Merhum Ömer Osman’ın dediği gibi yıllar rüzgâr gibi geçmekte. Üzerinden 65 yıl geçmiş olmasına rağmen elime geçen ve “İlk Adımlar” başlığını taşıyan ilk edebi kitabı dünkü gibi hatırlıyorum. 1944’ ten sonra çıkan ve Bulgaristan’da yaşayan Türk yazar ve şairlerin eserlerini ihtiva eden ilk kitaptı. İlkokul ders kitaplarında ve “Eylülcü Çocuk” gazetesinde isimlerini gördüğüm ve başka yaratıcılardan şiir, öykü ve denemeler vardı ve o kitabı defalarca okudum.

“İlk Adımlar”dan sonra yerli yaratıcılardan birçok kitaplar neşredildi. Bazı kimselerin hesaplamalarına göre 1969 yılına kadar Bulgaristan Türk yazarlarının eserlerinden oluşan kitapların sayısı (şiir, öykü ve deneme derlemeleri, romanlar, uzun öyküler) 400’den fazla. Bu hele altmışlı yıllarda hızla arttı ve o yıllar bazı arkadaşlarımız tarafından “Lale Devri” diye adlandırıldı. Merkezde çocuklar için bir, yaşlılar için iki gazete ile bir dergi ve 5-6 bölge gazetesi çıkıyordu. Hepsi her sayısında birkaç şiire ve bir öyküye yer veriyordu. Her yıl iki veya üç defa edebiyat yarışması ilan ediliyor ve ödüller dağıtılıyordu. Tam “Bunlar yetmiyor, artık bir edebiyat gazetemiz olması gerekiyor!” diye konuşmaya başlamıştık ki, elimizde olanlar da kayboldu gitti ve Bulgaristan Türkleri Edebiyatı’nın üzerine bir koyu karanlık çöktü. Yaratıcıların ellerine ve kollarına kelepçeler vuruldu.

1989 yılında siyasi sistemin değişmesinden sonra yaratıcıların yakaları genişledi. Kara günlerde gizlice yazılan eserlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, yenileri de yaratılmaya ve okuyuculara sunulmaya başladı. Daha önceleri ad yapmış kimselerle birlikte yeni yeni şairler ve öykücüler yetişti ve yetişmekte. Hele son yıllarda birçok yeni adlar belirdi. Umut ederiz ki, edebiyatımızda bu gelişme yeni ve çok daha yüksek seviyeye ulaşacak.

Bu başarılı adımlarla birlikte çözülmesini bekleyen bazı sorunlar da göze çarpmaya başladı.

Totaliter rejim ve iktidarda olan onun partisinden (BKP) finanse edildiği için Sansür Kılıcını sağa ve sola oynatsa da Türkçe yaratılan edebi eserleri ak güne ulaştıran bir neşriyat evi vardı. Şimdi böyle bir şey yok. Evvelsi kaleme alınan eserlerin büyük bir kısmı basına giremezdi, lakin bir defa girdimiydi, müellifi onun dağıtımı ve satımı için telaşlanmazdı. Şimdi neşriyat evi bulmak çok kolay, fakat derhal her müellifin önüne binbir güçlükler dikiliyor. Evvelsi yaratıcının emeğine az da olsa bir değer verilirdi. Şimdi böyle bir şey yok. O zaman onlarca şehirde ve köyde Türkçe kitap satan kitapevleri vardı. Şimdi bütün memlekette böyle tek bir tane yok. Yaratıcı vaktini yeni bir esere hasredeceği yerde zar zor bastırdığı kitabı okuyucuya ulaştırmak için çareler aramakla geçiriyor.

Türkçe basılan eserlerin okuyucuya ve seyirciye ulaşabilmesi için sanatçılara el uzatan, mali yardım etmek lütfunda bulunan iş adamlarımız hiç yok demeyelim. Var ve onları candan tebrikliyoruz. Ama nesi var, böylelerinin sayısı iki elimizin parmaklarından fazla değil.

Kitap okuyanların sayısı çok azaldığı büyük bir gerçek. Buna en büyük sebep olarak bilgisayar ve ona bağlı olan internet sitelerini öne sürüyoruz. Fakat bununla birlikte kitapların basılma masrafları ve ona bağlı olan yüksek satış fiyatı da önemli bir sebep değil mi?

Edebiyatımızın önünde başka sorunlar da duruyor. Neşredilen eserlere gereken kıymeti verecek eleştirmenlerimiz yok. Tek bir kimse bu işi üzerine almıyor ve almak da istemiyor.

Editörlük başka bir sorun. Basılan kitapların bazılarının iç sayfasında editör diye herhangi bir isim yazılı. Fakat okuyucu daha son sayfaya varmadan anlıyor ki, kitaba editör gözü ve kalemi değmemiş.

Neşriyat evimiz yok, ama periyodik basınımız da cılız. Buna elbette ki, biz kendimiz suçluyuz. Şimdiye kadar çıkmaya başlamış olan dergiler okuyucular arasında ad yapamadıysa, yerini bulamadıysa, demek ki biz onlara sahip çıkmamışız. Şimdilik periyodik basında dimdik duran ve edebi eserlere az çok yer vermeye çalışan yalnız iki yayın kaldı: “Kırcaali Haber” gazetesi ve “Rumeli” dergisi. Onları okumazsak, okutmazsak ve edebi eserlerle beslemezsek, çok gitmez, onlar da diğerlerinin akıbetine uğrayabilir.

Bulgaristan Türk Edebiyatı hem Türkiye edebiyatının, hem de Bulgaristan edebiyatının faydalı tesiri altındadır. Fakat bu iki edebiyattan nasıl istifade ediyoruz? İki edebiyatı da gerektiği gibi tanıyor muyuz? Hangi yazarların eserlerini okuyoruz, hangi isimleri tanıyoruz?

Eli kalem tutmaya alışmış olan arkadaşlarımızın bazıları hemencecik gururlanmaya başlıyor. Sohbet esnasında çağdaş Türk ve Bulgar yazarlarının anılmış eserleri için söz edildiğinde en azından beş arkadaşımızdan “Ben okumuyorum, ben yalnız yazıyorum!” cevabını işittiğim oldu. Başkalarının yazdıklarını okumayan bir kimse onun yazdıklarının da okunmayacağını neden aklından geçirmiyor acaba?! Hiç olmazsa hangi seviyeye ulaşabildiğini anlamak için bari başkalarının yazdıklarını okuması gerekmiyor mu?

Bulgar yazarları ve onların örgütü Bulgaristan’da Türkçe yazanlara ilgi göstermiyorlar, bizi Türkiye edebiyatının bir kısmı gibi sayıyorlar. Fakat Türkiye yazarları da bize karşı aynı şekilde davranıyor, yani bizi Bulgaristan edebiyatının bir kısmı gözüyle bakıyorlar. Neticede biz örs ve çekiç arasında, hatta daha kötü, sokakta kalmış öksüz bir çocuk durumuna düşmüş oluyoruz. Yani şimdilik bize sahip çıkan yok. Sahipsiz kalınca, el uzatan olmayınca, Bulgaristan Türklerinin Edebiyatı susuz kalmış bir bahçenin kurumaya yüz tutmuş çiçeklerine benzemiyor mu?

1989’ dan sonra birkaç edebiyat derneği ve kuruluşlar ortaya çıktı. Hatta onların temsilcileriyle memleket çapında üç-dört etkinlik de gerçekleştirildi. Bu etkinliklerde umut verici konuşmalar oldu ve yine umut verici kararlara varıldı. Etkinlik programları içinde ve dinlence saatlerinde yeni yeni tanışmalar, tartışmalar oldu, fikir teatisinde bulunuldu. Yani etkinliklerin çok olumlu tarafları vardı. Fakat arkası gelmedi. Alınan kararların icrası nereye vardı diye hesap verilmedi. Yakın gelecekte yeni etkinlikler ve sanatçılar arasında yeni karşılaşmalar olacağı belli değil. Hatta diyebilirim ki, bazı kuruluşların, hele gene edebiyat derneklerinin faaliyeti o kadar zayıf, öyle ufak ve ceviz kabı doldurmayacak sorunlarla meşgul oluyorlar ki, anmak bile istemiyorum. Neticede diyebiliriz ki, zorla ayakta duruyorlar. Faaliyetimiz bir zamanlar bazı ortaokullarda faaliyet yürütmeye çalışan öğrenci derneklerinden daha da cılız. Yani bir sözle daha fazla “Edebiyatçık Oyunu” oynamaya çalışarak yolumuza devam etme cabasındayız.

Ortaya attığım bazı sorunların çözümü kendi imkanlarımız dışında. Lakin çözülmesi bizim kendimize bağlı olan sorunlar da az değil. Bize bağlı olanları çözebilmemiz için ise birleşmemiz gerekiyor. “Birlikten kuvvet doğar!” atasözünü hepimiz biliyoruz ve her gereken veya gerekmeyen yerde tekrarlayıp duruyoruz. Sadece tekrarlamakla kalmayalım. El ele verelim. Bizim yapacağımız işleri başkaları gelip halletsin diye beklemeyelim. Edebiyata ilgi gösterenlerin hepsini el ele vermeye ve önümüzde duran sorunları birer birer çözmek için çalışmaya davet ediyorum. Bu uğurda ilk adım “Bulgaristan Türkleri Edebiyatı” internet sayfasında ve “Kırcaali Haber” gazetesi sayfalarında aramızda fikir teatisine başlamak olabilir.

Ocak 2018
İsmail Yakup, Kırcaali Haber

Reklamlar