Tarih: 09 Ekim 2018

Yazan: Mehmet ÇAKIR

Konu:  “Pabuç” Değiştirme Zamanı.

Trabzonluların “da” sı bizde yoktur. Bizde bir kızana “abi sen adamı gördün mü?” diye sorsaн “ye” der.

Ye”,  “Evet ağabey gördüm!” anlamındadır.

Ee nasıl bir adam?” şeklinde devam etsek.

Şey, gözleri patlak ve birbirine çok yakın” derse, o adam bizden yani Rumeli’den değil, anlamına gelir. Rumeli’den değil sözlerinin ardında olan ise, “bu adamın eti kemiği, ruhu ve niyeti bizden değil,” manasını taşır.

Son günlerde farklı resimler çıktı. Adamlardan biri kasırga gibi… Dokunduğu işi bozuyor, kırıp döküyor. Açtığı zararın hakkı hesabı yok. Bulgaristan’da birkaç gencin iplerini yakalamış, bildiğini okumaya devam ediyor. Adam kendini doktor sanıyor.

Bacakları, kolları, kafası kesilmiş bir ceset var ortada. Ne ki ruhu doktoru rahata bırakmıyor. Ceset yaşamak istiyor. Doktor da bu adam dirilirse bize faydası olur mu hesapları peşinde…

Doktor cesedin adını kullanmıyor. “Onlar” diyor. Elinde olsa “iyilikten anlamayanlar” diyecek. Diyemiyor. Bulgaristan Türkleri de demiyor. Kolu bacağı ve kafası gövdeden kopmuş ceset. Bu biziz. Bu işin buraya varmasında önemli rolü oldu ilgilinin.

Boş kafalı hareketlerle, bazı devlet yetkilileriyle yan yana durup resim çektirdi. Resimlerde düşündüklerini birleştiriyor, ama hayatta olmuyor. Bu işler pabuç dikmekten zor.

Siyaset kâhini kesildi. Her konuda ön planda! HDP Genel Başkanı Demirtaş için bile “hapishaneden çıksın ve Cumhurbaşkanı yarışına katılsın” dedi.  TV ekranında Filistin konusunu da işledi. Bir Suriye’ye gönüllü gitmesi kaldı. Hangi işe dokunsa bozuyor. Arkası harabelik.

Bu gibiler kasap olsa, kasap değil, ruh doktoru olsa, o da değil. Başımıza dikilmiş, akbaba gibi süzülmüş üzerimize, birisinin ayağı dolaşa da düşse ve iki tekme de ben vursam, diye kez alıyor.

Mestan’ı HÖH’ten kopardı. Bir süre tozda çamurda yuvarladı. Umut suyunda yıkadı. Sonra bastı tekmeyi. Artık telefonlarını kapatmış. Ankara’da AK Parti kurultayında yüzüne bakmamış, kör ile şaşı gibi kesişseler de selam sabah yok… Bulgaristan Türklerine selam da göndermemiş. Bu işlerden ne kazandın diye soracaklar diye korkuyormuş.

Akbaba süzülmüş şimdi ve bacağı mı kapayım yoksa kolu mu alayım, kaldırabilir miyim acaba hesapları yapıyor? Bu hesaplar pazarda yine tutmayacak farkında değil. Kötülük ettiğinin de farkında değil…
Bu hafta Razgrat’ta Türk dernekleri ortak çalışma programına davet edilmedi. Bulgaristan Müslüman Türkleri HAKLARINI ARAMA KONSEPTİ HAZIRLADI kendisine danışılmadı. İpsiz mum gibi kaldı ortada.

O şunu iyi bilinmelidir. Dostluk, kardeşlik ve özgürlük ışıkları Bulgaristan Türklerini hiç bir zaman derin etkilememiştir. bizimde köyde yaşayan veya bizim köye gelip yerleşen biriyle bizim dost olmamıza gerek yoktur. Enerjimiz, zekamız ve perspektifimiz onu ısıtır, kaynatır ve eritir. Gelen kendisi bizden biri olmayı gönüllü kabul eder. Ruhunu ve zekâsını eritebileceğimizi bildiğimiz bir yabancıyla kardeş olmamıza gerek yoktur. Bir insan başka birisiyle ya kardeştir ya da değildir. Kimse sonradan kardeş olmaz, ancak “yoldaş”, omuzdaş, “arkadaş”, “kanka” vb olabilir. O da bir Trabzonluyla bir Rumelili arasında bu mertebede yakınlık zor kurulur. İki tüp de huy ve karakter olarak çok ezilmiş ve ödün vermez niteliklidir. Ortak hedefte buluşamazlar. Gerçek budur. Taraflar bilinçlendikçe birbirinden uzaklaşır ve birinin ötekisini temsil etmesine tahammül göstermezler.

Türkan Çeşme” mitingine gelip gözyaşı dökmeye gayret eden Trabzonlu “temsilcilerin” sahteliğinde bunu yaşadık. O bizde “koyun sürüsü içinde kurt” izlenimi bıraktı. Feci bir irkilme ve acı bir duygu…

Özgürlük dediğimizde şu bilinmelidir. Biz boşlukta olan tipler değiliz. Bu memleket 600 sene Dikey İslam ve Osmanlı anlayışıyla yönetilirken, toprağımıza özgürce kök salmışız ve kökü ne kadar derindeyse, bir ağacın (milletin, halk topluluğunun) gölgesi o kadar güvenilirdir. İnancı ruhumuza gıda olmuştur. Büyük ağaçlar sulanmaz. Biz büyük bir ağacız. Gölgemiz silinmez, yok edilemez… Bu gölgenin serinliği bizim özgürlüğümüzdür. Biz fındıkları söküp yerine kivi ekerek kazançlı olmayı hiç düşünmedik.  Biz düşlerimize inanırız ama gerçekliğimiz içinde yaşarız.

İnsanlara, kitlelere düş aşılamak zordur. Şunu biliriz. İnsanlar 1795 Fransız devrimi gerçeğini bilselerdi, yeni bir devrim yapmak istemezler. 223 yıl önce Fransız Burjuva Devrimiz zafer bayrağını dalgalandırana kadar Fransa’da her 4 kişiden biri kurban edilmişti. Hem de giyotinde başı kaydırılarak. O işten kalan şudur: Geçmiş asla ölmez.

Bulgaristanlılar sofrasında bulunarak, onları birinden kopararak, kendilerine ke kadar büyük zarar verdiğini bir türlü anlayamayan tipler, yüksek görevlerde poz verirken halkımızın çekisi ve kendi gayretleriyle durumdan kurtuluş çabaları devam ediyor.

Yeni yüzyılın başında sizin bizi anlayabilmeniz için bizim geçmişimizi sönmeden devam eden mücadelemizi, yaşadığımız ortamı ve sahneye çıkan yeni oyuncuları, kahraman ve hainleri iyi bilmeniz gerekir. Siz hiç birini tanıyamadınız.
Siz, biraz gözyaşı, biraz “ah vah” ile bazı yaraları pansuman edip geçmişimizi unutmak isteyenlerle buluşabilirsiniz, fakat nesiller değişse bile tarihin etkilerinin silinip yok edilmesi mümkün değildir. Aslında atacağınız hiçbir adımın önemi yok.

En büyük “dostunuz” DOST Genel Başkanı Lütfi Mestan’dı. Tekmeyi vurmuşsunuz. Hayır ola! Yanındaki birkaç kişiyle sürdürdüğünüz gizli temaslarla iş becereceğini kurguluyorsanız, unutun…
Halkımızı daha fazla aldatamazsınız.  Halkımızın ruhunu değiştirmek “Allah kabul etsin!” dışında bir olaydır.

Geçmiş özünde, ağır ağır birikimlerle toplanmış düşünceler, duygular, umutsuzluklar, aldatılmışlıklar, hayal kırıkları ve ön yargılar bütününü barındırır. Siz, son 30 yılda yetişen yeni neslin her şeye yeniden başlamak zorunda olduğunu düşündüğünüzden dolayı kendilerini aldatılabileceğini düşünüyor olabilirsiniz. Bulgar milletinin kendi ruhunu besleyemediği için bunalıma düşmesi, bizim de bunalım yaşadığımız anlamına gelmez. Biz Bulgaristan Türkleri dayanırız, dayanacağız. Aman sizin de i. İşlerimize burun sokmanıza seyirci kalamayız. İç gelişmelerden güç alan insanlarımızda yeni bir canlanma var.  Siz, parçalama ve birleştirme ihtisaslı doktorluk yapma heveslisi ve bu işten para kazanma heveslisi olduğunuzdan dolayı bildiriyorum. Lütfen ameliyat masasından uzaklaşınız…
Biz bundan sonra laboratuvar tavşanı olmak istemiyoruz.

Ne yazık ki, yıllarca süren başarısızlıklarınız, boş umut ekmeniz, insanlarımızda belirli bir kas katılık ve değişmezlik yarattı. Eğer siz gibiler ruh hastası olduğunuzu kanıtlayan patlak gözlerinizle kitlemizi büyüleme çabalarınıza devam ederseniz, bu değişmezlik ve kas katılığın belirli bir boyutu sınır çizen belirli,  bir düzeyi geçmesine neden olabilirsiniz ki, o zaman yenilene bilirliğimizden, geleneksel bilinçle şarj olmamızdan söz edilemez. Kötülüklerinizin dönüşü olmayan boyutlara ulaşmış olur.

Şu iyi bilinmelidir. Kas katılaşmamız sertleştikçe ve değişmezlik daha da ağır bastığında atalarımızdan kalma ruhumuz sürekliliğini kaybedecektir. O zaman biz Bulgaristan’da hiçbir şeye ayak uyduramaz, körelmişler, ezilmiş ruhsuzlar durumuna itileceğiz ki, bu yok olmamız anlamına gelir. Siz dış ülkede zor zar yaşayan bir Müslüman Türkün Türkiye’ye olan inancını yitirmesinin ne anlama geldiğini asla bilemezsiniz. Ve bu kötülük siz gibi patlak gözlülerin gayreti sonucu olacaktır. Türkiye umudunun sönmesi çok tehlikelidir. Daha da ezilmeyi ve bitmeyi kabul etmek anlamına gelir.

1989’da oluşan Türklük ruhumuzu yaşatmak zorundayız. Siz gibi tiplerin sürekli başarısızlığı insanlarımızı yaralıyor. Yılların birikimiyle oluşan Türk kimliğimizi yaralıyor. Oysa kutsalımız Bulgar devlet terörüyle mücadele içinde oluşmuştur. Kurban edemeyiz.

Sizin olaylara bakış noktanızdan, önümden bir tavşan geçsin de tutayım veya vurayım hesapları yapıyorsunuz. Tavşanların yolunun değiştiğinin farkında değilsiniz. Kötülük yapmak kolaydır. Bir halkın ruhunu değiştirmek ise olağanüstü zordur ve biz sizin hakkımızda tek söz söylemenize dahi tahammül edemeyiz. Bize “sahip çıkmanıza” gerek yok. Siz bize ancak kötülük edebilirsiniz. Bu işler pabuççu işi değildir…

Uluslararası anlaşmaların gölgesinde iş görme umutlarınız da boş. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi “anadilin kaliteli bir şekilde öğretilmesini” tavsiye ediyor. Avrupa Konseyi 6 ay Sofya’da çalıştı, bizdeydi ama bir Çingene ve Türk okulunu ziyaret etmedi. Çünkü ülkemizde böyle bir okul yok. Bu yıl Asenovgrat’ta, şimdi de Ruse’de motorize sopacılar Müslüman mahallelere saldırıyorlar, hangi protesto mektubunun altında imzanız var?

İnsan Hakları Çerçeve Anlaşmasının 5.(1) maddesinde şöyle deniyor: “azınlıklar kendi dillerini yaşatmak ve geliştirmek zorundadır!” Bu ülkede Türkçe konuşana ceza kesildiğini hatırlatırım. Madde 10 (1)!de  “kişisel ve toplumsal yaşamda anadillerini istedikleri gibi kullanabilirler.” Deniyor. Nerede bu bayram? Kaç yıldan beri TBMM’de “Bulgaristan kürsüsünden maaş alıyorsunuz”, bir okul açtınız mı? Kaç hastaya ilaç gönderdiniz. Kaç kimsesiz yaşlıyı huzur evine aldınız???

Avrupa Birliği Bulgaristan’a anadilimizin seçim kampanyasında kullanılmasını da öğütlüyor, fakat kesilen cezalar ortadadır. El altından para sıkıştırmakla sorunlar çözülmüyor. Bazı kişilere sahip çıkmakla ileri gidemezsiniz. Anlaşılan siz gibiler Bulgaristanlı Müslümanların kolektif haklarını elde etmesinden korkuyorsunuz. Neler neler yaşadık fakat T.C. milletvekili ve Meclis Dostluk Komisyonu Başkanı bir protesto mektubu gönderdiğini göremedik.
En iyisi tarafsız gözlemci ve tribünlerde seyirci kalmak,  maçtan sonra yorum yapmaktır. Bulgaristan’da hiçbir konuda söz geçiremediğinizi görmeyen ve bilmeyen kalmadı.

1991 Anayasasının 36. (2) maddesi, “Bulgar dili anadili olmayanlara, anadillerini öğrenme hakkı” tanıyor, ama rejim uygulamıyor. Ne zaman protesto ettiniz. İki gün önce Sofya Meclis Başkanı Karayançeva Ankara’da idi.  Ne dediniz. Odun kömür durumumuzdan ilgilendiniz mi?  Yoksa Kenan Evren’in “eti sizin kemikleri bizim” sözlerini birlikte mi hatırladınız!

Uygulanmayan devletler-arası antlaşmalarla ilgili, uluslararası kamuoyunu ayağa kaldırma hakkı sizin değil mi? Bakıyoruz Filistin konusundaki konuşmalarınızda hak hukuk diyorsunuz.  Bulgaristan Müslüman Türkleri söz konusu olduğunda dut yemiş bülbül gibisiniz.

Kırca Ali’de kürsüden “Bulgar devletine verdiklerinizi ödeyin!” çağrısında bulunacak kadar ileri giden muhalefet temsilcilerinizin ağızı kapatmak için bir demeç ver(e)mediniz.

Siz bu işlerden parmağınızı bala daldırmaya başlayalı, bizim ve çocuklarımızın gözüne yeni perdeler düştü.

Sizin, yakınlarımızın yaşadığı T.C.’den umudumuzu gölgeleme hakkınız yoktur. Biz kendi sorunlarımızı kendimiz çözebiliriz. Bulgarlarla aramıza girmeye de hakkınız yok ve girmenizi istemiyoruz. Son 3 yılda bize o kadar büyük kötülükler ettiniz ki, 200 sayfaya sığdıramam. 2017 Mart seçimlerinde tartaklanacak kadar alçalmamıza neden oldunuz. Bir protesto çekmeye cesaret bulamadınız. Çekilin yolumuzdan! Bize gölge etmeyiniz yeter…

Okuyun ve paylaşınız.

Reklamlar