BGSAM

Bulgaristan Türklerinin kişisel ve kolektif kimliklerinden en önemlisi, onların etnik kimliğidir. Etnik kimliğimiz, geleneklerimize ve bir dini etnik topluluk olduğumuz bilincine abanır. Bulgaristan Müslüman Türk etnik kimlik bilincimizin nitelik çizgilerinde, arasında anadilimiz Türkçe, gelenek ve göreneklerimiz gibi kültürel olgular ve diğer ulus ve etniklerden bağımsız olarak var olabilmemizi sağlayan dinimiz İslam başta gelir. Bunlar, kimlik bilincine sahip olduğumuzu gösteren oluşturucu öğelerdir. Etnik kimliğimiz bizim doğuşumuzdan önce var olan ve geliştirerek yaşatmamız zorunlu olan, manevi özümüzü oluşturandır.

Okumuşunuzdur: Nazi Almanya’sında doğum yapan yabancı etniklerden anneleri öldürüp çocuklarını alan, kapalı bir sistem içinde onlara bilinç aşılayarak Alman ırkı davasına mal etme denemelerinden beklenen sonuç alınamamıştır.

Totalitarizm yıllarında doğum yapan ve değişik nedenlerle devletin kucağına terk edilen Roman çocukların, aynı yöntemle kapalı yerleşkelerde eğitildikten sonra, Bulgar kimlik bilinciyle devlet işlerine atandığını işitmişinizdir. Halk bilgeliğimiz buna “Çingenelerin eline kaldık” dedi. Sim kartı değiştirilmişlerden kimileri artık bakanlıklarda sandalye kaptı. Bakan koltuğuna oturdu. 2016’da 36’sı Avrupa Birliği’nin Brüksel Merkez’inde ülkemizi temsil etti. Örnekler,  sonradan kazanılan kimlikle ilgilidir. 21. yüzyılda sıkça rastladığımız bu tip kimliklerde etnik olanı belirleyen –  soy, isim, ana-dil, din ve kültür gibi öğelerin sim kartı tamamen farklı olduğundan,  doğuştan belirli bir etnik topluluğa ait olma duygusu bu tiplemede sönük kalmıştır. Devlet eliyle yürütülen bu çalışmaların temelinde etnik olanın genel bir tanımlamaya elverişli olmayan bir olgu olduğu görüşü yatar. Uygulamaya yatkın bir anlayış olarak fikir fırtınası yaptıran bu teori, ülkenin temel etnik halk topluluğu olan Bulgaristan Türklerinde bir asırdan uzun süre tepki yaratıyor. Anadillerine, dinlerine, ortak soydaşlık efsanelerine, tarih belleklerine, ortak kültürlerine sahip çıkarken onlar “Biz Türk’üz” diyorlar. Bunu görmezden ve işitmezden gelenler onların sim kartını zorla değiştirmek için insan haklarını hiçe sayarak etnik soykırım yaptılar.

Son asırda Bulgaristan Türklerinin diline, halk kültürüne, tarihine, edebiyat ve sanatına yapılan saldırılar bir etniği yok etmek için yapılmıştır ve planlı programlı devlet siyaseti  olarak uygulandığından dolayı dil kırımı, kültür kırımı, din kırımı, tarih kırımı niteliğindedir.

Burada özellikle değinilmesi gereken vatan, yurt, insanın doğduğu yere, ata kabrinin ve soy ananelerinin yaşadığı diyara olan bağlılığı önem arz eder. Bulgaristan Türklüğünün soy temeli üzerine oluştuğu gerçeği çok yaygındır. Soy köklerinin kişinin ve soyunun yaşadığı topraklarda olduğuna inanılır. Bu bakıma Bulgaristan Türkleri arasında “İnsanın vatanı karnının doyduğu, cebinin dolduğu yerdir” tezi pek yaygın değildir. Bu noktada şu özellik tamamlayıcıdır. Anaerkil bir toplumsal yapıda yaşayan Bulgaristan Türklerinde sıkı soy, ev, köy, yurt bağlılığı büyük ölçüde kadının sosyal rolüyle koşulludur.  “Büyük Göç” ten sonra Kırcaali ilinde 30 köyün insansız kalması, “soyca bir, kaderde bir” anlayışını doğrular.

Bulgaristan Türklerinin etnik kimliğinin İslam diniyle ilintili olduğu ortadadır. Bu kimlik aynı zamanda Osmanlı devletinde ortaya çıkan milliyet topluluğunun bir bölümü üzerine oluşmuştur. Ve 1878’e kadar bu azınlık Türk milletinin bir parçasıdır. Savaştan sonra uzunca bir süre içinde bir etnik topluluk durumuna gelerek azınlık statüsü kazanmıştır. Türk toplumundan ayrı, Bulgar toplumu içinde, Bulgar ulusu ve diğer etnik halk topluluklarıyla süre giden yoğun etkileşimle gelişen sürece Doğu Rumeli ile Prenslik Bulgaristan’ın birleşmesi (1885), 1912 -1913 Balkan Savaşları, 1908’de Bulgaristan’ın bağımsız ilan etmesi ve İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra  (1913) imzalanan sözleşmeler statüyü pekiştirmeye damga vurdu.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan barış anlaşmaları temelinde Türk topluluğunun durumunda belirli gelişmeler meydana geldi. XX. yüzyılın 20’li yıllarında Türk etnik topluluğunun azınlığa dönüşme süreci tamamlandı. 93 Harbinde o tarihe kadar süren istikrarsız ortamdan 1 milyona yakın Türk kaçıp Türkiye’ye kadar göç etmiştir. Buna rağmen toplam nüfusu 2.5 milyon olan Bulgar Prensliğinde ahalinin % 26’sı Türk’tür. Doğu Rumeli Özerk ilinde ise Türkler, ahalinin % 34,5’ini oluşturuyor. Rodoplar’da, Kuzey Doğu Bulgaristan’da, özellikle Prensliğin bazı illerinde ahalinin hemen hemen tümü Türk. Örneğin, Osmanpazarı (Omurtag) ve Kurtbunar (Tervel) ilçelerinde Türkler ahalinin % 94’ünü, Kırcaali ilçesinde % 98,8’ini, Tutrakan ilçesinde % 74’ünü, Razgrat ilçesinde % 65’ini, Şumnu ilçesinde % 69 ve Aytos ilçesinde % 63’ünü oluşturuyordu.

Göçler bu oranı giderek azaltırken, Balkan Savaşı sonucu hemen hemen tüm ahalisi Türk olan  Kırcaali bölgesi Bulgaristan devletine katılıyor.  Öyle ki geçen yüzyılın başlarında Bulgaristan’da 600’den fazla Türk yaşıyor. İşte bu temel üzerinde Bulgaristan Türkleri azınlık topluluğu oluşuyor. Bu azınlığın belirleyici özellikleri şunlardır:

Adı:  Bulgaristan Türk azınlığı

Dili: Türkçe.

Dini: İslam.

Yaşadığı topraklar: Bulgaristan.

Nüfusu: 600 bin.

Kültürü: Özgün Bulgaristan Türkleri kültürü

Bulgaristan Türk azınlığının toplumsal ve kültürel yaşamı 93 Harbini izleyen ilk yıllarda Berlin Anlaşması (1878) ve Tırnovo Anayasası (1879) temeli üzerine düzenleniyor. Bu iki belgenin esasını oluşturan 3 Mart 1878 San Stefano Antlaşması azınlıkların özel haklarını da göz önünde bulunduruyordu. Bu belgelerde Türk ahalisinin hakları güvence altına alınacak deniyordu. Berlin Antlaşmasının 5. maddesinde, Bulgaristan’da din ve mezhep ayrımı yapılamaz; azınlıklar, tıpkı Bulgarlar gibi tüm medeni ve yasal haklardan yararlanırlar; devlet görevlisi olabilirler; istediği mesleği veya sanat seçebilirler. Bulgar hükümeti dini azınlıklara din ve ayin özgürlüğü sağlamakla yükümlüdür, deniyor. Aslında Berlin Antlaşması ile Türk azınlığa ait kişilerin yurttaş haklarının temelleri atılmıştı. Bu haklar Tırnovo Anayasasına taşınmış ve 11 Türk temsilci tarafından imzalanmıştır.

İlk genel kapsamlı örgütlenme 1895’te Prensin Geçici Talimatnamesiyle mümkün olmuştur: Bulgaristan’da Prens iradesiyle bir Baş Müftü atanmış, Baş Müftünün ikamet yeri olarak Sofya belirlenmiş, devlet Baş Müftüyü Bulgaristan Müslümanlarının ruhani lideri olarak belirlemiştir. Atama ile görev yapan Bilal Efendi uzun yıllar Müslüman cemaati devlet katında temsil etmiştir. Seçimle işbaşına gelen ilk Baş Müftü ise Şumnulu Hocazade Muhiddin Efendidir.

Bulgaristan Türklerinin bir azınlık topluluğuna dönüşmesi ve Türk ulusundan kopması süreci 1908’de Bulgar devletinin bağımsızlık ilan etmesiyle birçok değişiklik sonucu bir süreç halini aldı giderek tamamlandı. O tarihte Bulgaristan Çarlığı Osmanlı İmparatorluğundan ayrı ve tamamen egemen bir devlet statüsü gerçekleştirdi. İç siyasette tek uluslu Bulgar devleti kurmaya yönelişle Bulgaristan Türk kimliğinin Müslüman Türk milletinden oluşu yontulmaya başlandı.

Bulgarların bağımsızlık ilan etmesiyle Türk azınlık topluluğunun durumu kökten değişti.

1909’da İstanbul’da Türk-Bulgar Protokolü imzalandı. Protokole Bulgaristan’daki İslam cemaatin hakları ve vakıf mallarıyla ilgili bir sözleşme eklendi. Bulgaristan dini cemaatin durumu ve hakları ele alındı. Müslümanlara din ve ibadet özgürlüğü sağlanacağı ilan edildi. Sultanın manevi liderliği kabul edildi. Özellikle Baş Müftünün yetkilerine, Şeyh’ül İslam ve Bulgar devletiyle ilişkilerin niteliğine yer verilmiştir.

Bulgaristan ile Osmanlı devleti arasında İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra (1913) İstanbul’da imzalanan Barış Antlaşması gereğince Sofya hükümeti Türk ve Müslümanların yalnız iade etmeye değil, daha da geliştirme görevini üstlenmiştir. Bu sözleşmede, Bulgaristan’da yaşayan Türklere 4 yıl zarfında Bulgaristan ya da Türkiye vatandaşlığı seçme hakkı tanınmıştır. Türkiye’ye göç edenlerin bıraktıkları mallar üzerindeki hakları saklı tutulmuştur.

Balkan savaşları döneminde Bulgaristan’dan Türkiye’ye 440 bin kişi göç etmiştir.

Yine bu antlaşma Bulgaristan Türklerine serbest dolaşma hakkı, önceki ülkelerini istedikleri zaman ziyaret etme, 2 yılda mallarından kurtulma hakkı getiriyor.

Birinci Dünya Savaşı ve onu izleyen yıllarda Bulgaristan Türklerinin durumunda olumlu gelişmeler beliriyor, hakları belirli ölçüde genişliyor. Türkler resmen eşit haklı vatandaş olarak algılanmaya ve Bulgar ordusunda askerlik yapmaya başlıyor. Dolayısıyla Bulgar, Türk ve Pomak asıllı yurttaşlar Batı Trakya’nın egemenliği uğruna beraber savaşıyor ve geçici hükümet kuruyorlar.

23 Mayıs 1919’da Çar idaresi 1985 Nizamnamesini “Bulgaristan Çarlığı Dahilinde Müslüman Müessesat-ı İdare ve Teşkilatı Nizamnamesi” ile değiştirerek, Berlin Antlaşması, Tırnovo Anayasası ve Bulgaristan ve Türkiye arasında imzalanan anlaşmalarla Müslümanlara tanınan tüm hakları genelleştiriyor. İlk kez, müftülüklerin, cemaat ve encümenliklerin ve şeriat mahkemelerinin işlevleri ve idare biçimleri somut olarak tanımlanıyor. Bu Tüzükte, Bulgaristan Müslümanlarının “dinsel özgürlük haklarına sahip oldukları” yeniden belgeleniyor. Cemaat tek merkeze bağlı bir örgüt niteliği ve statüsü kazanıyor. Müftüler ve encümanlık üyeleri seçimle değil, atama ile göreve getirme kapısı açılınca, devlet cemaatin iç işlerine giderek daha fazla müdahale etmeye başlıyor. Dolayısıyla 1930’larda Müftülükler devlet peyki haline getiriliyor. Oluşan çarpık durum 1929’da toplanan Bulgaristan Türkleri Milli Kongresinde tartışılıyor.

Bu Tüzüğe göre de, Bulgaristan Türklerinin ruhani lideri Baş Müftüdür. Başlıca görevlerinden biri İslam’ı eğitim sistemi geliştirip Müslümanların dinsel bilgilerini arttırmak, manevi ve ahlaksal açıdan yükseltmektir. Fetva ve idari yöntemlerle tüm eylemlerin şeriat hükümleri doğrultusunda yürütülmesini sağlamaktır.

İşte böyle bir ortamda, Türk halkının Çanakkale zaferlerinden ve yeni milli ruhunu oluşturarak Cumhuriyet ilan etmesinden, 1919 Versay Antlaşmasıyla Bulgaristan Türklerine somut azınlık hakları sistemi sağlanmasındaki rolünden sonra, Bulgaristan Türklerinde Osmanlı’dan sonra da onları düşünen bir üst devlet aklı olduğu inancı doğmuştur. Bu da onlarda somut bir milliyet ve azınlık bilinci yaratırken, her zaman ve her konuda Türkiye Cumhuriyeti’nin ve şahsen büyük önder Atatürk’ün himayesinde oldukları duyusu ve inancı mayalamıştır. Böylece onlar da yeni koşullara ayak uydurma ve yaşamlarını somut ortama göre düzenleme yolunu seçmişlerdir. Aynı zamanda bu derinlik onlarda Türkiye’nin Bulgaristan’daki etki alanında bir mantar kimliği oluşturma sezisi de doğurmamıştır.

Bu yeni açılımın anlaşılabilmesi için, Bulgaristan Türklerine 1919 Neuly Antlaşmasıyla tanınan haklara ve yine o yıllarda kurulan Al. Stanboliyskı yönetimindeki Çiftçi Partisi hükümetinin ülkedeki en büyük etnik ve dini azınlığa statü tanırken haklarını somutlaştırmasına bir göz atmamız gerekir. Çiftçi partisi Türklerin bir azınlık sistem içinde var olmasına gereken önemi veriyor. Barış antlaşmalarında yer alan azınlık hakları tüm yaşam alanlarında uygulanmalıdır istemini siyasi ilke yapıyor. Parti, Türklerin azınlık haklarına somutluk kazandıran özel bir program kabul ediyor. Her şeyden önce Türk toplumunun kimliğini oluşturmada başlıca rol oynayan eğitim sisteminde, kültürel, sosyal, siyasal yaşam alanlarında köklü reformların gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Çiftçi Birliği’nin Türkçe yayın organı  “Çiftçi Birliği” gazetesi bir taraftan komünizm ideolojisine karşı savaşım veriyor,  öte yandan ulusal bilincin, dini inançların, genellikle ulusal kültürün ve bu arada eğitim sisteminin geliştirilmesinin gerekliliğini vurguluyor. Böylece Çiftçi Birliği, Bulgaristan Türk topluluğunun azınlık statüsünün oluşmasına büyük katkıda bulunuyor. 1923’te Çiftçi Parti iktidarının yıkılmasından sonra Türk topluluğunun özel statü ve hak isteklerine sıcak bakılmıyor.

Bundan 100 yıl önce Bulgaristan Türklerinin statüsünün uluslar arası anlaşmalarda belirlenmesinde 1919 Nöyyi Anlaşması çok önemli yer alır. Bu anlaşmada, ulusal, dinsel ve dilsel azınlıkların hak ve özgürlüklerini güvence altına alma amacıyla bir takım yeni hukuksal ilke ve mekanizmalar belirlenmiştir. Ayrıca bu anlaşmanın imzalanmasından sonra azınlık hakları büyük devletlerin değil, Birleşmiş Milletlerin güvencesi altına alınmıştır. Böylece bir devletin diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmesi geleneğine son verilmiş oluyor.

Bu arada, Bulgaristan Türkleri kimlik statüsünün belirlenmesinde 1925 yılında Ankara’da imzalanan Bulgaristan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında Dostluk Antlaşması ve Ek Protokolde İkamet sözleşmesi imzalanmıştır. Bu protokoldeki ana konu Bulgaristan Türklerinin azınlık sorunudur. Bulgar hükümeti Nöyyi anlaşmasında yer alan yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan Türklerini yararlandırmayı taahhüt etmiştir. Bu garanti kapsamına, dinsel haklardan başka, yurttaş, siyasal ve kültürel haklar da alınmıştır. Dinsel haklar konusunda şöyle denilmiştir: “Bulgaristan uyruğu olan her yurttaşın, toplumsal nizam ve iyi ahlakla çelişmeyen dini vecibelerini toplumsal ve özel biçimde yerine getirme haklarına sahip olacaklardır.”

Söz konusu Protokolde Bulgaristan Türk azınlığının anadilini öğrenip kullanma hakkına büyük önem verilmiştir. Devlet, azınlıklara ait vatandaşlara resmi dile paralel ana dilini sözlü ve yazılı olarak, bu arada yargı kurumlarında da serbestçe kullanmalarını kolaylaştırma görevini üstlenmektedir. Yine bu cümleden olmak üzere, h,ç bir Bulgaristan vatandaşının herhangi birinin dilini kişisel veya ticari ilişkiler, dinsel ibadetler esnasında, basında ve toplantılarda özgürce kullanma hakkının kısıtlayamayacağı özel olarak belirtilmiştir. Bu bağlamda Bulgaristan hükümeti azınlık çocuklarının temel eğitim okullarında anadilleriyle eğitim görmelerini kolaylaştırmayla görevlendirilmiştir. Aynı zamanda Bulgaristan devletinin azınlık Türk okullarında Bulgarcanın okutulmasını zorunlu kılma hakkı saklı tutulmuştur. Devletin azınlık çocuklarının eğitim ve öğretim giderlerini karşılama amacıyla milli ve belediye bütçelerinden belirli ölçüde mali kaynak sağlaması öngörülmüştür.

Bu antlaşma ve Protokol, Bulgaristan Türk topluluğunun azınlık statüsünün hukuksal temellerinin açıklık kazanması ve pekiştirilmesinde çok önemli rol oynamıştır. Şöyle ki, bu ikili anlaşmada ilk defa Bulgaristan’da bir Müslüman azınlığı olduğu yer almıştır. Bu terim İkinci Dünya Savaşı’na kadar “Müslüman” olarak kullanılmıştır. Kullanılan ismin değişmesi veya bu olgunun reddedilmesine rağmen, Bulgaristan Türk topluluğunun bir azınlık olduğundan bugün de asla kuşku yoktur.

Geçen yüzyılın 20’li yıllarının ortalarında resmen belirlenen azınlık statüsü sosyalizm döneminde belirli bir süre korunmuştur. Büyük savaşta Hitler Almanya’sının peyki olan Bulgaristan’ın savaştan sonraki durumu, devlet ve parti yönetimini azınlık sorununa olumlu yaklaşıma zorluyor.  Hatta azınlık hakları konusunda duyarlı olduğunu göstermek için Bulgaristan 1947 Paris Barış Konferansına katılan heyetine 2 Türk asıllı milletvekili de katıyor. Anlaşma maddelerinden birinde şöyle deniyor: “Bulgaristan, ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı gözetmeksizin idaresi altındaki herkesin söz, basın veya yayın, ibadet ve toplantı özgürlükleri dahil, tüm insan haklarını sağlayacak bütün gerekli tedbirleri alacaktır.” Bu antlaşmanın imzalandığı tarihte Bulgaristan Türkleri 675 bin kişilik bir topluluktu ve ülke nüfusunun % 9.61’ini oluşturuyordu. Aynı dönemde mecliste onaylanan “Halk iktidarını koruma yasası” ile ülkede “ırk düşmanlığı görüşlerinin propagandası da yasaklanmıştır.

1947 Anayası’nda  “tüm yurttaşların yasa önünde eşit olduğu” belirtilirken, ülkede azınlıklar bulunduğu, dolayısıyla Türk azınlığı olduğu da yer almış ve şöyle denmiştir: “Bulgaristan yurttaşları öğrenim hakkına sahiptirler. Ulusal azınlıklar, Bulgarcayı öğrenme şartıyla anadillerinde öğrenim görme ve ulusal kültürlerini geliştirme hakkına sahiptirler.”

İşte bu yasal temeller üzerinde 1950’lı yıllarda Bulgaristan Türk azınlığı etnik kimliğinin oluşturulmasında etnik kültürün ve özellikle eğitim sisteminin geliştirilmesi sorunlarına önem verilmiştir. Ne yazık ki, bu göreceli olumlu gelişme dönemi geçen yüzyılın 60’lı yıllarına doğru son bulmuştur. Totaliter rejimin geliştirdiği yeni azınlık politikasıyla Bulgaristan Türklerinin öz kimliği yok edilme hedefi olmuştur. Yeni siyaset ulusal kimlikleri asimile ederek Bulgar ulusal kimliği içinde eritmeyi amaçlamış ve bunu zulüm uygulayarak gerçekleştirme yolunu seçmiştir. Sosyalist ulusal bütünlük oluşturma siyasetinin özüne tamamen birleşme dahil edilmiştir. Bulgaristanlı Türkler Türk ulusundan tamamen koparma siyasetine “tarihsel Bulgar köküne dönme” ve birleşme formülü eklenmiş ve “soya dönüş” trajedisi yaşanmıştır. Bu zulüm siyaseti neticesinde artık 720 bin Bulgaristanlı Türk vatanlarından ayrılmıştır.

Feci olayın hukuksal gelişmesinde, 1971 ve 1992 Anayasalarında ulusal azınlık kavramına yer verilmediğini görürüzOlay “Bulgaristan Türkleri” ve “Türk asıllı Bulgaristan vatandaşları” gibi etnografik grup kılıfına sıkıştırılmıştır. Türdeş Bulgar ulusu oluşturma siyaseti bugi de “Bulgar Etnik Modeli”  çeklinde devam etmektedir. Son amacında Bulgaristan Türklerini anadilsiz, tarih belleği olmayan, edebiyat ve kültürden uzak bir topluluk durumuna getirip son seçime zorlamaktır.

Bugün Bulgaristan Türk etnik kimliği statüsüne dönmemiz sorunu özellikle aktüeldir. Hak ve özgürlükler için verilen savaşımın, 1989’un Mayıs Ayaklanmasının vb. direnişlerin programsal temelinde yer alan büyük gerçek, Bulgaristan Türk kimliğine azınlık statüsü ve 1950 yıllarındaki hak ve özgürlüklerin tanınması içindir.

Bu mücadelenin aşamalarını söyle de görebiliriz:

Etnik hakları koruma mücadelesinde ilk hedef olan Pomaklar, 1913’te, 1936’da, 1942’de ve 1972’de isim ve dinlerini kökten söken feci saldırılara uğradılar. 1973’te Nevrekop’a bağlı Kornitsa köyünde katliama karşı isyan edip minareye ay yıldızlı bayrak diktiler. Çingeneler 1960’lı yıllarda isim değiştirme saldırıları yaşadılar. Türk etniğine çullanan Türk kimliğini söküp yakma saldırısı 1984–1989 yılları arasında devlet zulmü şeklinde yoğunlaştı. Bulgar ulus ile Türk etnik azınlığı arasındaki ilişkileri tamamen kopardı. Faciayı durduran Türklerin Mayıs 1989 Ayaklanması oldu.

Geçen yüzyıl ve özellikle 1990’dan sonra Bulgar toplumunda etnik kimliklerin korunması için verilen mücadele, özellikle Türk etnik azınlığın direnciyle siyasi sahneye çıktı, uluslar arası alana taştı. Enik kimlik sorunlarının can alıcı, iktidar devirici niteliğini kanıtladı. Bir ulusa ait kişilerin etnik kimliğini kendileri seçmediğini, bunun bir doğallık olduğunu, gösterdiği gibi, ulusal siyaset içinde belirleyici konumda olduğunu da ortaya koydu.

6 Kasım 2016’da yapılan Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçiminde T.C’de yaşayan ve seçimlerde oy kullanma hakkı olan 620 bin soydaşımız için yalnız 38 sandık açılması etniklerin insan haklarının ve siyasi haklarının kısıtlandığına yeni bir örnektir. 26 Mart 2017’de yapılacak erken genel seçimlerde ise, majoriter sistem uygulandığında Bulgaristan’da bir milletvekili 30 bin oyla seçilirken, Türkiye’de bunun için 230 oy bin gerekli olacaktır. Bunlar etnik kimliğimizde devamlı alınan yongalar olup hedefinde etnik politik kimliğimizi kurutmak vardır.

Bulgaristan’da etnik Türk kimliğinin oluşmasında, muhafaza edilmesinde ve gelişmesinde aşamaları gördük. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’i gibi Azerbaycan Cumhuriyetinin dış desteği ve katkısı belirleyici olmuştur. Bu süreç içinde özellikle eğitimde 1922–1923 ders yılında Şumen’de  “Nüvvap” ruhani okulunun açılması, 1930 yılında Bulgaristan Türk okullarında Latin Alfabesinin uygulanması, çağdaş Türk kimliği oluşumunda Türkiye Cumhuriyeti’nin sürükleyici örneği vs yön belirleyen yol taşları olmuştur. Bu cümleden olmak üzere, 1950’lerde Azerbaycan’dan gelen Türk aydınların Sofya Üniversitesi ve pedagoji okullarımızdaki çalışmaları Türk manevi alt yapımızı yeniden dokumamızda çok yardımcı oldular. Onlar, Bulgaristan’da Türk aydın ordusu oluşurken, öz edebiyat ve özgün kültürümüz yeşerirken olağanüstü etkili oldular. İç ve dış etkileşim içinde oluşup geliştiğini göstermeye çalıştığımız Bulgaristan Türk etnik kimliğinin her aşamasında bu iki dış faktörün etkisini görebilirsiniz.

 

Reklamlar