rafet murt

Gözlerinizdeki Türk dünyasını birlik ve beraberlikte buluşturan ışıltılar bir bilseniz ne güzel!

Hepinizi kutlarken panelimize başarılar diliyorum.

Sevgili kardeşlerim, sayın, başkanım, büyüklerimiz, yazar, şair, halk ozanı ve geleneksel Yalova yaratıcılık şölenimizi sayıp da uzaklardan gelen elinin her hareketi bir subaşı, bir kaynak olan Dostlarım, önce müsaadenizle….

15 Temmuz gecesi Türk halkının, anavatanımız Türkiye’mizin başına gelen ve en büyük yaratıcı olduğunu tüm dünyaya bir daha gösteren yüce halkımızın başarıyla başından savabildiği büyük felaketi püskürtebildiğimiz devlet darbesi denemesiyle ilgili hepinize, hepimize geçmiş olsun diyeyim.

Bize, böyle bir felaketten kendi gücümüzle kurtulabilme cesareti, irade ve sağduyu veren Yüce Tanrımıza, tarihimizin o en karanlık gecesinde halkımızı zafer yolunda yüreklendirip yöneten büyük lider, Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’a, Sayın Başbakanımız Binali Yıldırım’a, tüm Partili kardeşlerimize, özellikle de tüm Türk halkına ve Türk dünyasına GEÇMİŞ OLSUN derken, en barışçı, en huzurlu ve en aydın günlerin hepimizin olması temennilerimi iletmek istiyorum.

Bu şölende, Bulgaristan Müslüman Türklerinin yaratıcılığına, şiirine, destanlarına yansıyan, yüreklere dolup şarkılaşan VATAN SEVGİSİNİ dile getirmek için huzurunuzdayım. Kuşkusuz, hepinizin en iyi niyetine sonsuz inansam da, içinizden VATANINIZI O KADAR ÇOK SEVİYORDUNUZ DA, ZORU GÜRÜNCE NEDEN BIRAKIP KAÇTINIZ diyenler olabilir.

Bu, bir kötü niyet ifadesi olmasa bile, bir gerçektir, biz VATANIMIZDAN KOVULDUK ama  VATANSIZ  DEĞİLİZ,  ATA   VATANDAN    ANA    VATANA    GELDİK.

Ben, Yüce Tanrının yarattığı sevginin bölünmez bir bütün olduğuna inanan bir yaratıcıyım. Ne var ki, her bütün gibi, bizlerde vatan sevgisi de bir ATAVATAN VE ANAVATAN BÜTÜNÜDÜR.

Hani şu, misafirperver Yalova gibi!

Adını YALI’dan alan bu güzeller güzeli insanların yurdu olan yalı-şehir, dalgalarla karanın buluştuğu yer anlamına gelir ve bu buluşma, bir yarısı tuzlu sularda, öteki yarısı karada olsa bile bir bütündür.

Bazen sırt sıvazlayan, bazen de hırçınlaşan ve kuduran dalgaların hışmına uğrasa da O SEVGİ her an bir BÜTÜNLÜK sergiler. Bu ana – evlat sevgisi gibi bir şeydir. Biz, Bulgaristanlı Türklerin Ata Vatan ve Ana-vatan sevgimizi yansıtan yaratıcılığımızı, tarihimizin belirli bir zaman kesiminde meydana gelmiş bir kopukluk olarak görmenizi rica ederken, geçmişte bir olan, gelecekte de buluşup kaynaşır inancıyla algılanmasının yararlı olacağı inancındayım.

Biz hepimiz, Osmanlı düvelinin yaratıcılar orduları fertlerinin ruhunu bugünlere taşıyan ve Türk Dünyası Çağdaş Yaratıcılar Ordusu’nu yaratan kalemşorlarız.

Binlerce yıllık anadilimiz Türkçe’mizin artık her biri bir devlet dili olan kadim lehçeleriyle yaratsak da, çekiç vurdukça örsten gelen ses birdir, aynıdır. Büyük şair Kısakürek’in dediği gibi, “Türkçenin konuşulduğu her yer, Türk dünyasıdır.”

Osmanlıda, Namık Kemal Vatan ya Silistre, demeden, her yer herkesin yurduydu.

Bu yurtta açan renk renk ama farklı kokan çiçekler de Büyük Osmanlı demetiydi.

Biz kokumuzu diğerleriyle karıştırmayız diyen ayrı ayrı çiçekler, Osmanlı’dan 44 demet, yani 44 devlet olarak çıktı. Bugün bu şiir şölenimiz Osmanlının günümüze uzanan ana dokusunun Türkçe olduğuna kesin kanıttır. Bu yaratıcılığın tarihteki yeni kahramanları sizlersiniz.

Hepinizi alkışlıyorum.

Sayın kader kardeşlerim, biz hepimiz bir coğrafi bütünün birbirinden şirin, birbirine hem çok yakın hem de uzak diyarlarından, insanoğlunun kutsalları arasında en kutsalın VATAN olduğu inancıyla geldik. Bu inancın özünde, bir insanın doğup büyüdüğü yer onun VATANIDIR gerçeği yer alır.

Bu insanın fıtratında olan bir gerçektir.

Bu yüzdendir ki, biz Bulgaristan Türkleri bundan 138 yıl önce, Osmanlı’da koparıldığımızda ve Anadolu’da yeni Müslüman-Türk kimliği oluşurken, Balkanlarda ve özellikle de atalarım Bulgaristan’da Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliğini oluşturma savaşımı henüz başlattılar.

Bu bir asır devam eden olağanüstü ağır bir mücadeleydi.

Biz, “uğruna kan dökülmeyen toprak VATAN olamaz” gerçeğinden çıkarsak, dedelerimiz Yemen’de, Erzurum dağları’nda, Çanakkale’de, Gelibolu’da, Sakarya ve Edirne cephelerinde kalmış yetim boylarındanız.

Osmanlıda 300 sene kan dökülmemiş, 3 bin minareli, mescitli, medreseli, dilli, dinli, ananeleri, gelenekleri ve öz kültür ve medeniyeti olan bir diyarın Yeni kurulan Bulgar Krallığında öz vatandaş olsak da, oralarda ana vazifemiz Osmanlı bekçili yapmaktı.

O gün bu gün biz orada egemenlik paylaşamadık.

1879’de kabul edilen ilk Bulgar Anayasası bir tek Vidin Müftüsü tarafından imzalanırken, 1908 ve 1948 Anayasaları baskı altında imzalatıldı 1992 Aanayasa Türk partisi milletvekillerince imzalanmadı, çünkü içinde temel insan haklarımız, anadil, din ve öz Türk-Müslüman kültürümüzün var olması savunulmamıştır.

Bir asırda 6 büyük kitlesel göç, altı kültürel soykırım demektir. Biz, 138 yıldan beri o topraklarda egemen unsur değiliz, hele totalitarizm döneminde yaşadığımız baskı, terör ve zulümden sonra “uğruna can verebileceğimiz toprak” nitelemesinin tamam değer yitirdiğine büyük kanıt “Büyük Göçtür. Bugün 1 milyondan fazlamız çifte vatandaşız ve gönlümüzde yaşayan Türkiye sevdasıdır.

Biz bu forumda, edebiyat, yaratıcılık konuşmaya toplandık.

Konuyu dağıtmak istemiyorum. Biz Bulgaristanlı yaratıcılar,  edebiyatı hayatı yansıtan bir yarış olarak gördük. Hedefimizde hep Bulgarlardan daha asil, daha yürekli, daha ilhamlı şiir, destan yaratmak, herkesi kucaklayacak romanlar yazmak vardı. Çünkü onlar bizden daha coşkulu eserler yaratırsa, gölgede ve ezilmiş kalabilirdik.

Bu anlayış maddi kültürümüze de yansıdı. Örneğin Bulgarların uyanış ve aydınlanma çağlarını yaşadığı, Kilise bağımsızlığı elde ettikleri, Bulgar okullarının vızıl vızıl çalıştığı Osmanlı döneminde komita başı olan Vasil Levski’nini doğup büyüdüğü Karlovo kasabasında, 1934’te Müze Evi kurulması kararı alınmıştır. Yardım toplandığı haberi yayılınca, elini kuşağına sokup 17 Reşadiye çıkaran ve “hayır görün”  diyen 1475’te ibadete açılan “Kurcun Cami” encümenlik başkanı Mıstık Mehmet olmuştur.

Sofya’nın en büyük camilerinden 7’sinin Kilise yapılmasına, Büyük Cami gibi bazılarının Ulusal Müze haline getirilmesine itiraz edilmemiştir. Bu hoşgörü anlayışımız, “varsın onların da olsun” eşitle yarışmak daha hayırlıdır anlayışıyla hareket etsek de gelen yanıtlar hep ters olmuştur.

Biz “komşu kapılı” bir tolerans kültüründen geliriz.

Bu asil yarışta, Bulgaristan’a dünya ve olimpiyat güreş ve halter yarışlarından ilk altın madalyaları getiren ve Bulgar’ın bilinmemişliğine ün kazandıran yerli Türkler oldu. Hiçbir eserimize düşmanlık tuzu atmadık.  Bu yarış, bugün de devam ediyor. Bu yarış aynı ruhla VATAN SEVGİSİYLE YARATICILIKTA da arasız devam etmiştir.

Ne yazık ki, Bulgar kafası, dört elle tutulunca Vatan Sevgisinin daha yükseklere çıkarılabileceğine akıl erdiremedi. “Bulgaristan Bulgarların” faşist şahlanışı kemikleştikçe bizi bu sevdadan büyük ölçüde soğuttu. Kuru gürültüye ayakkabı bıraktık diyemem, çünkü biz kovulunca Bulgar toplumu ve ruhu çöktü ve bugün artık giderek, demek istiyorum, bir ağacın orman olmadığı, tek elden ses çıkmadığı bilincine varmaya başlıyor. Bir insan bir ülkede yalnız kendisi hiç bir şey yapmamışsa, hiç bir şeyi yansıtamaz, hayat ürünü yaratılan eserler köksüz olduğundan, ömrü az olur.

Bir şairimizin, Türkler göç ederken arkalarında kalan alın teri bir anda bir yere toplansa “deniz olur” sözleri hep aklımdadır. Olmayan şey yansıtılamaz.

Değerli dava arkadaşlarım, size anlatmak istediğim VATAN SEVGİMİZ ve geçirdiği evrim, öyle bir-beş günde oluşmuş bir dönüşümsel değişim değildir. Bir-bir buçuk asır gerilere bakarak yuvarlanarak özleşen ve biçimlenen bir manevi-ruhsal olgu düşününüz.

Bu oluşumun asıl adı, Bulgaristanlı Türklerin, Müslüman-Türk kimliği oluşturma mücadelesindir. Bu olgu, bir yandan 1878’de yapılan, “93 Harbi” olarak bilinen, bir bölümü bugünkü Bulgaristan topraklarında yapılan, Plevne Savaşı, Şipka Savaşı vs olarak tarihe giren,  Osmanlı – Rus Savaşı yıkımı ile başlamıştır. İlk döneminde, savaş yenilgisiyle gelen talan, soygun, hor görülme, göçe zorlanma ve kitlesel göç faciasından kaynaklanan zaruri yet sonucu meydana gelen bir yeni biçimlenme olup içinde birçok perde gizler.

Bunlardan biri, egemen ulus olmaktan çıkıp ezilen ulus olma durumuna düşmek ve bu aciz durumda Osmanlı ümmet özünden ve bilincinden sıyrılıp, önce Bulgar Prensliğinde ve ardından da 1944’e kadar Bulgar çarlığında yaşayan Müslüman-Türk kimliğini oluşturma mücadelesinde çok çileli bir diriliş olarak düşünün. Bu uzun yolda,  ümmet kabuğunu açan ve kendine hayat hakkı arayan Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliği, Osmanlılı, Osmanlı Müslüman kalıtı, Rumeli ahalisi, Çar tabalı, Bulgar diyarlı ve benzer birçok ara aşamalardan geçerek bugünkü yaralı-yamalı Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliğine kadar uzanabilmiştir. Bu bir vatan kavgası mücadelesidir, halk yaratıcılığımızda ve öz edebiyatımızda yansıtılmıştır.

Bu oluşum çok dalgalı bir süreçtir ve özünü en fazla etkilemiş olan birkaç etken vardır.

Bir, arasız verdiğimiz anadil, din ve kültürümüzü koruma kavgamız, bunun özündeki ana unsur okullarımızı, camilerimizi ve halk okuma evlerimizi açık tutma davamız;

 

İki; bizi dil, din ve özgün Türk-Müslüman kültürü olarak eriterek asimile etmeye karşı, Bulgarlaştırıp-Hıristiyanlaştırma saldırılarına karşı bireysel ve toplu legal ve illegal mücadelemiz; binlerce kardeşimiz hapse düştü, binlercesi toplama kamplarında ve sürgünde ezildi, bilinçli kitle hep göçe zorlandı;

 

Üç,  tırmanan zülüm ve 6 kez kitlesel göçle bölünme ve parçalanma ortamında insanımızı öz toprağına yapıştırmaya çalışan bir yaratıcılık ki, bu çabalar Bulgaristan Türkleri Edebiyatını ve Öz Tarihini yarattı.

Çile ve çeki dolu 20. yüzyılda biz Bulgaristanlı Müslüman-Türklerin Azerbaycanlı aydınların yardımıyla gerçekleştirebildiği bir 5-10 yıllık altın kültür çağımızda var ki, onun nemi bizi bu günlere, 21. yüzyıla taşımıştır.

Ben de o kuşaktan biriyim. Özlü sözle, orada bu gün de 1.5 milyon Türk olsak da, 1989’da 10 bin aydınımızın toprağından sökülüp memleketimizden kovulması belleğimizde savmayan yaralar açmış, sızıları devam etmektedir.

Biz 1989’da Ayaklandık, insan haklarımızı, 1950’lerde mayaladığımız kültürümüzü, Türkçe konuşup, Türkçe sevilme, Türk gibi yaşama ve Türk olarak ölme hakkımızı istedik.

500 binimiz 1 ayda sınır dışı edildik. Etnik halk topluluğumuzun ruhunda kara boşluk belirdi ve büyük Nazım’ın değişiyle “hava kurşun gibi ağır” dizeleri sanki bizim için yazılmıştır.

 

rafet murt

Osmanlı medeniyet merkezinin Balkanlar’dan Anadolu’ya kaymasıyla, en bereketli toprakların kuraklıkta suyunu çektiği gibi, bizi de Anadolu bağrına topladı.

Irmaklar ne yöne akarsa, kültür de oraya akar deyenler haklıdır.

Bizim Karasu (Mesta), Arda, Meriç, Tunca hep Egeye akar. İnsanımız da 138 yıldan beri bu yolu yürüyor, ırmak boylarından geldi ve Türkiye’den kopmaz, ayrılmaz, bölünmez bir parça oluşturdu. Bu parçanın yaşattığı öz kültürde, işte o akışın bıraktığı sanat ve edebiyatımız var. Beni daha iyi anlayabilmeniz açısından, totalitarizmle mücadelede can veren şairlerimizden Recep Küpçü’nün sözlerine dönüyorum:

Ben yabancı değilim

Ben senin evladınım

Ey Bulgaristan,

Ben senin evladınım

Senin yolların benim yolların.

 

Vatan konusunda, biz Bulgaristanlı Türkler çok hassasız.

Almanlar vatana “Faterland” yani “baba vatanı”, Ruslar “Oteçestva” yani “Papazın vatanı” derken, bizdeki geleneksel derin anlayışa göre, senden önce iki kuşağa cennet olmayan bir toprak VATAN sayılmaz.

Bu nedenle Bulgar komünist – faşistler 1985-89’da bize uyguladığı “soya dönüş” zulmünde isimlerimizle, baba adlarımızla ve soy isimlerimizle ve dinimizle birlikte mezarlarımıza saldırdılar. Mezar taşlarımızdaki ay yıldızları, Türkçe isimleri ve soy isimleri kazındı. Mezar taşlarımızdaki yazılar siyah katranla boyanarak silindi. Yerinde kımıldamadan toz toprak olmak varken, mezar taşlarımız toplatıldı.

Bir ayrıntı olarak işaret ediyorum. 1989’un 19 Mayıs günü Cebel’de başlayan ve ulusal başkaldırıya dönüşen – 1989 Mayıs Ayaklanmamız-  mezarlıkta başlamıştır.

Büyük Göçle gelen bizlerin Türkiye’de iki kuşak mezarımız yoktur.

Yeni göbeğimiz oraya bağlıdır. Bu yüzden 21. yüzyıl şiirimizde “vatana olan deli hasret” belirleyicidir. Bundan dolayı, biz Ata Vatan ve Anavatan kapısının açık kalmasında direndik Bu mücadelemizde başarılı olduk. Şairlerimizden birçokları “Burada, olsun diye mezarım Geldim sana Ana Vatan!” dese de, yaşlı neslimizin Bulgaristan’da kalan köylerine dönme süreci başlattığı gözden kaçmıyor.

 

Konuşmamı tamamlarken, bir insanın kimliğini oluşturan ve biçimlendiren unsurlar arasında en güçlü olanlardan birinin anadil ve vatan sevgisi ile birlikte özgürlük ve adalet olduğu dikkate alındığında, sayıları 100’den fazla olan Bulgaristan Türkleri klasik ve modern edebiyatında şairlerin rolünün olağanüstü büyük olduğu söylemeden anlaşılır.

1989’da halkımızı uyandıran da şair ve aydınlarımız olmuştur. Bu konu Bulgaristan, Türkiye ve hemen hemen bütün Balkan ülkeleri edebiyatına yansımıştır.

Bu mayalanma 1951’de ülkemizi ziyaret eden Nazım Hikmet ve Azerbaycanlı hocalarımızın mayasıdır, desem yanlış olmaz. Vatan şiirimiz özgün ayarlıdır. Yeri gelmiş, bir rüzgâr gibi esmiş, yeri gelmiş coşturmuş, yeri gelmiş isyana davet olmuş, son dönem de derin bir sıla özlemi estirmiştir.

 

Konuşmamı birkaç şiirle bağlamak istiyorum:

 

Ömer Osman Erenderuk:

 

Bir akşam özlüyorum doğduğum Karakuz’dan

Baştanbaşa özgürlük yağmuru ile yoğunmuş.

Konu komşu eziklik giysisini soyunmuş,

Çağıl çağıl Elbasan çayı çözülmüş buzdan.

 

 

Bir akşam istiyorum dostlar Koşukavak’tan

Sokakları sımsıkı aydınlık dolup taşsın,

Kulağıma dostların merhabası ulaşsın,

Ana dilim Türkçe’ye huzur bağışların tan.

 

Bir akşam postalayın eski Kırcali konsun,

Çınlatsın sokakları pazarcıların sesi.

Ötede çağıldasın Ayşe Molla çeşmesi

Doğacak özgürlükten kimse kalmasın yoksun.

 

Durhan Hatipoğlu:

 

Kara günde gözyaşını ekmeğine katık eden,

İyiye, güzele, fazilete alışkın,

Dehşetli fakir, emsalsiz çalışkan

Bir halkım oğluyum ben.

 

Osman Aziz:

 

Köye dönüş

 

Neden bana da düşmedin sen ey dost

Ben köyümden ayrılırken yıllar önce

Gel göreyim seni neredesin

Unuttun mu beni Çoban gegesi!

 

Uzaktan geliyorum, sana hasretim

Isıt beni Rodop güneşi

Yine mantar pişireceğim Yamaçyakada

Yakarak bir çoban ateşi.

 

Aç kollarını güzel köyüm

Geliyorum işte gör

Hissedeceğim güzelliğini

Gözlerim olsa da kör.

 

Ben, köyüm, şehir için gelmemişim dünyaya

Senin hasretini gel, bana sor!

Senden her ayrılık bir keder.

Zor taşımak bu kaderi, zor!

 

Nazmi Adalı

 

Hasret Şiiri:

 

Evimin önünden akar Arda ırmağı

Gözlerim boncuk boncuk yar yanağı

Nedir benim, nedir onun günahı

Ulu tanrım ondur bende bu yarayı…

 

Ve işte böyle, değerli yaratıcı dostlarım, gazeteci arkadaşlarım, şair kardeşlerim,

Zulüm altında kalmak bir yara, diyaspora olmak bir başka alem, insan mutluluğunun parada pulda olduğu bir yalan, doğup büyüdüğü yeri cennet etmek azminde gizlidir, büyük gerçek!

 

Mucizelerin en büyüğü ise, halkların bilinçlenip şahlanmasında ve ölüm silahlarıyla donanmış askeri darbecilerin bile yolunu kesip hesabını görmesindedir. Hepimiz için yeni bir ufuk açılıyor. Tarihimizde birçok defa olduğu gibi, 15 Temmuz gecesi de, büyük bir halk devrimini birlikte yaşadık.

Beraberdik, ne mutlu bize!

Dünyada ezilen halklara bir daha örnek olduk.

Tarihte ilk kez vicdanından güç alan ve birleşerek kükreyen bir halk kanlı bir askeri darbeyi suya düşürdü.

Bütün konuşmamda size Bulgaristan Türklerinin çekisini çilesini ve asla pes etmeyişini anlatmaya çalıştım. Çöplükleri temizleyen sellerdir. Türk halkının başlattığı BÜYÜK TÜRKKİYE SELİ hepimize büyük mutluluklar müjdeledi.

Hepimize kutlu olsun. Gelecek bizim Türk Dünyasınındır.

Teşekkür ederim.

 

 

 

              Rafet ULUTÜRK

BULTÜRK DERNEĞİ

Genel Başkan

Reklamlar