Rafet ULUTURK

İşin gerçeği, şu Bulgaristan demokrasisi hakikatten tamamen ayarsız.

Şimdiye kadar Anayasa’ya uyulmadığını, kanunların ayakaltına alındığını gördük de, kendini beğenmiş belediye başkanlarının iyice yoldan çıktığını İç İşleri Bakanlığı ve Baş Savcılığın uyarılarına, talimat ve emirlerine de uymadığını görmemiştik.

Bilinen bir kuraldır, bir şehirde gösteriler, yürüyüşler, protestolar beledi iznine tabiidir.

Belediye Başkanı izin vermezse yollar meydanlar kapatılamaz, şehrin içinde kimse bağırıp çağıramaz, eli sopalı dolaşamaz, camilere taş atamaz, kapı, cam, pencere kıramaz, dükkân vitrinlerini tuzla buz edemez, yoldan geçene sarkıntılık edemez, insanları evinden barkından kovamaz, başka vatandaş ve kurumların taşınmazlarını talan edemez, mahkemenin normal çalışmasını engelleyemez vb. vb.

Bunların hiç birine uymayan Plovdiv Belediye Başkanı bir Gauleiter gibi hareket etti. Gauleiterler Hitler Almancası’nda Belediye Başkanıydı. Bizde ilk kez böyle bir olay gerçekleşti. Yerel idare haklarını merkez erkten daha yüksek gördü ve itaat etmedi, netice 6 kafa patladı, 130 tutuklu, binlerce levalık maddi hasar ve

 

POLİTİK İBRE BİR ANDA HIZLA OYNADI.

Balık baştan kokar demişler. Bizde, baştan kokmazsa, ciğerden kokar.

Hem kafası hem ciğeri bozuk olduğundan mutlaka kokar ve etrafı kokutuyor.

 

Yapılanlar  bu şehre hiç amma hiç yakışmadı:

Milattan önce 300’lü yıllarda kurulan, Makedonya Kralı II. Filip tarafından ele geçirilmesinden sonra Filipolis yani Filip şehri adını alan, daha sonra Romalılar hâkimiyetine geçtiğinde yeni ismine Trimontsium yani “3 Tepe” şehri denen, Osmanlılar döneminde Filibe adını koruyan ve şimdi de Slavcadan gelen Plovdiv adıyla bilin ve huzurlu esnaf yaşantısıyla anlatılan bir yerleşim yerinden söz ediyoruz.

Türkler ve Bulgarlardan başka büyük sayıda Çingene, Pomak’ın, Ermeni ve Yahudi’nin de oturdu bu Rumeli şehri, Balkan Yarımadasının ovası çok geniş, suyu bol ve dağları yakın, gözde, şirin ve huzurlu şehirlerinden biri olma özelliğini bu hafta tamamen bozdu.

 

14 Şubat 2014 (Cuma) sabahı erken saatlerde bu kadim şehre toplanan 3 bin dazlak kafalı, ızbandut, haydut hurdası, futbol serserisi, aşırı milliyetçi ve ırkçı – faşist, Karlovo şehri Belediye Başkanı liderliğinde ve Plovdiv yerli makamlarının göz yummasıyla Plovdiv tepelerinden etnik ve dini hoşgörü şehri olma tacını indirip çiğnediler.

Aynı gün, şehir merkezinde, daha önce yaşanmamış bir iğrenç olay yaşandı,  Türk, Müslüman, İslam düşmanlığını ayyuka çıktı. Yumruklar, kaldırım taşları, sopalar, küfür ve lanetler yerle göğü birbirine kattı. Kendilerini “şpits komando” yani (ön saflarda çarpışan milliyetçi komandolar) olarak tanıtan, modern Türkçemizde aşırı sağcı marjinaller olarak tanımlanan,  gözü dönmüşlerin kara cehalet alayı önce Plovdiv İstinaf Mahkemesi’ne (apelativen sıd) saldırdı. Bu mahkemede saat dokuzda başlayan duruşmada, birinci derece bir yargı organı olan Plovdiv İl Mahkemesi’de alınan Karlovo şehir merkezindeki tarihi “Kurşun Cami” nin belediye mülkünden alınıp gerçek sahibine yani Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülük mülküne geri verilip ibadete açılması kararına itirazı görüşecekti. Marjinaller, İstinaf Mahkemesi’nin kararı lehlerinde vermesini sağlamak amacıyla sokaktan şiddetli baskı yapmaya toplanmışlardı.

 

Bir çırpıda Türklüğe ve İslama ait ne varsa süpürmek istediler:

Tehdit altında çalışmayı kabul etmeyen mahkeme heyeti, duruşmayı erteleyince, gözü dönmüş, öfke kusan, derme çatma ırkçı-faşist kalabalık Plovdiv’in merkezine yöneldi. Cuma namazı esnasında ana cadde üzerindeki “Cuma Cami”ye saldırdı. Camlar kırıldı. Kapılar zorlandı. Cami taş yağmuruna tutuldu. İnsan müsveddelerinin ciğerlerinde birikmiş iğrençlik meydana döküldü. İslam’ın onur kalesi, yüzyıllarca ayakta kalmanın gururuyla mağrur “Cuma Cami” ayarı bozulmuş, dengesi kaçmış bir toplumda “olacak o kadar” haşmetiyle huzurunu bile bozmadı.

 

Kinini kussa da, öfke stresinden kurtulamayan vahşet sürüsü adres şaşırmadı.

Plovdiv şehrindeki Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu’na yöneldi.

Kafalarındaki küflü çivi binayı yakın işareti veriyordu. Bu şehrin ne kaldırımı, ne tepeleri ne de ilk insan buraya geleliden beri hiç kimseye hiçbir zarar vermemek için dalgalanmadan, taşmadan akan Meriç böyle bir rezillik, bu denli alçak düşmemişti.

 

Kuduz muşluklarını gizlerken selam sabahı kesmeyen, bayramdan bayrama baklavalarımızı tadan, yaz tatilleri dışında hafta sonlarını da Türkiye’de geçiren gözü doymazların öfkesinde birikmiş çok enerji vardı.

Ruhen minicik oluşları ve büyük işler yapamamaları içlerini kemirendi.

 “Bende olmayan sende de olamaz!”

“Bende olmayan sende varsa, o benimdir!”

“ Burası Bulgaristan, Türklerin mal mülkü değil, mal mülk edinme hakkı bile olamaz! gibi çağlar dışı bir kibirle mayalanmış olduklarını ele verdiler.” Halbuki Rus-Türk harbinden önce Bulgaristan’da toprakların %80’i Türklerindi, ya şimdi?

Hitlerin vaktiyle “Almanya’da ne varsa Almanlara aittir” saçmalığı onların beyinlerini de tamamen yıkamıştır. Camilerimizi, medreselerimizi, çeşmelerimizi, hamamlarımızı, mezarlıklarımızı, vakıf malı bağ bahçeleri, çayır, orman ve işlenir tarlalarımıza el atmışlar, mahkeme kararlarını hiçe sayıyor, devlete bile karşı geliyorlar.

Belediye Başkanlarının mahkeme kararlarına uymadığı bir ülkede demokrasinin ayarı yok demek azdır, çılgınlar totalitarizm döneminin adaletsizliğine, hukuksuzluğuna, yargısız yaşama yeniden susamışlar.

Çok tehlikeli olan bu zihniyet Todor Jivkov totaliter rejimini ve daha önce Hitleri başını yemekle kalmayıp Almanya’yı da yıkıp yerle bir etmiştir. Avrupa hakları faşizmle mücadelede 50 milyon kurban verdi. Bunu Filibe de tüm ırkçılara hatırlatmak isteriz.

 

Bu kökten çarpık ve sıra dışı zihniyet Bulgaristan’a, Bulgar Milli Lejyon’u ve ona bağlı olarak “Brannik” Gençlik Örgütü kurulmasıyla geçen yüzyılın 1930’lu yıllarında girdi ve 9. 09. 1944’e kadar ayakta kaldı. General Lukof faşimle bütünleşmenin başını çekmişti. Şimdi her yıl Lukov fener alaylarıyla Sofya’da anılıyor..

Almanya’da Hitlerin eserleri, faşizme ait son zırnık bile yasaklanmışken, bizde Alman ve İtalyan faşizmini öven eserler serbest satılıyor. İktidardakilerle eski komünistlerin Bulgar, Türk ve Pomak varisler. Nasıl oldu da babalarının ve dedelerinin faşizmle amansız mücadelesini, partizan hareketini, İkinci Dünya Savaşı cephelerinde verilen şehitler unutuluverdi???

Çarlık yıllarında “Barannik”lere Hitlerin “Ost” (Doğu) politikası dâhilinde Alman faşistlerinden paralar akmıştı. Onlar, o zaman Bulgaristan’ın Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa katılmasında ayak dirediler.

O ağır dönemde ülkedeki İngiliz, Fransız ve Amerikan yanlısı ve Moskova’ya müttefik güçler faşizme karşı ortak mücadele vermişlerdi.

 

Yeniden canlanma ve yapılanmanın şekilleri:

60 yıllık bir aradan sonra, önce Rusya’nın isteğiyle NATO ve Avrupa Birliği’ne ve genelde Bulgaristan’ın Batı lehinde bir politika izlemesine karşı, bir aşırı uç olan Volen Siderov’a kurdurulan “ATAKA” partisi, Bulgar aşırı milliyetçilik ve faşizmini XXI. yüzyıl sahnesine çıkardı. Şu anda Bulgaristan marjinalleri motorcu, futbolcu, düzenci vb. fenler olarak totaliter rejim tarafından gasp edilen Bulgaristan Müslümanlarının vakıf mallarının hukuk yoluyla ve mahkeme kararıyla resmen geri verilmesine karşı ulusal cephe halinde birleşme sağlamış durumdadır.

Plovdiv şehrindeki kanlı olaylar bu cephenin son anti-Türk, anti-İslam hortlamasıdır.

 

Stratejik hedefleri Bulgaristan’ı Türklerden, Pomaklardan, Çingenelerden, İslam eserlerinden, Müslümanlığa ait ne varsa her şeyden tamamen ve kesin temizlemek olan, bu aşırı milliyetçi faşizan hareket, Anayasa ve yasa dışı hareketlerine 3 bin kişilik dalaş dövüş çetesi toplayabiliyor, öz propaganda araçlarından yararlanıyor, meclisteki grubuyla iktidar ortaklığına yükselebilmiş durumdadır. Milliyetçi propagandayı yönlendiren radyo, gazete ve TV yayınlarına sahiptirler.

 

Bulgar demokrasisinin ayarını bozan bu kesim 20 – 25 yaşlarındadır.

Finans kaynakları dış ülkelerde olduğu için yabancı çıkarlara da hizmet etmekte, hem ülkemizde hem de Balkan Yarımadasında huzuru bozmak için ellerinden geleni arda bırakmıyorlar. Bu gruplar üç denizle sınır olan bir BÜYÜK BULGARİSTAN hayaliyle de besleniyor. Makedonya ile Bulgaristan arasındaki sorunların temelinde olan da budur.

 

Sürüdeki büyükçe kesim1990’dan sonra dünyaya gelmişti.

Özel milliyetçilik kurslarından, ırkçılık ekolünden, faşist eğitimden geçmemiş olsalar da, şeker bile gerekli yaşam ortamı bulamayınca nasıl zehire dönüşüyorsa, onlar da ayarsız demokrasinin acı meyveleridir. Gönüllerinde olan hep, Türklerin mallarına konmak, mirasa oturmak, Bulgaristan’da kalan Türkleri köle gibi çalıştırıp dilenci gibi süründürmektir.

Osmanlı döneminde Filibe Beyliği Konağı olan bugünkü “PILDEN” lokantası, halen beş leva kira ödemeden kullanılıyor. Eski iki mescit içkili lokantadır. Tarihi Müslüman kabristanlığı çöplük olarak kullanılırken, bir sanat eseri olan göbek taşlı hamamın çalıştırılmasına izin verilmiyor.

Bununla birlikte mahkeme kararıyla geri alınan bazı dükkân ve bezi stenlerin camları gün aşırı saldırıya uğruyor. Plovdiv Belediyesi aşırı milliyetçileri arkalıyor. Anti- Türk, Anti-İslam davranışlarında Sofya’dan bağımsız hareket etmeye çalışıyor.

Bu durumun mutlaka değişmesi ve sorunların kökten çözülmesi kaçınılmaz oldu.

HÖH politik partisinin birinci ve temel ödevi kendini politik yamak olma psikolojisinden silkip sorunların çözümünde söz sahibi olmaktır. Halkımızın can alıcı problemlerine inmektir. HÖH politikacılarıyla Müslüman kurumlarımız arasındaki dostluk ve yardımlaşma yalnız seçim gününe dayanamaz, dayanmamalıdır.

 

Irkçı alayın Plovdiv’te yaptığını Müslüman gençler yapsa, Kiliselere taş atmaya başlasa, herkesin sabrı taşsa Bulgaristan Kosovo, Bosna olabilir. Burada yanacak ateş bütün Balkanları yakabilir.

Bunu mu istiyorlar acaba?

 

Bulgar marjinalliği Türk ve Müslüman düşmanlığı, ırkçılık, zulümden has alanlarca mayalanmıştır. Bu hastalığa ilacı, mucize bilim, alşimi bile bulamadı.

Son hesapta Bulgar demokrasine ayar bulma sabır ve zaman istemeye devam edecek de nereye kadar…

Reklamlar