Çalışmamızın konusu olan diğer kavram Bulgaristan Türkleri kavramıdır.
Bulgaristan Türkleri en genel anlamı ile günümüzde Bulgaristan Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan Türkler anlamında kullanılan bir kavramdır. Bu kavramın ne şekilde oluştuğunu takip edebilmek için öncelikle Osmanlı Devleti tarihine bakıp Balkanrda fethedilen topraklara ne zaman ve ne şekilde Türk kitleleri gönderildiğini tespit etmekle başlamak isabetli olacaktır.
Osmanlı Devleti ondan önce kurulan Türk devletlerinden farklı olarak sadece bir Asya devleti olmamıştır. Osmanlı Devleti hem Asya, hem de Avrupa devleti olmuştur. Öncelikle Marmara denizi kıyısında kurulmuş, ilk zamanlar Marmara’nın batısına, Balkanlara veya Rumeli’ye doğru genişlemiş, daha sonra da Marmara mihverinin iki yakasında, simetrik olarak genişleyip büyüyen bir devlet haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Anadolu’da Bursa, ikinci başkenti Rumeli’de Edirne olmuştur. İstnabul’un fethiyle devlet, bir nevi tabii başkenti ve jeopolitik dengesine kavuşmuştur: Doğu’da Anadolu kanadı, batıda Rumeli kanadı ve orta yerde başkent İstanbul. Devlet için birinci derecede önem taşıyan başkent İstanbul’un korunması son derece önemli olmuş ve koruyucu kalkan durumunda olan ve Tuna nehrine kadar uzanan Rumeli toprakları, daha ilk fetih günlerinden başlanarak yoğun bir şekilde Türk nüfusu ile doldurulmuştur. 12
Osmanlı devleti iskân politikalarında genel olarak dört temel hedef belirlemiştir: fethedilen bölgenin Türk-İslamlaştırılması, düzenli asker ihtiyacını karşılamak, üretimde sürekliliği sağlamak ve vergi kontrolünü elinde tutmak. Bu iskân politikası disiplinli bir şekilde 1357 yılından başlayıp, Birinci Beyazid döneminde artarak devam etmiş ve devletin yıkılışına kadar sürmüştür.
Batıda fethedilen yeni toprakların Türkleştirilmesi için yerleşik halka nazaren daha disiplinli ve daha savaşçı bir yapıya sahip olan konar-göçerlerin kullanıldığı görülmektedir.
“Süleyman Paşa Rumeli’deki kaleleri zaptettikçe Orhan Bey’e: “Rumeli şehir ve kalelerindeki Hristiyan aileleri Karesi vilayetine geçirip, onların yerine de Anadolu’nun güneyinden göçebe Türkmen, gönüllü Gaziyan, fisebilillah gaza eden Dervişan ve kendi arzusuyla gelip yerleşmek isteyen köylüleri gönderip iskân eylemek gerek.” demiştir. Orhan Bey de bu bölgelerdeki aileleri Rumeli’ye göndererek iskân etmiştir” Osmanlı iskânları gelişigüzel değil, belirli bir plan-program çerçevesinde gerçekleşmiştir. Mesela iskân mahallerine bir hükümet konağı yapılarak hem merkezi otorite hissettirilmiş, hem de vatandaşın kolayca arz-ı hâlini bildireceği bir merci bulundurulmuştur.
13Andolu’dan Rumeli’ye gelen Türklerin “görevi” buralarda İslamiyetin din olarak benimsenmesini sağlamak, Anadolu Türk kültürünü her anlamıyla bu topraklara taşıyıp o zamanki anlayışa göre buraları şenlendirmek olmuştur.
14. yüzyıl itibari ile Anadolu’dan Rumeli’ye sürekli bir şekilde Türk nüfusu gönderilmiştir.
Bu dönemde, Orta Asya’dan Moğol istilası nedeni ile Anadolu’ya sığınmış Türk nüfusu oldukça fazladır. Bu şekilde Anadolu’da sayıları artan Türkler Rumeli’ye kaydırılmıştır.
Türkler haricinde Anadolu’da göçebe yaşamı süren Yörükler, Türkmenler, Konyarlar ve Tatarlar da Rumeli’ye götürülüp yerleştirilmişler ve bu topraklarda yerleşik bir hayat sürmeye başlamışlardır. Diğer taraftan yeni fethedilen toprakların çekiciliğine ve sundukları imkanlara kapılan, girişken bir takım Türk kitleleri de kendiliğinden Rumeli topraklarına göçüp yerleşmişlerdir. Bunlar dışında daha sonra Anadolu’da meydana gelen Celali ayaklanmaları gibi kargaşalar sebebi ile bazı Türk kitleleri buralardan kaçıp Rumeli’ye sığınmışlardır. Bu şekilde oldukça kısa bir sürede farklı sebeplerle Anadolu’dan göçen Türk kitleleri, Rumeli’nde de Anadolu’da olduğu kadar güçlü bir Türklük oluşmuşlardır. Anadolu’nun bir parçası olan Rumeli Türkleri, 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar beş yüzyıl boyunca bu topraklara bir nevi kök salmışlardır. 14 Anadolu Türkleri’nin Rumeli’ye iskân etme politikası amacına ulaşmış bu topraklar sadece yönetim olarak değil kültür olarak ta Türk toprakları olmuştur. Balkanlar’da takip edilen hoşgörü politikası neticesinde hem Osmanlı hanedanının nüfuzu artmış hem de İslamiyet yayılmıştır. Balkanlar’da İslamiyetin yayılması kılıç zoruyla değil daha çok Osmanlı devletinin sosyal alanda sergilediği hoşgörünün bir sonucudur. Bu hoşgörü anlayışı sadece devletin kurulduğu ilk dönemlerde değil daha sonra da devam etmiştir. Örneğin “1806–1812 Harbi başlarında Ruslar, çeşitli vaatlerle ve cebren iki binden fazla Bulgar’ı yurtlarından kopararak Eflak-Boğdan taraflarına yerleştirmişler ve olaya iltica süsü vermişlerdi. Aradan bir müddet geçince Bulgarlardan her biri bir mahalde sefalet ve hakaretlere uğrayarak feryad-ü figan etmişler ve neticede tekrar yurtlarına dönmek için Osmanlı Devleti’ne başvurmuşlardır. Kendileri hakkında verilen fermanla tamamı affedilerek eski yerlerine dönmelerine müsaade edilmiştir.” Ayrıca Rus istilasıyla harap olan yerlerin yeniden şen ve mamur edilmesi hususunda Osmanlı Hükümeti gerekli girişimlerde bulunmuştur. ”15 Görüldüğü gibi Rumeli toprakları başarılı bir şekilde Türkleştirilmiş ve İslamlaştırılmıştır.
1877-1787 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında. Osmanlı devletinin savaşı kaybetmesi ile yukarıda belirtilen şekilde yüzyıllar önce Rumeli’ye gönderilen Türk kitleleri bu kez buralardan kopup Anadolu’ya akın etmeye başlamıştır. “Osmanlı-Rus savaşı, bir tayfun gibi Rumeli’yi kasıp kavurdu. Rumeli Türklüğünü, beş yüzyıllık kökünden söküp attı”16 Rumeli topraklarında çok büyük bir bozgunluk yaşanmış ve atasözlerine dahil olara günümüze dek hiç unutulmamıştır. “Anadolu’nun salgını, İstanbul’un yangını, Rumeli’nin bozgunu” atasözü bunlardan sadece bir tanesidir. Savaştan hemen sonra sayıları yaklaşık bir milyon olan Rumeli muhaciri Anadolu’ya sığınmıştır. Onbinlercesi de Anadolu’ya ulaşamadan yollarda hayatını kaybetmiştir. 17 1878 Berlin Antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun Tuna Vilayeti üzerine bir Bulgar Prensliği kurulmuştur. Ancak çok milletli imparatorluk toprakları üzerine kurulan bu üniter milli devletin sınırları içerisinde birçok Türk kütlesi kalmıştır, öyleki Bulgar Prensliği nüfusunun üçte birinden fazlasını Trükler oluşturmuştur.
Türk-Bulgar nüfus mübadelesi yapılmamıştır. 1878 Ayastefanos Antlaşması’nın müzakeresi sırasında Türk delegeleri Ruslar’a Balkan Sıradağları’nın kuzeyinde kalan Türklerin güneydeki Bulgarlarla değiştokuş edilmesi, taşınmaz mallarının da karşılıklı olarak tasfiye edilmesi yönünde bir teklif sunmuş ancak Rus tarafı bu teklifi kabul etmemiştir.
Sonuç olarak Tuna vilayetinde yaşayan ve Rus savaşından önce Osmanlı tebaası olan Türkler, savaş sonunda kendilerini “Bulgar vatandaşı” olarak bulmuşlardır. Bundan böyle Bulgar yönetimi altında yaşamak, Bulgar yasalarına uymak ve bir “azınlık” olarak varlıklarını sürdürme durumunda kalmışlardır.
Berlin Antlaşması’nın Osmanlı Türkçesi metninde kurulacak olan Bulgar Devleti’nin adı Bulgaristan olarak yer almaktadır.18 Dolayısıyla kurulacak olan bu yeni ülkenin sınırları içinde yaşayan Türk toplulukları da Bulgaristan Türkleri olarak adlandırılacaktır. Böylece Bulgaristan Türkleri kavramı da yabancı bir ülke sınırlarında yaşayan bir Türk azınlığı anlamına gelen sosyal bir terim olarak oluşmuştur.
Ancak bu ilk oluşumunda Bulgaristan Türkleri kavramı sadece Tuna vilayetinde ikamet eden Türk toplulukları anlamına gelirken daha sonra anlamı biraz daha genişleyecektir.
Bulgaristan, 1878’den sonraki tarihlerde topraklarını genişletmeye devam etmiştir.
Nihayet 18 Kasım 1885 tarihinde Doğu Rumeli vilayeti burada yaşayan Türk kütleleri ile beraber Bulgaristan sınırlarına dahil olmuştur. Bu tarihten sonra Bulgaristan Türkleri kavramının anlamı biraz daha genişlemiş ve artık eski Doğu Rumeli topraklarında yaşayan Türkleri de kapsamıştır.
17 Şimşir, age s.19

Yukarıda belirtilen tarihi gelişmeler sonucunda eski Rumeli topraklarından Anadolu’ya olan göçler 19. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar devam etmiştir.
Bulgaristan’dan ilk büyük Türk göçü Doksanüç Muhacereti denen göç olmuştur. Bu göç 1877-1878 Osmalı-Rus Savaşı sırasında görülen bozgun göçüdür. Bu göç dalgası ile yüzbinlerce Türk Anadolu’ya gitmek üzere yerlerinden yurtlarından kopup yollara düşmüştür.
1886 – 1890 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplam 74.753 Türk göç etmiştir.
Sonrasında Bulgar resmi istatistik kayıtlarına göre 1893-1902 yılları arasında toplam 70 603 Türk ülkeden göç etmiştir.
İkinci büyük göç dalgası da Balkan Savaşları esnasında gerçekleşmiştir . Bu göç esnasında eski Rumeli topraklarından yaklaşık bir milyon Türk göç etmek üzere yollara düşmüş yaklaşık 200 000 kadarı savaş sırasında öldürülmüş, geri kalanı da Anadolu’ya ulaşmıştır.
Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde göç faaliyetleri ilk kez düzenlenmeye başlamıştır. 18 Ekim 1925 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türk-Bulgar İkamet Sözleşmsi” uyarınca Türklerin isteğe bağlı göçlerine engel olunmayacaktır. Muhacirler taşınabilir mallarını yanlarında getirebilecek taşınmaz mallarını da satabilecek ve elde ettikleri parayı da Bulgaristan sınırları dışına çıkarabileceklerdir.
Cumhuriyetin ilk döneminde, iki dünya savaşı arasındaki yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplam 198 688 Türk göçmüştür.
İkinci dünya savaşı ve savaş sonrası yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye olan göç sayısı oldukça azalmş 1940-1949 yılları arasında toplam 21 353 kişi göç etmiştir. Bu yıllar arasında gerçekleşen göç normal bir göç olmamıştır, nitekim yeni Bulgar rejimi Türkiye’ye göçlere izin vermemiş Trükiye-Bulgaristan sınırı göçe kapalı olmuştur.
Bundan sonraki göç dalgası 1950-1951 göçü olarak bilinir. 10 Ağustos 1950 yılında Bulgar Hükümeti, Türkiye’ye bir nota vererek sert bir dille Bulgaristan Türklerinden 250 000 kişinin 10 Kasım 1950 tarihine kadar Türkiye’ye gönderme isteğini açıklamıştır. Ancak Türkiye bukadar kısa sürede bukadar çok göçmeni kabul edecek imkâna sahip olmadığından notayı reddetmiştir. Buna rağmen göçmek isteyen Bulgaristan Türkleri’ne vize verilmeye devam edilmiştir ve 1950-1951 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye 154 binden fazla Türk göç etmiştir. 19 Bundan sonra Bulgaristan Türkleri’nin göç tarihinde gerçekleşen en kısa zamanda en kapsamlı göç dalgası olan 1989 – 1990 tarihleri arasında Türkiye’ye zorunlu göç olmuştur.
Göçün zorunlu olmasının önde gelen sebepleri bu tarihlerde Bulgaristan’da iktidarda olan komünist rejiminin Türklerin Türk isimlerini istekleri dışına zorba bir politika ile Bulgar isimleri ile değiştirilmiş olması, Türkçe konuşmanın resmi olarak yasaklanması, Türk aydınlarının hapse atılmaları gelmektedir. Bunlar karşısında Bulgaristan’da yaşayan Türklerin
açlık grevleri yapması, çeşitli protestolarla karşı çıkmaları ve olayların dünya kamuoyuna yansıması sonucu Bulgar Hükümeti Türkiye sınırlarının açılmasını istemiş ve Türk olduğunu düşünen herkesin (Bulgar komünist rejimine göre Bulgaristan’da yaşayan Türkler Osmanlı zamanında asimile eidilmiş slav Bulgarlardır) ülkeyi terk etmesi gerektiği beyan edilmiştir.
Bunun sonucunda Mayıs 1989 – Mayıs 1990 yılları arasındaki bir yıllık sürede
Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplam 345 960 kişi göç etmiştir. Bunlardan 133 272 kişi Bulgaristan’da komünist rejiminin düşmesi ve demokratik yönetime geçilmesi ile çeşitli sebeplerden dolayı tekrar Bulgaristan’a geri dönmüştür.
Günümüzde halen Bulgaristan sınırlarında ikamet eden yaklaşık bir milyon nüfustan oluşan bir Türk topluluğu mevcuttur. Bu topluluk ülkenin siyasi hayatında aktif rol almakta ve bu konuda Türkiye’ye göçtükten sonra çifte vatandaş olan ve Bulgaristan’da da oy hakkı olan Bulgaristan göçmenlerinden ciddi destek almaktadırlar. 20 Buraya kadar sunmuş olduğumuz bilgiler çerçevesinden Bulgaristan Türkleri kavramını ele alırsak bu kavramın zaman içerisinde taşıdığı anlamın dinamik bir şekilde kapsamlaştığını görebiliriz. Kavram olarak şekillendiği ilk zamanlarda sadece Osmanlı Devleti’nin kaybedilen Tuna vilayetinde yaşayan Türkleri kapsamaktadır, daha sonra Balkan Sıradağları’nın güneyinde yaşayan ve Bulgaristan sınırlarına sonradan dahil olan Türkleri de kapsam alanına almıştır, sonrasında bu bölgelerden Anadolu’ya göçen Türkler de Bulgaristan Türkleri olarak
literatüre geçmiştir, günümüzde ise Bulgaristan Türkleri kavramı bugünün Bulgaristan sınırlarında yaşayan Türkler olduğu gibi, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden Türkler anlamına da gelmektedir. Bulgaristan Türkleri kavramı tarih içerisinde şekillenerek somut anlamı olan bir sosyal terim niteliği kazanmıştır.
Bulgar Türkleri ve Bulgaristan türkleri kavramlarının tarihteki yolculuğunu takip edip günümüzde ne anlama geldiklerini tespit ettiğimize göre çalışmamızın bu aşamasında bu kavramlar arasında bir ilişki olup olmadığını görebiliriz .

Öncelikle oluşum zamanı açısından ele aldığımızda görüyoruz ki Bulgar Türkleri kavramının oluşumu her nekadar 5.yüzyıla dayansa da kesin olarak ve günümüzde kullanılan biçimde 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında bilim adamlarının araştırmaları sonucu ortaya çıkmış bir tarihi terimdir ve yaklaşık 9. yüzyılın sonularına kadar yaşamış olan bir Türk topluluğu anlamına gelmektedir.
Bulgaristan Türkleri kavramı ise 19. yüzyılda belli başlı tarihi hadiseler sonucu oluşmuş daha çok sosyal bir terimdir. Dolayısıyla karşılaştırdığımız iki kavram farklı zamanlarda, farklı anlamlarda ve farklı alanların terimleri olarak oluşmuşlardır.
Coğrafya açısından ele aldığımızda görüyoruz ki Bulgar Türkleri Karadeniz’in kuzeyinde yaşamış bir Türk topluluğu iken Bulgaristan Türkleri Tuna nehrinin’nin güneyinde ve Karadeniz’in batısında bulunan topraklarda yaşamış ve halen yaşmaktadırlar. Dolayısıyla Bulgar Türkleri ve Bulgaristan Türkleri farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda yaşamış topluluklardır. Zaman ve coğrafya anlamında aralarında herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.
Karşılaştırdığımız iki kavram arasındaki en önemli fark birinin günümüze kadar gelememiş bir topluluğu ifade ediyor olması (Bulgar Türkleri), diğerinin ise günümzde var olan bir topluluğu (Bulgaristan Türkleri) ifade diyor olmasıdır. Neticede var oluş anlamında da iki kavram arasında bir ilişki söz konusu değildir.
Kültürel açıdan ele alıp ilk olarak toplumları toplum yapan dil unsuruna baktığımızda görüyoruz ki Bulgar Türkleri’nin kullandıkları Türkçenin temsilcisi bugünkü Çuvaş Türkçesi sayılmaktadır ve Batı Türkçesi’nin özelliklerini taşıdığı bilnmektedir. Bulgaristan Türkleri’nin kullandıkları Türkçe ise muhakkak zamanla değişim göstermesiyle beraber günümüzde kullanılan şekli ile Modern Oğuz Türkçesinin Rumeli ağızları grubu içerisnde yer aldığı ve ölçünlü Türkçe içinde birleştiği bilinmektedir.21 Bu anlamda ele aldığımız kavramların ifade ettiği iki topluluk ta her nekadar birbirinden farklı olsalar da sonuç itibari ile Türkçe dilini kullanmış ve kullanılıyor olmaları açısından hafif te olsa bir ilişki olduğu kabul edilebilir.
Kültürün diğer bir önemli unsuru olan din açısından baktığımızda Bulgar Türkleri dini inançlarında totamizmin geliştiği ve kurt, kartal gibi totemleri olan aynı zamanda da semavi hükümdar olan bir tanrıya inandıklarını görüyoruz. Bulgaristan Türkleri’nin dini ise şüphesiz İslamdır zira Anadolu’dan Rumeli’ye göç etmelerinin temel nedenlerinden biri bu toprakları İslamlaştırmak olmuştur. Dolayısıyla dini açıdan incelediğimiz iki toplum arasında bir ilişki veya benzerlik bulunmamaktadır  Yapmış olduğumuz bu karşılaştırmalar sonucunda iki kavram arasında var olduğu sayılabilecek uzaktan da olsa bir dil ilişkisi ötesinde herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.

 

Sonuç
Bulgar türkleri ve Bulgaristan Türkleri farklı zamanlarda oluşmuş ve farklı anlamları olmakla beraber, aralarında iki toplumun da kullandıkları Türkçe dil anlamında çok hafif bir ortak nokta olan, iki farklı kavramdır. Bu kavramların eş anlamlı olarak kullanılması son derece yanlış olacaktır. Günümüz Bulgaristan sınırlarında yaşayan Türkler’i ifade anlamında Bulgar Türkleri kavramının kullanılması bu topluma tarihten izleri birnevi silinmiş bir topluluk adı verilmiş gibi olur. Diğer taraftan, Karadeniz’in kuzeyinde 9. yüzyılın sonuna kadar var olmuş bir Türk topluluğunu Bulgaristan Türkleri olarak ifade etmek te bu topluluğu kendinden on asır sonra yaşamış olan topluluk adını vermek gibi olacaktır. Her iki kullanım şekli de yanlış ve yersiz olacaktır. Günümüz Türkçesinde ve özellikle gazetecilik dilinde Bulgaristan’da yaşayan Türkler veya oradan Türkiye’ye göç eden Türkler anlamında ne yazık ki Bulgar Türkleri kavramının kullanıldığını görmek mümkündür. Dolayısıyla kamuoyunda da bu kavram yanlış tanıtılmış olup aslı olmayan bir şekilde kullanılmasına yol açmaktadır.

 

Kaynaklar:
1. Berlin Ahidnamesi: Ayastafonos, Berlin, Kıbrıs muahedenameleri. 1908.
İstanbul. Karabet Matbaası, s.4
2. Ercilasun, Ahmet. 2007. Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ yayınları, s.195-201.
3. Feher, Geza.1999. Bulgar Türkleri tarihi. Ankara: Türk Tarih kurumu.

4. Güneş, Nurcihan. 2011. “Bulgaristan Türklerinin dil durumu”. Modern Türklük araştırmaları dergisi. http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/39-832011-512.php (Ocak 2018).
5. “Almanya’da Bulgar Türkü anne ve oğlu bıçaklanarak öldürüldü”. Milliyet gazetesi. 13.09.2017 http://www.milliyet.com.tr/almanya-da-bulgar-turku-anne-ve-dunya-2518862/(01.2018)

6. Kafesoğlu, İbrahim. 2000. Türk milli kültürü. İstanbul: Ötüken yayınevi, s.190-194.
7. Kalaycı, İsa. Kızılkaya, Oktay. 2012. “Osmanlı Devleti’nin İskân siyaseti ve
yerleşim birimleri üzerine bir değerlendirme.” Cilt: 9, Sayı:18
8. Kâşgarlı, Mahmut. (2015). Dîvânu Lugâti’t-Türk. Giriş-Metin-Çeviri-NotlarDizin (Hazırlayanlar: Ercilasun Ahmet B., Akkoyunlu Ziyat). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
9. Moskov, Mosko. 1988. İmennik na bılgarskite hanove (novo tılkuvane). Sofiya: d-r Petır Beron, s. 24-25
10. Şimşir, Bilal. 2012. Bulgaristan Türkleri. Ankara: Bilgi yayınevi.
11. Togan, Zeki Velidi. 1981. Umumî Türk tarihine giriş, cilt 1. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları No:1534, s.155-156
12. Turan, Fikret. 2002. The 1989 Bulgarian Immigrants in Istanbul and Their Support for the Movement for Rights and Freedoms (MRF) in Bulgaria”.(Conference on Culture and Identity in the Balkans, Beykent University & Boğaziçi University 23-24 May 2002) New Approaches: Culture, Language, Literature, Cilt I, Sayı 1-2. s.93-103.

Reklamlar