Esir ve köle olmamak için,
Türklüğünü unutmamak için,
Ülküleri için insanlar canlarından
vazgeçmiş,
Ülkülerinin devamlılığını sağlayacak yeni nesillerin yetişmesi için kendilerini
feda etmişlerdir.
Yeni çiçeklerin büyümesi için kendilerini toprağa gübre etmişlerdir…

Evet, bahsettiğimiz topraklar bugünkü Bulgaristan topraklarıdır ve Türklerin kanıyla sulanmıştır. Kadim Türk toprakları tarihin en insanlık dışı uygulamalarıyla Türk’ten arındırılmıştır.

İşte Emine Işınsu’nun “Çiçekler Büyür” adlı romanı Bulgaristan Türkleri’nin Todor Jivkov döneminde yaşadığı bu mezalimi anlatmaktadır.

Bulgaristan’da Türk soykırımı

Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız tarihin en kanlı katliamlarına maruz kalmıştır. İlk önce 1876’da Osmanlı Rus Savaşı’nda bölgeye giren Ruslar başlatmıştır bu soykırımı. Binlerce Türk göçe zorlanmış, geri kalanlar katledilmiştir. Böylelikle çoğunlukta olan Türkler azınlık konumuna itilmiştir.

Daha sonra Ruslar çekilmiş, katliam kaldığı yerden Bulgarlar tarafından devam ettirilmiştir.

Bulgaristan’a “sosyalizm”in dahi gelmesi Türk’ün kaderini değiştirmemiştir. Hatta daha beter asimilasyon politikaları uygulanmıştır. İlk başta Türklere karşı özgürlükçü ve eşit olunacağından bahsedilmiş ancak tam tersi yaşanmıştır. Türkleri bekleyen koskoca bir hayal kırıklığı olmuştur.

Türklere insan hakkı

Bu coğrafyada katliamlar Türklerin yaşadığına dair hiçbir iz bırakmamışçasına yapılmıştır. Ve bu soykırım tüm dünya tarafından görmezden gelinmiştir. Hiçbir yasa Türkler için işlememiştir.

Ne sosyalistlerin “mazlum halklar” için tasarladıkları, ne de Batılıların “insan hakları” Türk için geçerli olmamıştır.

Kulaklar sağır olmuş, gözler görmez olmuştur.

Onlara kimse acımamış ve yardım etmemiştir.

Bedenler o topraklara gübre olmuştur…

Türkiye de yardım etmemiştir. Anavatan olarak gerekli hassasiyeti göstermemiş, Bulgar yönetimini kınamaktan öteye gitmemiştir. Soydaşlarımız orada öyle savunmasız kalmış, adeta kendi kaderine terk edilmiştir.

Emine Işınsu’nun “Çiçekler büyür” adlı romanı bu dönemde yapılan insanlık dışı uygulamalara değinmek bakımından ve Türk’ün kendi davasına sahip çıkması açısından önemlidir.

Direnişin ve ihanetin romanı

Roman soydaşlarımızın yaşadığı soykırımı İlay ve Mehmet Ali aşkı üzerinden anlatımaktadır.

İlay Türklüğe bağlı bir genç kızdır. Dedesi Rus zulmüne karşı mücadele etmiş, Bulgar çetelerine karşı savaşmış eski bir Turancıdır. İlay’ı dedesi yetiştirmiştir. Yani Türkçü bir ailenin kızıdır.

Mehmet Ali ise Türk olmaktan utanmaktadır. Babası annesini Bulgar milislerine satacak kadar ahlaksız biridir. Bu yüzden tüm köy halkı tarafından nefret edilmektedir. Türkler ailesini adam yerine koymadığı için Türklere karşı içten içe bir nefret duygusu beslemektedir. Kişiliğinin derinlerinde yatan bu psikolojik travmalar Bulgarlar tarafından değerlendirilmiş ve devşirilmiştir.

İlay okul dışında “kolektif”te de çalışmaktadır ve doktor olmak istemektedir. Ama aslında arkadaşları Arif, Rıza ve Fatma’yla bir teşkilat kurmuşlardır ve Bulgaristan’da yaşanan zulmü dünyaya duyurmak ve Türklere muhtariyet elde etmek için gizli gizli örgütlenmektedirler.

İlay direnişin simgesidir. Karşısına fırsatlar çıkarılmıştır. Mehmet Ali’nin değil, Bulgar komsomol Stefan’ın evlilik teklifini kabul etse belki partide yüksek mevkilere gelecektir. Yine babası minareye bayrak astığı ortaya çıktıktan sonra sorgulanmış ve sorgusunda babasına ihanet etmesi ve onu ele vermesi istenmiştir. Bulgara göre iyi bir komsomol babasına bile ihanet etmelidir ki, ilerde tüm Türkleri satabilsin. Eğer İlay kendisinden istenen tavrı alsaydı belki de köyden kurtulacak, kentlerde yaşayan seçkin bir doktor olacaktır. Ama İlay hep ülküsü doğrultusunda tavır aldığı için okuldan da atılmış, tarım işçisi veya hademe olarak çalışmayı yeğlemiştir. Ailesini, Türklüğünü satmamayı tercih etmiştir.

Mehmet Ali ise ihanetin simgesidir. Kanını, soyunu ve milletini satmıştır. İlay’ı da satmıştır, bir Bulgar kızıyla aldatmıştır. Tüm bu kötü özelliklerine rağmen İlay, Mehmet Ali’yi çocukluğundan beri sevmektedir. Ancak kitabın sonunda İlay ülküsü için sevdasını yok etmek zorunda kalır.

İçimizdeki düşman

İlay’ın bağlı olduğu teşkilatın liderlerinden olan Arif öldürülerek köy meydanına getirilmiştir. Arkadaşı Fatma bu olay üzerine elindeki silahla milislere saldırmıştır. İlay da dayanamayıp “gaddarlar, alçaklar” diye bağırarak kendini ele verecektir. Bunun üzerine sorgulanır.

Mehmet Ali de sorgulanır ve İlay’ı ihbar eder, İlay’ın hiçbir zaman Bulgar ve Marksist olmayı kabul etmediğini sorguculara söyler. Bunun üzerine parti tarafından Türkiye’ye bazı broşürleri sokmakla görevlendirilir. Sınırdan İlay’la birlikte geçecek ve İlay sınırda öldürülecektir. Broşürler ise Türkiye’deki Kürtleri ayaklandıracak niteliktedir. Ancak İlay durumu anlar ve Mehmet Ali’yi öldürür.

Jivkov’un asimilasyon politikaları

Emine Işınsu romanında, Jivkov dönemini anlatmaktadır. Özellikle Jivkov’un Komünist Parti’de güçlenmesiyle birlikte Türklere karşı asimilasyon politikaları daha da güçlenmiştir. Jivkov’un “sınıfsız toplumunda” sıralama Partili Bulgar, Bulgar, Partili Türk ve Türk’tür. Türk sıralamanın en sonundadır. Bu durum romanda da ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.

Jivkov amacını tek bir Bulgar milleti yaratmak olarak açıklamıştır. Bu doğrultuda Türklerin eğitim gördüğü okullar devletleştirme adı altında Bulgar okullarıyla birleştirilmiştir. Türk isimleri Bulgar isimleriyle değiştirilmiş, Türkçe yer isimleri değiştirilmiş, camiler kapatılmış, sünnet yasaklanmıştır. Türklerin yaşadığı yerler ekonomik olarak geri bıraktırılmış, Türkçe konuşanlar para cezasına çarptırılmıştır. O zamana kadar “Türk azınlığı” veya “Türk ahalisi” olarak adlandırılan soydaşlarımız, 1984’ten sonra “Bulgar Müslümanları” olarak tanımlanmıştır.

Tüm bu politikalara itiraz etmenin bedeli ise ölüm olmuştur. Evet, Jivkov Türkler için ölüm kampları hazırlatmıştır. Toplama kamplarına götürülen Türkler buralarda ağır işkencelere tutulmuştur. Binlerce soydaşımız burada ölüme terk edilmiştir. Bu kampların en ünlüleri Belene’dir ki burada yapılanlar insanlık açısından utanç vericidir.

Jivkov’un kolektifleri ve manevi işkence

Roman, Bulgaristan Türkleri’ne yapılan psikolojik baskıyı gözler önüne sermek açısından da oldukça başarılıdır. Türk gençleri kolektiflerde çalıştırılmaktadır. Kolektif fikri Jivkov’dan çıkmıştır ve gerçekten de uygulanmıştır. Bedeni çok yorulan kişinin düşünmeye gücü kalmayacağını düşünmüş; tarlalardan, okullardan dönen gençleri bir de eğlence adına yormak için kolektif uygulamasını çıkarmıştır.

İlay da kolektifte çalışmaktadır ve parti politikaları doğrultusunda oyunlar yazmaktadır, çocuklara şiirler öğretmektedir. “Ovada Türk öldürmek, Benim için büyük zevk” bu şiirlerden biridir. Yine“Yurdumuzda çeşitli halklar yoktur. Tek Bulgar halkı vardır. Sosyalizm güneşinden aldığımız güç sayesinde gerici İslam dininin uyuşturduğu örümcekli beyinleri teker teker bulup yok edeceğiz”gibi alıntılar Türk ve Müslüman çocuklarına zorla ezberletilmektedir. İlay ve milliyetçi gençler bu mısralarda geçen Türk kelimesinin yerine içlerinden Bulgar’ı koyarak bu manevi işkenceyi azaltmaya çalışmışlardır.

Bulgar sosyalizmi Türklere ne getirdi?

Türklerin maruz kaldığı bu maddi ve manevi işkenceler sadece bir roman hikâyesi değildir. Maalesef yaşananlar gerçektir ve Emine Işınsu bu romanı gerçeğe çok yakın bir şekilde ele almıştır.

Evet, bu katliamlar Bulgaristan’da sosyalist bir partinin iktidarında gerçekleşmiştir. Bu yüzden romanda sol eleştirisi yapılmaktadır ve Işınsu bu eleştirilerinde çok haklıdır. Rusya’da da aynısı olmamış mıdır? Türk halkları Sovyet rejimi altında en ağır soykırıma tabi tutulmamış mıdır?

Sovyet uydusu sol

Romanda İlay’la Mehmet Ali’nin sohbetlerinin bir yerinde Türkiye’deki sosyalistler de eleştirilmiştir:

“Okuduğumuz Türkiyeli yazarların makaleleri hep Amerikan emperyalizminden bahsediyor, komprador domuzlar anlatılıyor, işçinin ve köylünün hakkının yendiği söyleniyor. Kompradorlar Amerikan işbirlikçileriymiş. Al böyle bir yazıyı, Amerika’yı çıkar, Rusya’yı koy, komprador yerine parti imtiyazlılarını ve Amerikan işbirlikçileri yerine Rus işbirlikçilerini. Tastamam bizim halimizi anlatmaz mı?”

Mademki sol işçiden ve emekçiden yanadır neden Bulgaristan’daki emek sömürüsüne ve hatta köleliğe ses çıkarmamıştır? Gerçekten de Türkler Bulgaristan’da yıllarca tarım işlerinde, yol işlerinde ve maden işlerinde çalıştırılmışlardır. İlay’ın doktor olmak istemesi de bir hayalden ibarettir ve bunu İlay da bilmektedir. Bulgaristan’daki Türklerin o yıllarda doktor olma, avukat olma hatta ustabaşı olma hakkı bile yoktur.

Emek sömürüsü bir yana soydaşlarımıza en ağır asimilasyon politikaları uygulanmış, milli kimlikleri yok edilmeye çalışılmıştır. Nerede kalmaktadır ezilen halkların mücadelesi? Kalbi dünyanın herhangi yerindeki mazlum halklar için atan “sol”un yüreği neden mesele Türkler olunca nasırlaşmaktadır?

Türk davasına sahip çıkacak yeni çiçekler yetişsin!

Yahudi soykırımı ile ilgili yüzlerce film çekilmiştir, binlerce roman yazılmıştır. Ancak Balkanlar’daki Türk soykırımı ile ilgili ciddi bir sansür vardır. Bu sansürün en büyüğünü biz kendi kendimize uygulamaktayız.

Sağından soluna kadar Türkiye’deki tüm siyasi hareketler bu Türk soykırımı ile ilgilenmemiştir.

Bu sansür tarihe karşı uygulanan bir sansürdür. Balkanlar’daki Türk varlığı tarihten de silinmek istenmektedir.

Bu anlamda Emine Işınsu’nun romanı önemlidir. Artık Türkler kendi hikâyelerini anlatmalıdır.

Öncelikle kendi nesillerine anlatmalıdır ki dökülen kanlarımız yerde kalmasın.

Türk davasına sahip çıkacak kuşaklar yetişin.

Yeni çiçekler büyüsün…

Reklamlar