BGSAM

Tarih: 05 Mayıs 2017

Konu:  Büyük işleri ancak büyük ve cesur halklar yapabilir.

Haziran 1989’da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği İnsani Boyut Konferansı (AGİT) Paris’te devam ediyordu. Bu uluslar arası foruma damga vuran, 1877–78 Rus Osmanlı Savaşı’ndan sonra Bulgar Prensliği’nde ve daha sonra da III. Bulgar devletinde azınlık statüsünde kalan Müslüman Türklerin bu konferans arifesinde ayaklanıp direnişe arasız devam etmesi ve hatta maruz kaldıkları çok şiddetli baskı, zulüm ve katliamlar karşısında kitle halinde göçe kalkışmaları oldu. Bu, onların tarihlerinde ilk örgütlü ve toplu ayaklanmaydı.

İkinci olarak, yine bu forumda gündem belirleyen olay ise şuydu.  O zaman alınmaz bir kale olduğu sanılan ve insan hak ve özgürlüklerini çok sıkı ve sert baskı ve terörle ezen, demokratik güçleri ve etnik azınlıkları susturma konusunda devletlerarası sözleşmelere uymayan Bulgaristan’da,  Müslüman Türk azınlık örgütlü bir hareketlenme başlatıp onu bir ulusal ayaklanmaya ve acil çözüm bekleyen bir sorun olarak demokratik dünyaya taşıyabilmesi oldu. Haklı davasına ulusal ve uluslar arası anlam ve önem kazandırmayı başarmış olmalarıdır.

Üçüncü olarak ise, yine 1878’de Osmanlıdan koparılmalarından sonra ilk kez olmak üzere ilk kez kendi haklı davalarını 1989 AGİT Konferansı gibi bir uluslar arası yüksek temsili forumda, kendileri, ağır mücadele yıllarında kendilerinin kurduğu siyasi örgütlerin seçkin temsilcileriyle temsil etmeleri, başarılı savunmaları ve karar talep etmeleridir. Bulgaristan Müslüman Türklerini Paris AGİT kürsüsünden İnsan Haklarını Savunma Demokratik Birliği (İHSDB) – Demokratik Lig Başkanı Mustafa Ömer; 1989 Viyana Destek Derneği (VDD89) Başkanı Avni Veli, Bulgaristan Bağımsız İnsan Hakları Derneği (BBİHD) temsilcileri savundu. Bulgaristan tarihinde yine ilk kez Bulgaristan Müslüman Türklerin gerçek temsilcileri ve savunucuları ile Bulgar devlet temsilcileri bir uluslar arası forumda yüzleşti.

Bulgaristan Dış işleri Bakanı İvan Ganev 15 Haziran’da 1989 AGİT Paris Konferansı kürsüsünden 20 – 27 Mayıs 1989 Bulgaristan Müslüman Türk Ayaklanmasını tanıdı. Kürsüden, isim, dil, din, töre, gelenek, yaşam tarzı, özgün kültür, Müslüman Türk kimliği ile yaşamak uğruna 1984 – 1989 döneminde 140 kişinin öldürüldüğü, 12 bin kişinin tutuk evi ve hapishanelerden geçtiği, 517 Türkün “Belene” adasındaki ölüm kampında eziyet gördüğü, sürüldüğü dünyaya duyuruldu. Yine bu konferans kürsüsünden ilk kez 1984 – 1989 zulüm yıllarında öldürülen Bulgaristan Türklerinin Türk isimleri okundu.

Şunu itiraf etmek zorundayım. Bundan 28 yıl önce AGİT Paris Konferansında Bulgaristan’da oluşan cepheleşme sanki bugünden daha belirgindi, totaliter rejim güçleri ile demokrasi için omuz omuza vermiş güçler arasındaki kırmızıçizgi kendiliğinden çekilmişti.

Bir cephede, 1989 Mayısında ayaklanan ve arkalarında birbirinden bağımsız hareket eden, özgürlükçü, insan hakları savunucusu Bulgaristan Türklerinin 28 yarı legal ve gizli direniş örgütü vardı. Bulgar demokratlarının bağımsız insan hakları örgütleri ve İliya Minev’in yönettiği direniş örgütünün “Türk Kadı” vb yer alırken, karşı cephede Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ve sosyalist totaliter devlet vardı.

O dönem  ne yapacağını bilemeyen diktatör Todor Jivkov  azdıkça azıyor günlerini sayıyordu. 1989 AGİT Konferansından 7 ay sonra Sofya’da kürsülere ve meydanlara sığmayan Demokratik Güçler Birliği (CDC)  ve bir yıl sonra Bulgar demokrasisinin Müslüman Tükler destekli Cumhurbaşkanı Jelü Jelev, BKP parasıyla alınan uçak biletleriyle Paris’e gelmiş, ne ki AGİT kürsüsüne çıkıp Müslüman Türklerin hak ve özgürlük mücadelesini desteklememiştir.

Burada vurgulanması gereken en önemli nokta, 1989’un 10 Kasım günü Todor Jivkov’un devrilmesinde en büyük ve sonuç belirleyen rolü oynayan Bulgaristan Müslüman Türkleri 1989 Ayaklanmasının 28 yıldan beri önemsizlinmiş, küçümsenmiş, ulusal ve uluslar arası önemine hak ettiği önem ve yer verilmemeye sürekli gayret edilmiş olmasıdır.Oysa “Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla sembolleşen “Soğuk Savaş”ın ve Doğu ve Güney Doğu Avrupa’da Sovyet diktatörlüğü döneminin son bulmasında Bulgaristan katkısı yalnız ve ancak 1989 Mayıs Ayaklanmamızla taçlanmıştır. 1970 – 90 yılları arasında Bulgaristan’da Bulgarlar arasında totaliter diktatörlük rejimini olumsuzlayan ve demokrasiyi hayata çağıran bir demokratik uyanış ve hareketlenme süreci yaşanmamıştır. Eğer böyle bir süreç mayalanmış olsaydı,  1971–73 Rodoslardaki Pomak Başkaldırısında,  1984- 89 Türk ulusal direnişlerinde Bulgarlardan hiç olmazsa 10 kişi “ne yapıyoruz, onlar bizim vatandaşlarımız” derdi. Ne yazık ki demediler. Demek isteyenlere de dedirtmediler.

Olaya böyle baktığımızda, 1989 Mayıs Ayaklanmamızla bu topraklarda Bulgarlar ve Müslüman Türkler arasında kan ve hicran deresi aktı. Bunun en acı örneği Türklere ateş açılması ve üzerlerine tanklar sürülmesidir.  Bu yara bir daha asla kapanmaz duygu ve fikri kendiliğinden doğdu. Hayat bizim önümüze “Sen, bu kan ve hicran deresinin hangi yakasındasın?” sorusunu dayadı. 28 yıldan beri “Ben Bulgaristan Müslüman Türklerinin lideriyim” havaları estiren, kendi kendine gelin ve damat olan ve bugün saray bekçiliği yapan Ahmet Doğan, 1989’un son günlerinde hapisten salıverilmişti. 03 Ocak 1990’da akşam saat 5 sularında İç İşleri Bakanlığı özel helikopteriyle Kırcaali’ye indiğinde, meydanda yüz yüze gelmiş ve isimlerimizin, hak ve özgürlüklerimizin geri verilmesini engellemeye çalışan 10 bin Bulgar ile hak ve demokrasi mücadelesinde birleşmiş 40 bin Türk arasında tercih yaparken, Türklerin saflarına geçip önlerine dikilseydi ve “bensizden biriyim” deyebilseydi, bugün bu yazıyı yazmama gerek olmazdı. Ve bugün Bulgaristan’da Mayıs 1989 Ayaklanmasını “kim örgütledi ve kim yönetti?” tartışma ve kavgaları da parlamaya devam etmezdi. Daha da doğrusu HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı Türkiye’den toplatıp, masraflarını çekip 28 yıl önce donuna yapan çocuklara, köy meydanlarında “1989 Mayıs Ayaklanmasını Ahmet Doğan yönetti” dedirtme seviyesine düşmezdi. Olay bu kadar basit! Artık sis kalkıyor ve yamalar görülüyor.

O zaman Kırcaaliye bağlı Kirkovo belediyesindeki 80 gizli polis (DC) ajanından biri olan ve 1990 ilk demokratik seçimlerinde Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) selinde kendisine yer bulamayan, bugünkü  “DOST” partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan’nın da 1972’den beri akan ve 1984’te taşan, 1989’da Bulgaristan’ı çökerten ve adına “kan ve hicran deresi” dediğimiz kırmızı çizginin, bir o, bir de bu yakasına sıçraya sıçraya yorulan ve bugün de siyasi konumunu netleştirip Türk kimliğimizde buluşamadığı için tek özle karşımıza çıkamıyor. Yıllar yılı kendi aydınlarını yetiştiremeyen bir etnik halk topluluğuyuz. İlk kez karşımıza düzgüm sakallı gençlere ulema umuduyla bakan gözlerle bakmaya başlamamız bizi çok şaşırttı. Biz ezilmişliğin sızıları ve karanlıkta körleşen gözlerle beyaz gömleklerin, mavi kravatların, pahalı ayakkabı ve elbiselerin bir şekil, bir dış görüşüş olduğunu anlayamadık. Bu şeklin içinde bizden olmayan, derenin öte tarafında yer alan ve bize düşman gözüyle bakanları tanıyamadık ya da tanımak istemedik. Olabilir ya tanımak isteyenlere engel de olundu.  Dış görünüşe aldandık ve aldanmaya ne yazık ki bugün devam ediyoruz. Hainin dostu hain olur atasözüne inanmadık. Yanlışmışız! Bu yanılgıda, Türk ruhunun bükülmezliğine ve yenilmezliğine inancımız ağır basmış olabilir.

Her şeye rağmen, bu ayaklanma sonucunda, hak ve özgürlükleri verilip bu davayı kapatma yolu seçileceğine, yarım milyon Bulgaristan Türküne sınır kapısını gösterme sebebi neydi? Son hesapta, bütün varlıkların en değerlisi İNSAN değil midir? Dizilen tütünlerin yapraklarına “Türkeli deymiştir”;  Kırcaali Kurşun Çinko Fabrikası kurşun, çinko ve gümüş külçelerin üzerine “Türk teriyle elde edilmiştir”,  Dobruca ovasından milyonlarca ton altın renkli buğday çuvallarında “Türkler üretmiştir” damgası yoktu. Fakat o zaman Bulgaristan devlet bankalarındaki sıcak paranın üçte biri Müslüman Türklerin hesaplarında yatıyordu. Devlet ise, batmış, parası bitmiş, çöktü çökecekti. 2 Ekim 1988 günü diktatör Todor Jivkov  Bavyera Başbakanı Frans Yosev Strauss’u (1978 – 1988) Bulgaristan’da karşılamış ve Deliorman’da “Voden” Devlet Av Parkında kendisiyle dört göz arasında bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede T. Jivkov Strauss’a Bulgar devletinin iflas ettiğini, Moskova’nın kesenin ağzını açmak istemediğini itiraf ettikten sonra, Federal Almanya’dan 500 milyon DM borç talep etmiştir. Bu parayı vermeyi kabul eden Strauss Münih’e döndüğünde (3 Ekim 1988) vefat etmiş ve borç alınamamıştır. Bulgaristan’da 1989 Mayıs Ayaklanması patladığında devlet hazinesi bom boştur ve yok oluşa son çözüm İSYAN EDEN MÜSLÜMAN TÜRK AZINLIĞIN bankadaki paralarına el atmak ve batmaktan kurtulmaktı. Bankalar para yok deyip kepen kaparken milislerin köy köy dolaşıp 24 saatte Bulgaristan’ı terk edin feryadı bundandır. Buradaki sorun şudur: HEMEN Mİ YOK OLALIM YOKSA BİRAZ DAHA DAYANALIM MI?

“DOST” partisi Başkanı Lütfü Mestan’ın  “1989 yılı Mayıs ayı gerçekleri ve itiraf beklentisi” başlıklı yazısında ele aldığı, Ayaklanmanın gerekçeleri; Yüz yıllık zulmün patlama özellikleri; 200’den fazla yerleşim merkezinde 70 bin kişinin birden hareketlenmesi; olayların Bulgaristan’dan taşması; Ayaklanmayı örgütleyen ve yöneten güçler” gibi konulara doyurucu yanıt verememiştir. Halkın Demokrasi Partisi Genel Başkanı Orhan İsmailov ise bu konuda bir bildiri yayınlama zahmetine bile katlanmamıştır.

1989 Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustosunda 350 bin Bulgaristan Türkü sınır dışı edilirken seçim yapılmış, hapis ve sürgünden dönenlere, okumuş ailelere, kanaat sahibi aydınlara, köy ve mahalle önderlerine, meslek sahibi olanlara, zulüm yıllarına direnen ve örgütlenen kadrolara, cesur ve öngörülü gençlerin hepsine “gidin” denmiş ve sözün tam anlamıyla kovulmuşlardır. Böylece Türkler arasında 3 016 ajanı olan gizli polis “DC” kontrolden kaçırdığı Müslüman Türk kitleye yeniden hakim olmak için “Ahmet Doğan” tuzağını kurmuş ve Türkler arasındaki siyasi yapılanmayı kendi kontrolünde biçimlendirme yolunu seçmiştir.  Bu Ayaklanmanın en büyük sonucu Bulgaristan Müslüman Türklerinin ülkenin siyasi geleceğinde yeri doldurulmaz, olmazsa olmaz bir faktör durumuna getirmesi olmuştur. Bu tuzağın adı Hak ve Özgürlükler Hareketidir ve Lütfi Mestan bu partiye Genel Başkanlık yaptığından dolayı gerçekleri söyleyebilecek durumda değildir.

Hem de nerede var böyle bir şey? Örneğin Ahmet Doğan, 1974’ten beri sivil polis güdümünde, okumasını, Marksizm-Leninizm feylesofu olmasını, BKP MK Sosyal Bilimler ve Kamu Yönetimi Akademisi’nde okuyacak, Bulgaristan Bilimler Akademisi’nde “Türkleri en kolay nasıl asimile ederiz” konusunda doktora tezi savunacak ve neticede bir anti-komünist, anti-terörist halk ayaklanmasının başına geçecek?! Bu sene yaprak döken bir ağaç gelecek yıl aynı sürgünle yeşerir. Güneşin batıdan doğması gibi bir şey bu! Başka bir ifadeyle kork tavuk altında ördek yumurtasından piliç çıkmış gibi bir şey. Lütfi Mestan içinde aynı sözler geçerlidir. Bir köy ajanından parti başkanı olduğu nerede görüşmüş!? Bugün bu partinin, yarın şu partinin üyesi olmak ancak karaktersizlerin vasfı olabilir. Bu bakıma, bu olaylar, futbol karşılaşmasında bütün oyunculara kırmızı karton gösterilince (gerçek savaşımcılar memlekette kovulunca) taraftar grubundan önceden belirlenmiş birilerin sahaya çekilmesi gibi bir şey, her şey beklenebilirdi fakat sahtekârlığın bu boyutuna pes vallahi.

Bir de Mestan’ın olayla ilgili yazısında, son 3 aydan beri, totaliter rejim aleyhtarlığıyla bilinen DOST partisi üyesi Perıt Boyaciev’in Türkler ve Pomaklarla birlikte geçirdiği hapishane yılları, Bağımsız İnsan Hakları Örgütü “Türk Kanadı” ile Fransa’dan telefon temasları ve AGİT konferansında oynadığı belirli rol abartılarak, bu güçleri 1989 Mayısı Türk Ayaklanmasını örgütleyen ve yöneten faktör durumuna getirmeye çalışması çabaları kabul edilebilir bir durum değildir. 22 Mart 2017 erken genel seçim arifesinde P. Boyaciev’in “DOST Birliği” toplantılarında yaptığı konuşmaların hepsini inceledik ve gerçeklerin çarpıtılmasına yol verilmemesi uyarısında bulunuyoruz. 1989’da Türklerle Pomaklar arasında savaşım meydanlarında kaynaşma olmaması, Pomaklara yapılan saldırılardan Türklerin de çok yaralar almasından dolayı geri çekilmelerinde gizlenir. Pomaklarınsa o zaman (1972) siz bizi desteklemediniz gibi asılsız iddialarında gizlidir. Bu olaylar neticesinde, aslında (aynı müfrezeyi oluşturan, aynı zulmü görmüş ve ayaklanmış olan)  Bulgaristan Müslüman Türklerinin direnişleri 3 dalga halinde gerçekleşmiştir. Birincisi, 1971-1973 Pomak direnişleri ve ayaklanması; İkincisi 1984-1989 Bulgaristanlı Türklerin sert kararlı ve örgütlü direnişleri ve Mayıs 1989 Ayaklanması ve üçüncüsü 1989 Aralığı’nın son günlerinde Türklerin dış desteğiyle ve artık Bulgar demokratik güçlerinin de destekliyoruz bayrağı kaldırdığı Sofya Parlamento kuşatması ve il merkezlerindeki yerel isyan dalgalarıdır. Bulgaristan’da etnik azınlıkların kimliğine saldırılara “Yetti artık, yetti! Hesap vakti geldi!” deyemeyen Ahmet Doğan, Lütfi Mestan, Kasim Dal, Orhan İsmailov ve başkaları kardeşlerimizi öldürenlere “Siz Katilsiniz!” deyemediler. Ve bu tartışma burada bitmiştir. Af edilmeyen suçlar vardır. Katiller cezasını almadan. Adalet bayrağı göndere çekilmeden bu kavga bitmez. Şehitlerimizin mezarlarına demet demet çiçek taşımakla da aklanmaz katillerin suçları.

Şehitlerin yattığı kabirlere, bu topraklar bizim hepimizin memleketi, vatanıdır! yazılmadan geleceğe götüren yol taşlarına, bu kavga bitmez, bitmeyecektir… Biz bu Vatanın evlatları, Sahibiyiz!

Reklamlar