osman bulbul Osman BÜLBÜL

Konu:  Düşmanı olmayanın, dostu olmaz.

Olayları Viyana’dan izliyorum.

Büyük Ayaklanmamızın 27 yıldönümünü, şehitleri anma törenlerimizi uzaktan izlesem de yanınızdayım, sizinde beraberim.

Bizi parçalayabilmeleri ve Bulgaristanlı Türkler arasında küskünler hareketi yaratabilmeleri  kötü oldu. Biz HÖH içinde yenilenecektik. Bir testiden başka bir testiye aktarılan bulanık suyu halka  taze su diye içmez! Görüldüğü üzere, yeni  hesaplar da halktan uzakta, derin in karanlığında ya da perde ardındaki içki masasında yapılmış ki, olayın içinde ışık yok. Işık olsa insanlarımız da kelebekler gibi hemen toplanır. Meydanlar boş! Halk ilgisiz! Söylenenleri işitmek bile istemiyor!

Sorumluluk Özgürlük ve Hoşgörü için Demokrasi Partisi – DOST’nun tescilsiz Lideri L. Mestan anıtlara çelenk taşıyor. Anıtlarda başka bir demet ve çiçek yok. Halk kahramanlara sevgisini gönüllerinde besliyor. Gönül sevgisi ile sahte çiçek kokusunun karışmasını istemiyor. Ağızlarda dolaşan:

Dert çeken derman arar, teselli değil!

Çelek dolaştıran DOST heyeti kendi kendine basın toplantısı yapıyor. 22 Mayıs’ın “Soya Dönüş“le Mücadelede Şehit Düşenlere Ulusal Saygı Günü olarak kutlanmasını istiyor. Yeni çağrı yapıyor. Halktan yükselen “Geç Kalmadınız mı?” sesini işitmiyor.

Durum gergin, gönlüm huzursuz, şu atasözümüz beynimi devamlı kurcalıyor: “Küskünler hareketi asla başarılı olamaz!

Yıldırımda kırılan dal kurur, diyenler sanki haklı. Bulgaristan Türkleri arasında yıllardan beri sessizce gelişen küskünler hareketi sanki ışık arıyor ama henüz göremiyor. Kin ve nefret, hoşnutsuzluk insanların içine baraja dolmuş su gibi sil esil dolmuş, taşmak üzere, ama akacak yol bulamıyor.

Daha ilk kongrelerde yönetime alınmayan illegaller ve hapisçiler HÖH’ten daha o zaman ayrıldılar. Gidiş o gidiş bir daha Ahmet Doğan’ın kapısını çalmadılar. HÖH hareketini ağızlarına almadılar. Göç ettiler fakat oralara da kolay ısınıp yerleşemediler. Ben gibi dönenler oldu. Sustuk. Türk kimliğimiz içimizde, ruhumuzda ilk kez oluşan o politik mayalanmamızı bölmek, parçalamak, sulandırmak istemedik. İnsanlarımızın birbirlerine ısınmasına ve beraberlikten kuvvet bulmasına içten içe inanıp sevindiler. G.Tahir, O. Oktay ve K. Dal parçalanmalarına da önem vermedik. “Ağaçların sık ve kuru dalları kesilir” mantıyla yaklaşıp ateşi körüklemediler.  Belki de iyi ettik, bilmiyorum.

Şu yeni gelişmelerin seyrinde L.Mestan ve arkadaşlarının olayı, bende başka düşünceler de doğurdu.  Çünkü bu parçalanma o  “kuru ya da sık dalların budanması” şeklinde  olmadı. Sanki yıldırım düştü. Bir dalı koparmadan yere büktü. Daha önceki HÖH iç temizliği  partinin kendi içinde meydana gelen bir doğallıktı. İzlenen siyasetle razı gelmezsin, kurultay kararlarına ters düşersin ve doğal olarak partiden ihraç edilirsin, bu bizdeki parti Tüzüklerinde vardır. Parti için hizipçilik, grupçuluk, akıncılık, lidere dik başlık etme her zaman cezalandırılmıştır. Şu Mestan ve arkadaşları olayı biraz farklı gelişti. Eğer bir komplo veya tuzak değilse, yıldırım düşmüş ve HÖH ağın bir dalını kırmış gibi oldu. Her gerçeğin kabuğu var ve sonuncusu henüz soyulmadı.

Şayet bu olay düşündüğüm gibiyse, HÖH-DPS üzerinde, ardında, ya da ulusal kuliste olup olacak üzerinde son söz sahibi olan bir dev güç olduğunu ortaya koyuyor ki, bu üstün akıl bizim uyanmamızı, haklarımız ve özgürlüklerimiz uğruna savaşım vermemizi, Bulgaristan demokratik güçlerinin adalet kavgalarında taraf olmamızı da istemiyor izlenimi bırakıyor. Acaba “üstün akıl” denen bu mudur? Ve Bulgaristan Türk Müslümanlarından bir tek Ahmet Doğan’ın mı “üstün akıl” gücüyle teması vardır? Bu düşüncem şu kuşkularıma dayanıyor:

Bir defa 2016 yılbaşı töreninin 13 gün önce yapılması tuhaf değil mi?

İkinci, Ahmet Doğan’na tahsis edilmiş olan o iki katlı ev 150 kişi toplayacak kapasiteli bir şato falan değil.

Üçüncüsü de, l. Mestan’ın Yıl Başı Kutlama Töreninde “programsal politik konuşma” yapması da kuşku uyandırmıyor mu?

Son olarak da 3 yıl boyunca bir yazı yazmayan ve tek bir konuşma yapmayan, demeç vermeyen, gazetecilerle görüşmeyen A. Doğan’ın Genel Başkan L. Mestanı elinin tersiyle koltuğa iterek sıfırlaması ve sözü alıp “sen bu işten anlamıyorsun” demesi, çok ilginç ve anlamlıdır. Mestan’ın yerine 9. Kurultay’da seçtirdiği yeni Başkan Mustafa Karadayı’nın ise, dünyadan haberdar olmayan biri olması ise, bu kuşkularımı daha da derinleştirdi ve beni huzursuz etti.

Şu da ilginç, mikrofon elinden alınan L. Mestan’ın o gece itildiğinde koltukta baygınlık geçirmesi ve süt dökmüş kedi gibi politik sahadan kaçmasıdır. Bu da onun kişiliksizliğine işaret ediyor.

Sözün özü: Kuşkusuz bu işlerin bir imamı olsa gerek.

Olayı aynı mantıkla analiz ettiğimizde, “başsız turna yol almaz” demek geliyor içimden ve aslında tam öyle olmadı mı? Yöneticisi olmayan bir etnik toplum nasıl hareket edeceğini bilemez! Bilemediğinden de yerinde sayar! Hiç bir alanda ilerleyemez öngörüsü ağır basıyor. Gerçek tablo şu değil mi? Doğan Sofya kenarındaki eve kapanmış, halkla görüşmüyor. Fakat 150 kişiye içkili sofra açıp, ben sağ salimim, sizinle beraberim, başınızdayım, sisi rahatsız eden Genel Başkan L. Mestan mı, tamam ben onu elimin tersiyle silerim, ipler elimdedir, “kara koyun” benim, sükuneti muhafaza edin, demedi mi?  Doğan yerinde duruyor ve onun söylediklerine kulak verenler de bu memlekette yerinde durmak, yaşamak ve burada ölmek isteyenler ve bir yere acele ettikleri yok. Doğan “darlıkta diklik olmaz” gerçeğini biliyor ki, sefilleri daha da yoksul etme stratejisinde kitlenin ne zaman patlayacağı barometreden izliyor. Çünkü yokluğun fakirliğin olduğu yerde huzur olmaz. Biz artık Avrupa Birliği’nin en sefillerinin sıra başı olduk ve bu çıkmaz daha ne kadar derinleşecek diye düşünmeye, soru sormaya başladık.

Bu yeni karışıklığın baş aktör olan L. Mestan, meydana gelen durumu “Bulgaristan Türk Müslümanları başsız kaldı” şeklinde okudu. Şu da bir gerçek ki, Mestan ve arkadaşları şimdiye kadar başkasının sofrasından geçiniyordu. Onları devlet sofrasına davet eden, milletvekili seçtiren, meclis grubu başkanı ve medya yıldızı yapan  Ahmet Doğandı. Çünkü HÖH’ten seçilenler ancak onun  listesinden seçilmiştir. Bu açıdan bakıldığında  Mestan ne bulursa onu yer tip bir kişidir.Başkasına yıllarca mecbur olan birinin  hiç bir tercih hakkı olmaz. Başka bir değişle, L. Mestan ve arkadaşları başkasının avucundan su içen tip kişilerdir. Halkımız “başkasının avucundan su içen, kanmaz,” demiştir. Bu işin derin anlamında şu gerçek vardır. İnsan hangi işi yaparsa yapsın (Genel Başkan olmak da bu arada)  önce kendi gücüne güvenmelidir. Başkasının gücüne güvenerek iş yapmaya kalkışan insanın başarılı olması mümkün değildir.

Son olaylar bu derin gerçekleri kanıtlayan örnekler sundu:

Bir, Bulgar milliyetçileri (Yurtsever cephe) en başta Türkiye’deki soydaşlarımızın oy kullanmasına saldırdı. Onların seçme ve seçilme hakkına ve vatandaşlığına el kaldırdı. T.C.deki sandık sayısını  139’danm neredeyse 35’e indirmeyi başardı. DOST partisinin Türkiye’de 250 bin oy gelir hesaplarını suya düşürdü. Bu gerçeğin ardında L. Mestan’ın HÖH Genel Başkanı olduğu yıllarda partiyi sağa çekmesi ve Bulgar milliyetçilerinin örgütlenip baş kaldırmasına olanak yaratması oldu. Aynı zamanda partinin sağ kayması, 120 bin Türk oyunun GERB partisi sandığına dolması sonucunu doğurdu. Bunlar stratejik yanlıştır. Karnı aç alan bir köylü ne sağcıdır, ne de milliyetçi, hele hele neo-liberal hiç değildir.

 İki, adamlar söylemeseler de “eski çeyizle yeni düğün yapılmaz.” Yeni düğün kaldırma hazırlıkları görenler,  DOST partisinin mahkeme kaydını geciktirme yolunu seçtiler. “Bağımsız yargı” bir kitap sözüdür, Bulgaristan gibi bunalımlarla boğuşan bir ülkede böyle bir hayvan yaşamıyor. Bu şarkısıyla durum birkaç mevsim, birkaç seçim ya da birkaç yıl idare edilebilir.

Ortadaki yeni tablo şudur:

Genel Başkan L. Mestan HÖH Genel Başkanı olduğu yıllarda değinmediği bir temel konuya parmak basmaya başladı. Bu olay Avrupa Birliği’nin “Bulgaristan’da etnik azınlıklara karşı faşist uygulama olduğu” kararıdır.  Seçim kanununda değişiklikler” yapılması  görüşmelerinde, kendinde cesaret bulup bu gerçeği Sofya Meclisi kürsüsünden halka duyurdu.  24 Mayıs günü aynı konuda daha şeffaf bir söyleşisinde şöyle dedi:”Şimdi milliyetçiler dış ülkelerdeki Bulgarlara huzurlu olun, sisin haklarınızı koruyacağız, şimdiye kadar hakkınız olan her şeyi, istediğinizi şimdi de size vereceğiz, biz bir tek Türki’deki Bulgaristan vatandaşlarını haklarından etmek istiyoruz, onların hakları budanacak. Fakat bu kapanın kurulmasına yol vermeyeceğiz. Bu yalnız bir ayrımcı yöntem olmakla kalmıyor, bu düşünülebilecek olan en iğrenç ayrımcılıktır, çünkü Bulgaristan vatandaşları etnik ve dini açıdan ayrıma maruz kalıyorlar. Bundan 27 yıl önce aynı insanlar komünist rejimin en ağır  işkencelerini gördüler, vatanlarından kovuldular. Şimdi sözde demokratik Bulgaristan “Seçim Yasası Değişiklikleri” ile insanlara yeniden ayrım uyguluyor ve işkence ediyor.

 

Bu çok acı bir gerçektir:2016 yılı bizim için çok talihsiz başladı. Art arda darbeler alıyoruz.  HÖH partisinin parçalanması, DOST’un iki arada bir batakta kalması, Cebel anma törenlerinde siyasi konuşma yapılmasının yasaklanması, L. Mestan ve arkadaşlarının miting kürsüsüne çıkarılmaması, Çingene dinsizlerine para verip en kutsal günlerimizde kargaşa yaratılması yukarıda işaret ettiğim “üstün aklın” işiyse, işler kötüye gidiyor işaretlerini doğru okumalıyız.

 

Tüm bu keşmekeş içinde “Başına buyruk, arkasına kuyruk” atasözümüzü anımsatan hareketleri ise, HÖH yeni Genel Başkanı Mustafa Karadayı’nın sivrilme çabalarında görüyoruz. Ona “Büyük lokma yut ve büyük yalan söyle” nasihat etmişler olacaklar ki: “HÖH partisi bölünmez!” gibi birşey dolamış diline ve hep aynı şeyi tekrar ediyor. Sanki bu parti 8 defa parçalanmadı.  Genel Başkan olalı sanki kendi bildiğini yapan bu genç, başta Ahmet Doğan olmak üzere her şeyi “üst akla”, “DANS” a ve daha birkaç yere danışması gerektiğini unutmuş olacak ya da Ankara’da CHP Başkanı Kemal Kılıçtaroğulu ile görüşmesinin etkisinden kurtulamamış olacak ki, “Atatürk!“ü dilinden düşürmüyor.

Onun, Cebel Çeşmesi başında mikrofonu kaptığını gördüğümde, aklıma Londra’da   “Büyük Park“a toplanıp kendi kendine nutuk çeken tipleri anımsadım. Orada halka hitaben konuşma öğrenmek isteyenler kendi kendilerine konuşuyor. Dinleyen, kulak veren, alkışlayan falan yok. Olması da önemli değil zaten. Karadayı’nın etrafında da kimse yoktu. Adam kendi kendine gelin güvey oldu. Dinleyici olması da önemli değil zaten, çünkü konuştuklarının hepsi fasa fiso, anlamsız ve yararsız. Ben bu deneyimsiz, toy gencik Atatürk’ü ağazında gevelemesinden korktum. Çünkü o Atatürk’ü tanımıyor, bilmiyor ve Türk halkının ve bu arada Bulgaristan Türklerinin de kutsalı olan bu tarihsel önder hakkında  tamamen tutarsız şeyler konuşuyor. HÖH partisi budana budana  öyle bir duruma getirildi ki, halk önüne çıkıp da doğru dürüst beş cümle söyleyecek adam aranıyor. Anlaşılan HÖH partisi şu dönem hala düşman yaratmaya devam ediyor. Dedik ya düşmanı olmayanın dostu da olmaz. Besbelli bizim bu süreçte ikinci aşamayı beklememiz gerekecek.

Devam edecek.

Reklamlar