durduran Türk milleti, Saltanatı olumsuzlarken Cumhuriyeti kurma şerefini kazanmış oldu. Hiçbir devrimci dönüşüm içinde yan güçler son egemen olamaz. Albay Veselin Bojkov’a 7 yıldan beri bir Avrupa Birliği ülkesi olan ve eski kıta tarihi içinde var olma hakkı olduğu iddiasında bulunan Bulgaristan’ın Osmanlı Rus 93 Harbi’nde bir yan ürün olarak hayat hakkı kazandığını unutmamak gerekir. Bulgar Prensliği’nin, daha sonra Çarlığı’nın ve Cumhuriyeti’nin aynı coğrafyayı paylaşan diğer etniklere karşı amansız düşman olarak davranılmasının hiçbir dayanağı yoktur.

Doğrudur, 20. yüzyıl “Atatürk Çağı” idi. 5 kıta halkının uyanmasına ve emperyalizm zincirlerini zorlamasına ilham veren M. Kemal Paşa oldu. Dünya halklarına imparatorluktan kurtulup Cumhuriyet kurmayı o öğretti. Devrimlerin sonsuz bir süreç olduğunu anlatırken Türk halkını her şey üzerinde düşünmeye çağıran Atatürk yenileşmeyi, atılımlı ilerlemeyi, köklü reformlar yaparak toprağın derin sürüldüğü gibi toplumun da dönüştürülebileceğini gösterdi. Ne yazık ki, okuduğumuz eserden anlaşıldığı üzere, Türk halkının mutluluğu ve yücelmeyi ararken devamlı yenileşme yolu açması, Bulgaristan makamlarında kışkırtma, kundaklama, yıkıcı propaganda vb olarak algılanmış. Ne yazık ki, yazar Albay Bojkov, Atatürk devrimi ve dönüşümlerinin doğal bir devamı olan Yeni Osmancılığı, yani 19. yüzyıl savaşlarında diğer ülkelerde kalan dini ve yüksek mimari ve kültür eserlerimize sahip çıkmamızı da “yayılmacılık”, “Bulgaristan’ın toprak bütünlüğü için tehlike” olarak görüyor. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ve tüm Müslümanların Türk ocaklarında ısınma azmini de düşmanca değerlendiriyor. Türk olarak yaşamak isteyen binlerce kişinin tutuklandığını, hapsedildiğini vb anlatıyor. Türklüğü sıfırlamanın mümkün olmadığı itiraf etmesini beklesek de, susuyor.

Memleketimizde ucu açılmış bir çıbanbaşı var. Bu eser,  icran selinin akmaya başladığını ve mutlaka akması gerektiğini gösteren bir belgedir. Türkiye’nin ve Türklüğün başarıları hiçbir zaman hiçbir kimse trajedi olmamıştır. Biz Türklüğümüze su verdikçe düşmanlık zehri mutlaka akacak ve hepimiz kurtulacağız.

Bu inançta olanların safları her gün güçleniyor. Bulgar yazar T. Kojuharov Atatürk’e adadığı bir öyküsünde şöyle demişti:

Atatürk, hiçbir şartlılığın çerçevesine sığdırılamayan önü alınmaz bir doğal afetti. O, olağanüstü bir insandı. Genel düzeyin üstünde yükselten tükenmeyen enerjisinin altında çerçevelerin hepsi kırılıyor ve eksik olan her şeye rağmen, itirazsız önder olduğu hiçbir kimse tarafından tartışılmıyordu.  Atatürk, geleneklerin her türüne yabancı, geçmişin tanıdığı en büyük simaları bile taklit etmeyen, orijinal biriydi. Türkiye’nin yücelmesi, onun tek ideali ve Tanrısıydı.”

Atatürk Çağı!”

Güneş balçıkla sıvanamaz!

Atatürk Bulgar halkını seven ve sayan büyük bir liderdi.

Unutmayalım, Bulgar halkının Mustafa Kemal’den başka, onun kadar değerli, saygın ve dünya çapında ünlü bir devlet adamı Bulgar halkına dost olmamıştır.

Devam edecek.                                             

 

Reklamlar