Rafet ULUTÜRK

Tarih: 30 Aralık 2017

Politik Not: Tarihsel Geleneklerimize sahip çıkalım.

            Bulgaristan Türklerinin kendi özlerine ve tarihlerine dönme zamanı geldi.

            Türkiye’de Bulgaristan Dernekleri Federasyonu kurma zamanı geldi.

Yazan: BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk.

Bu yazımı kaleme almama vesile olan 24 Aralık 2017 (Pazar gün) Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı olarak katıldığım Bursa – BALGÖÇ Kurultayında Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu’nun, Bulgaristan’da soydaşları temsil eden siyasi partilerin birleşmesi… ve Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar (DOST) Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca’nın “birleşim” çağrılarının çok yanlış olduğu cevabıdır.

***

2017 yılı siyasi bir atılım yılıydı.

Todor Jivkov dikta rejimi yıkılandan beri bu kadar sert bir yüzleşme yaşanmamıştı. Yarısı Türkiye’de, yarısı Bulgaristan’da veya gurbette Bulgaristan Türk topluluğu da, tüm azınlıklar ve Bulgar halkıyla birlikte yenilik ve dönüşüm isteyen bir dip dalgası olarak uyandı ve hareketlenerek siyaset sahnesine çıktı.

Bu uyanışın itici gücü olarak genç kuşağı ve komünizmi, bizde baskı, terör ve zulüm rejimini olarak ne varsa hepsini olumsuzlama ve yerine adil, insan haklarına saygılı, azınlık haklarını tanıyan, demokratik ve özgür bir sivil vatandaş toplum düzeni çağıranların gür sesini herkes işitti.

Bizim yeniden uyanışımız Dobruca’da başlandı. Bu, aynı neden ve hedeflerle ikinci şahlanışımızdı. Birincisi 1984-1989’te totaliter devlet zulmüne karşıydı. İsimlerimizi, din ve kültürel haklarımızı, 1950 yıllarındaki kültürel otonomi statüsüne dönüş istekleriyle 1989 Mayısındaki ayaklanmamız bu direnişlerin zirvesi oldu. Bulgaristan Türkleri demokratik dönüşüm dalgasının ana taşıyıcı gücü, örgüt omurgasını oluşturan yapılanma olarak 1990’da kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketini 20. yüzyılda gördüğü eziyet ve çekilen zulmün bir eseri olarak kabul etti.

1984–1989 yıllarında totaliter devlet karşımıza kolluk kuvvetleriyle çıkmış, birçok kurban alarak ve her köyü, her hanemizi basarak Türk kimliğimize saldırmış, tüm aydın ve öncüler içeri atıp sürgün ederek, 500 bin Türk’ten de göçe zorlayarak kurtulunca “bu işi bitirdim” hesapları yapmıştı.

Bu planlı ve örgütlü ırkçı devlet saldırılarının en yakın hedefinde “Türklerin Türk olduklarını asla kabul etmeyip” ülkede yaşayan tüm Müslüman azınlıklarla ilgili faşist ve totaliter komünist devlet siyasetinin özünü oluşturan “İslamlaştırılmış Bulgarlar” siyasetini sürdürmek vardı.

Türk kimliğimize karşı aralıksız ve planlı devam eden siyasi saldırılar.

1912’de Osmanlıya saldırıp Edirne’de Selimiye Cami minarelerine Bulgar bayrağı diken Bulgar Çarlığı’nın da burnu dikilmişti. Bulgar milliyetçiliği 1913’te Batı Rodoplar’daki Müslüman Pomak kardeşlerimize “siz İslamlaştırılmış Bulgarlarsınız” saçmalıyla saldırdı. İsimlerini değiştirip, minarelerini yıktığı camileri kiliseye çevirdi. Evlerinden süngüyle çıkarılan köylülere vaftiz ettirerek Hıristiyanlaştırmaları denendi. Müslüman Pomakların başına kalpak geçirilmesi Hıristiyan ve Bulgar oldukları anlamına gelmedi. İsim ve din değiştirerek Kimlik aşılama siyaseti daha aynı yıl yenilgi alırken, 1918’de saldırgan Bulgar siyaseti iflas etti. Ardından çoğunun isimleri geri alındı. Fakat şu asla unutulmamalıdır Bulgar Çarlığının ilk yenilgisi 1913’te Batı Rodoplar’da yaşanmıştır. Ne var ki 20. asrı belirleyen tek dilli ve tek uluslu Bulgar devleti kurma siyaseti 100 yıl boyunca azınlıkları eritme, asimile ederek Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetinden asla vazgeçmemiş, hiç aralıksız ve şiddetlenerek devam eden bu yanlış politik uygulamaları günümüze kadar getirmiştir.

Bulgaristan’da kimlik belirleme siyasetinin birkaç aşaması vardır.

Pomak Kardeşlerimizle 1913’te başlayan bu iğrençlik 1934’ten 1944’e kadar şekil değiştirerek sürdürülürken, bu gün %60 lara varan oranda Pomak kardeşimizin Hristiyanlaştığı ortadadır. 1944’ten sonra Makedonlara, Ulahlara, Çingenelere, Tatarlara ve Türklere sıçramış, süreğen bir baskı, kırım ve kimsizleştirme zulmü halini almış, Çingene cephesinde 1964 ve 1972’de Pomak Cephesinde, 1984 – 1989 yılları arasında da Türklerin üzerine balyoz gücüyle inmiştir. Evet bu gün Osmanlı Türklerinden bile %10 civarında insanımız Hristiyan isimleri ile yaşamaktalar. 1990’da sonra şekil değiştirip “Bulgar Etnik Modeli” olarak eğitim öğretim ve kültürel yaşamımızı, Türk yaşam tarzımızı ve geleneklerimizi yasaklayarak ve özellikle de Türk diline saldırarak süregelmiştir. Evet bunu düzeltmek istemediler yine her zaman yaptıkları tuzaklarına devam ettiler. 1989’da halkımızın önderleri bu ülkeden kovulmasalardı bu isim değiştirme 1990 yılında REESEN OLACAKTI ve Bulgaristan kurulduğundan günümüze kadar Bulgar devletinin değiştirdiği Müslüman isimleri otomatik olarak herkesin ismi geri dönecekti… Ha yeniden Bulgar ismi almak isteyen olursa o başka bir konu, onları da serbest bırakmalıydı.

Gelişmelerin niteliğinde birkaç özellik vardır.

Bunlardan birincisi, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davası olarak alevlenip gelişen kimlik mücadelesinde 1985’ten sonra illegal ve yarı legal siyasi öncülerin belirmesidir. Bunların halkın birlik ve beraberliğini, koşulsuz dayanışmasını sık dokumayı ve ruhunu şahlandırmayı başarmasıdır. Türklük için ölünceye kadar mücadelede yılmazlık ve zafere inanç da hapishane koğuşlarında, sürgünlerde ve işkence odalarında devrimci su almıştır. Bir halk ayaklanmasının başarılı örgütlemesi de önemle vurgulanmalıdır. Çünkü halk ayaklanması bilinç düzeyinin yüksek doruklarından biridir ve irade birliği ve vicdan temizliği simgesidir.

Ne var ki 1990’da Bulgaristan’da çok önemli birkaç olay yaşandı.

Devlet Türklerin etnik kimliğini, yani isim ve dini haklarını iade ederek Müslümanlar olarak tanıdı, fakat Türklerin kolektif haklarının hiç birini tanımadı. Türklere belleklerini ve tarihlerini unutturma siyaseti devam etti. 20. Yüzyılda Bulgar devletini gelişmesi ve ilerlemenin gelenekleri ve ilerleme atılımlarından güç aldığını tanımadı. Böylece kalkınma yolları kesildi.

Biz Bulgaristan Müslümanları daha 1878’de esaret altına düştük. 1919’da tüm Müslüman dünyası esaret altındaydı. Fakat kölelik ve esaret zincirlerini kırıp egemenliklerini elde ettiler. Türkiye Cumhuriyeti kurulana ve Atatürk devrimi meyvelerini vermeye başlayana kadar Bulgar iktidarı İslam dinini boş bir ses olarak kullanarak uyanışımızı engelledi. Eğitim ve öğrenim olanaklarımızı kısıtlayarak güç tazelememize olanak vermedi. Müslüman kitlelerin ağır hareketliliğini, güçsüzlük ve takatsizlik olarak korumaya çalıştı.

1923 ve 1934 askeri darbelerinden sonra öğretmen birliklerimizin, sportif ve Turan derneklerimizin, kültürel derneklerimizin yasaklanmasının tek anlamı budur. Korkmaz, gözü pek, etnik bilinçli ve atılgan kadrolar yetişmesi engellendi. Bu öncülerle temas kurdukları halk katmanları arasında uzlaşma, uyum ve fikir birliği oluşmasını yani halkın bilinçli dirilmesini önlemekti. Çünkü halkın davasıyla yücelen önderler halkın iradesi ve fikridir. Her bir derin halk hareketinin kalbi ve damarında dolaşan kanıdır. Vurdumduymazlık, ilgisizlik ve güçsüzlük ancak baş gösteren tehlikelere karşı savaşıma katılmakla aşılabilir.

Bulgaristan Türkleri kimliklerini korumak ve yeni vasıflarla bina etme mücadelesinde temel rol oynayan 2 faktör vardır. Bunların birincisi Şumen Türk Öğretmen okulunun açılması, ikincisi de yine Şumen’de Nüvvap Okulu’nun açılmasıdır. Bu okul din adamlarıyla birlikte şeriata göre hüküm veren kadılarda yetiştirmiştir. Nüvvap okulunun 5 ile 8 yıl arasında Türkçe eğitim öğretim vermesi ve yetiştirdiği kadroların çalışmaları Bulgaristan Türklüğünde köklü değişime neden olmuştur. Bulgaristan’da 1926 – 1947 döneminde yetişen 677 öğrenci bütün Bulgaristan’a Türklük ışığı dağıttı. Bulgaristan’da ilk ulusal Müslüman örgütlenmesi olan Baş Müftülük sistemi bu kadrolarla kurulmuştur.

O dönemde çıkan Türkçe gazeteler halkımızın uyanarak örgütlenmesinde olağanüstü büyük rol görmüştür. Atatürkçü yani devrimsel dönüşümcü, reformcu Türk aydın ordusu oluşmuştu. 1906 – 1933 yılları arasında etkinlik gösteren, 23 kurultay yapabilen, Türk öğretmenler birliği bu uyanış ve dirilişte çok etkin olmuştur. Birer sivil toplum örgütü niteliğinde etkin örgütlenme etkinlikleriyle memleketi saran Türk Spor Birliği “Turan” da aralarında cemaat çalışmaları üstün başarılar elde etmiştir.

Bulgaristan’da Birinci Türk Kurultayı

31 Ekim – 3 Kasım 1929 tarihleri arasına Sofya’da Bulgaristan Türk azınlığının ilk kurultayı toplandı. Bu forumun çağrılmasında o zaman başı çeken şahıs, Sofya’da “Rehber” adlı bir Türkçe gazete çıkaran, Dobriç’li Mehmet Celil Efendi oldu. Sofya parlamentosundaki milletvekilleri milli kurultay fikrini benimsediler. Ve desteklediler. Bu milletvekillerinin isimlerini anımsayalım: Şumnu’dan (Şumen) Mehmedali Giray; Eskicuma (Tırgovişte) Mehmet Sait, Rusçuk’tan Hafız Sadık ve Paşmaklı’dan (Smolyan) Ağuşoğlu Hafız Emin Bey.

O zamana kadara geçen 50 yıl içinde Bulgaristan Türkleri bir genel toplantı yapmamıştı. Her Türkü bağlayıcı ortak kararlar almamıştı. Bu kurultay bir parti, sınıf, mezhep, zümre, aydın grubu, çıkarcı kişilerin çete kurultayı değil, Bütün Bulgaristan Türklerinin sorunlarını görüşecek ve menfaatlerini kapsayarak problemlerini dile getirecek ve çözüm sunacak bir etkinlik toplanmıştı.

İlk kurultayda gündemi 3 sorun belirlemişti:

  • Bulgaristan Türk azınlık okulları
  • Türklerin Dini Kurumları ve Vakıfları
  • Hayır dernekleri.

O zaman Bulgaristan’da 780 bin Türk yaşıyordu. Kurultaya 460 delege katıldı.

Bu kurultay bir özel kararla etnik azınlıklar üzerindeki zulmün durdurulmasını ve göçe zorlama siyasetine de son verilmesini istedi. Kurultayın tarihsel önemi BULGARİSTAN TÜKLERİNİN MİLLİ OLDUNLUĞUNU VE SİYASET SAHNESİNE KENDİ ÖRGÜTÜYLE ÇIKMA HAZIRLIKLARINI TAMAMLADIĞINI göstermesi oldu.

***

1990 yılından sonra, HÖH 9 Kurultayı, Ulusal Konferansları, DOST partisi kurultay ve forumları; Halkın Hürriyet ve Demokrasi Hareketi (HHDH), “Demokratik Kanat” partisi ve “Ulusal HÖH” hareketinin forumlarının hiç birisi Birinci Türk Kurultayı kararlarıyla karşılaştırılamaz, çünkü bu siyasi oluşumların her biri kendini devlete hizmet etme ve yaranma hırsına kaptırdılar ve Bulgaristan Türklerinin davasını unuttular.

Birinci Türk kurultayı totaliter faşizm ve III. Boris döneminde Bulgar devletinin şu fikrini yenip yok etmek için toplanmıştı. Yukarıda sıraladığım 5 “Türk” partisinin kurultaylarında “Türk”, “Müslüman”, “azınlık hakları”, “Kültürel otonomi”, “gerçek demokrasi”, “halka adalet ve özgürlük”, “kültürel kıyım”, “baskı, terör, zulüm” sözleri geçmiyor, su taşınarak Türk suyu ile Bulgar değirmeni döndürülmeye çalışılıyor.

Oysa 20. yüzyıl savaşımlarımızın özünde şöyle bir değişmeyen gerçek vardır ki, 21. yüzyıla da sarkmış ve Türk kimliğimizin boynunda bir prangadır:

Kimliğimizle ilgili bu ileri gerili gidiş dönemini iyi anlatan bir yazı 1954 yılında Bulgar Milli eğitim Bakanı Dimitir Yanev tarafından şöyle kaleme alınmıştı:

“1944’ten önce Bulgaristan burjuva yönetimleri Türk halkını tam cahil bırakmak için canla başla çalıştı. Milli Eğitim Bakanlığı Arşivlerinde öyle belgeler var ki, bunlar, faşistlerin Türk halkına karşı izlediği cahil bırakma politikasına tanıklık etmektedir.

Teftiş Komisyonu’nun 1937 raporunda Türk okullarıyla ilgili olarak şu satırlar yer almaktadır:

  1. Çarlık idaresindeki Türk azınlığı eğitimini mümkün olan en aşağı düzeyde bırakmak

İçin bütün yasal tedbirler alınmaktadır.

  1. Türk azınlığı gençliğine bilgilerinin basiti verilmeli, Türk okullarında dini eğitime

Daha geniş yer verilmesine dikkat edilmelidir.

  1. Türk özel okullarına Bulgar öğretmenler pedagojik amaçla değil, istihbarat amacıyla atanmalıdır.
  2. Bütün ülkede 404 Türk Okulu bırakılmıştı. Bunların 376’sı ilkokul, 27’si

Ortaokuldu. Okul çağındaki Türk çocuklarının ancak % 15’i okula, cani diplerindeki okullara gide biliyorlardı. Bu okullarda çok zaman oturulacak sıra bile bulunmazdı ve çocuklar yerlere otururlardı. Ders kitabı yoktu. Yarı cahil hocalar. Kurandan parçalar ezberletmekle yetinirlerdi.”

Bulgar Bakan D.Yanev, faşizm dönemindeki eğitim öğretim dertlerimizin acısını anlatıyor, bu sorun 1958’den sonra Türk okullarının devletleştirilmesi ve tümünün Bulgarlaştırılmasıyla daha da kötüleşti. Bütün dersler Bulgarca verildi. Türk dili yabancı ders dili gibi öğretilmeye başlandı. Ders kitabı sorunu ortaya çıktı. 1954 yılında derse giren 3 385 Türk öğretmenden 1985’te bir tek öğretmenimiz kalmadı. Türkçe konuşma yasaklandı, Türkçe tek söz söyleyene ceza kesilmeye başlandı.

1990’dan sonra da baskılar sürdü. Şu iyi bilinmelidir. Türkçemizi savunmayan, okullarımız için, kültürümüz için mücadele vermeyen hiçbir Türk siyasi partisi halkımız anlayamadı ya da anlamak istemedi. Türkçemiz için mücadele etmeye yanaşmayan hiçbir siyasi “lider” halkımızın saygısını kazanamaz. Bir Bulgar Bakan’ın faşist dönem değerlendirmesi, komünist dönemde daha da sertleşti, Demokrasi döneminde bütün hızıyla yeni şekillerde devam ediyor. Bugünkü “birleşmemizin” ilk ilkesi çocuklarımızdan ana dili olamayan kimliksiz tipler yaratmak isteyenlere ölüm kalım savaşımını kabul etmek, “Bulgar Etnik Modelini” kesinlikle yok saymak ve “kültürel otonomi” bayrağı altında birleşmektir. Bunun dışında hiçbir etnik birleşme güncel ve geçerli değildir.

Bulgaristan’da İkinci Türk Kurultayı yapılamadı, fakat mücadele devam etti.

27–28 Aralık 1944 tarihinde Bulgaristan Türkleri Vatan Cephesi Komiteleri, Sofya’da bir milli toplantı yaptı. Türk azınlığın isteklerini ifade edildi. İstekler şunlardı:

1) Eğitim sorunları;

2) Vakıf ve dinin sorunları

3) Kültürel otonomi sorunları.

Okullarda Bulgarca okutulan dersler dışında Türk okullarında (ilk ve orta) eğitim ve öğretimin Türkçe olması öne çıkarıldı. Türk okulların öğretmen yetiştirmek için Kuzey ve Güney Bulgaristan’da öğretmen okulları açılması istendi. Türk gençlere örgütlenme hakkı talep edildi. Değişmeyen bir ilke olan Türk düşmanlığının kitaplardan çıkarılmasında ısrar edildi. Dönem sonunda bu isteklerinin hepsi unutturulmuş, tarihten ve hayatımızdan silinmek istenmişti. Davamız kanlı  bir boğuşmaya dönüştü.

Yeni beklenti 1990’da belirdi.

10 Haziran günü Büyük Millet Meclisi seçimlerine giden Türklerin istekleri şöyle netleşti: İsimleri serbestçe geri almak; Türkçe eğitim, din özgürlüğü, kültürel otonomi, demokrasi ve adalet ortamında hukukun üstünlüğünde sivil toplumda kolektif haklarımızın tanınmasını vb. Toplumsal yapının kökten değişmesi için kan dökerek mücadele verenler umutluydu. Bu haklar tanınmadan demokratik düzen kurulmaz, hayat kökten yenilenemezdi.

Ne yazık ki, 1991 Anayasası Bulgaristan’a demokrasi, hukuksal üstünlük, hayatın her dalında adalet, sivil toplum örgütlenmede garantili kolektif haklar getirmedi. Mücadelemizin hedefleri köreltildi. Davamızın havası yalanla dolanla alındı.

Biçimsel ve özsüz demokrasi dayatıldı.

Sonu görülmeyen bir Geçiş Dönemi masalı başladı. Özgürlükler unutturulurken, adil yargı üzerine siyasi ve savcılık şemsiyesi açıldı. Hak arama arayışı boğuldu. “Soya dönüş süreci” katilleri başta olmak üzere totalitarizm ve özelleştirme talanı suçluları sorgusuz ve cezasız kaldı. Komünist Parti nomeklatürünün yerine mutra-oligarşi zümresi geçti. Azınlıklara ana dillerinde eğitim ve geleneklerini yaşatma olanakları sunulmadı. Hak ve özgürlüklere yaşam hakkı tanımadı. Bulgaristan Türkleri, halkçı önderler, gerçek demokratlar bu gelişmelere omuz veren, Türklerin ve diğer azınlıkların madden ve manen ezilmesine seyirci kalanlara “hain” dedi.

Biz bugün içi boş bir demokrasi ortamında yaşamak zorundayız.

Reformlar yapılmadığı için faşist dönemde ve komünizm yıllarında çözülemeyen sorunlarımız bugünde cap canlı ve paketlenmiş çözüm bekliyor. Ezilmişlik azabı çekiyoruz. Çöküşümüzün temel nedenleri şunlardır:

1) Demokratik reformlar yapılmadı.

2) Başka halklara ve azınlıklara tanınan özgürlükler bize tanınmadı.

3) etnik azınlık topluluğu olarak kolektif haklarımız meşrulaşmadı.

4) Bulgaristanlı Müslüman azınlıklar kendi özgür sivil örgütlerini kuramadı.

5) Bulgaristan Türkleri özgür örgütlenmeye gidemedi.

Yorum: İnsan haklarına ve azınlık anlaşmaları kapsamına giren özgün haklar Bulgaristan etnik azınlık topluluklarına tanınmadı. Sivil toplum ortamında kolektif haklar yasallaşmadı.

Tanınmayan kolektif haklarımızla ilgili şu özellikleri vurgulamak istiyorum:

Müslüman vatandaşların birbirinden kopmuş ve ayrı yaşadıkları ilke itibarıyla rastlanan ve geçerli bir durum değildir. Müslüman kendine ortam, topluluk ve düzen sağlar. Toplum içinde yardımlaşarak ve paylaşarak yaşamayı sever. Dünyayı ya değiştirerek yenilemek ya da kendisini değişmek ister. Bu bakıma yalnız yaşamayı seven Bulgarların kendi yaşam tarzlarını Türklere kabul ettirebilmesi olanaklı olamaz.

Tarih, kolektif ve politik olamayan hiçbir İslam hareketi bilmez.

Bu böyledir çünkü İslam aynı zamanda bir felsefe, iman, ahlak, düzen, üslup, yaşam havasıdır, kısacası entegral yaşam biçimidir. İslam’a inanıp da, İslam ahlakı dışı yaşamak mümkün olamaz. Kolektif haklar konusu böyle anlaşılmalıdır. Bu açıdan, günümüz liberal zihniyetin Türkü yaşadığı ortamdan koparması geçerli bir tez değildir ve topluma aşılanmak istese de tutmaz. HÖH, DOST, HHDH vb Müslümanlarla ilgili siyaseti geçersiz olduklarını zaten kendileri gösterdiler.

Kısacası:  Müslümanlar kolektif hakları doğal hak olarak kabul eder. Bu bakıma Bulgaristanlı Türkleri “Bulgar Etnik Modeli” içine sıkıştırmak büyük bir yanlış oldu. Bugünkü GERB-faşistler iktidarının baskın getto-mahalle siyaseti, polis rolünü arttırması kabul edilemez. Hak ve özgürlük mücadelesi vermiş bir etnik halk topluluğuna zorla “birleşme” ve ya Türklük adına “toplaşma” gibi bir çağrıda bulunmak yanlıştır.

Direnen insanları ancak davaları birleştirir.

Mülkiyetçilik-Irkçılıkla karışması adına birleşmekten ancak düşmanlık doğar ki, o da çağımıza uygun bir tez olarak kabul edilemez. Sloganımız insan hakları, sivil toplum örgütleri, hak eşitliği esasında adalet, kolektif haklar, demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü olmalıdır.

Eğitim ve öğretim haklarımızın sınırlandırılıp yasaklanması sosyal patlamalara gebedir. Bunlar önü alınamayan süreçlerdir. Bu bakıma Bulgaristan Türklerine baskı yapmanın, zulüm etmenin, onları aldatmanın, doğru yoldan saptırmanın, doğal haklarını tanımamanın sonuçları her zaman feci olmuşlar doğurmuştur. Kolektif haklarımız meşrulaştırmadan özgürlük kapısı açılamaz, demokratik ve adil bir düzene ayak basılamaz.

Şu gidiş Bulgaristan’da “alt sınıf” insan kitlesi yaratmıştır. Bu kategoriden (yoksul yaşamaya mahkûm olmuşluktan) bireysel haklarla çıkılamaz. Bulgaristan Türklerinin bu gerçekleri algılaması için üniversite bitirmesine ya da bilimler doktoru olmasına gerek yoktur. Onların Kuran’ı Kerim’den kaynaklanarak dünya görüşü tarihimizin silinmek, dünya görüşümün karartılmak istendiğini kavramlarına yeterlidir. Topluluğumuz, insan vicdanının aile ortamında oluştuğuna, adalet duygusunun soy vasfı olduğuna, namusluluğumuzun geleneklerimizde kaynaklandığını vb iyi bilir.

Bulgaristan Türk azınlığı açısından bu gerçekler derin anlamlı olup hayat ve siyasi tavır belirleyicidir: Geçen yüz yıl içindeki mücadele birikimimizden, bilgeliğimizden, yenilmez irademizden ve deneyim birikimimizden yararlanma fırsatı bulanlar, 1990’ın başında Hak ve Özgürlükler Hareketi adı altında bir siyasi parti kurdu. Bu parti gerçek demokrasi, halk için özgürlük ve azınlık haklarını bütünsel elde etme davamızın yolunması ve kanatsız bir kuşa düştürülmesi fikir ve niyetiyle hazırlanan planları uyguladı.

Bu bir “üst akıl”, bu gizli polis (DS) –(KGB) stratejik tasarımıdır.

Ahmet Doğan (Sava) ajanı eliyle uygulandı. Bunun bir komlo olduğunu ortaya çıkarabilmemiz için yıllar gerekti. HÖH partinin Bulgaristan Türkleri öz davasını hedefinden caydırma hainliği 10 bin aydınımızın partiden ve memleketten atılmasına neden oldu.

HÖH partisi 27 yılda 5-6 kez parçalandı. Parçalanma gerekçeleri, hep A.Doğan’ın haklı davamızı ve özgürlük savaşımımızı satma, kültürel otonom isteğimizi çarpıtma noktasında birleşti. Giderek olmak üzere, kısa bir sürede HÖH siyasi konseyinde yer almış olan hiçbir siyasetçiden yeni tip bir lider çıkmayacağı gün ışığına çıktı. Türk kitle buna inandı. Şu dönem doğal koşulların yeni bir lider doğurması bekleniyor.

Yeni bir hareketlenme güç topluyor.

1994 yılında yeniden ve bu defa kendiliğinden hareketlenen Bulgaristan Türkleri Deliorman da 120 bin kişilik toplu bir kitle halinde genel seçimde parti listesine oy vermediler. Razgrad ilinden Güney Hüsmen milletvekili olurken, Blagoevgrad eyaleti Pomak seçmen aynı şekilde hareket ederek Musa Palev’i meclise gönderdi. Türk kimliği, hak ve özgürlük için dava mevzilerinde yeniden konumlandı.

2017 Mart seçimlerinde 120 bin HÖH’lü daha partiye sırt dönerek DOST-HHDH ‘ne oy verdi. Bu 2 atılım Bulgaristan Türklerinin 1990’da tuzağa düşürüldüklerinin farkına vardıklarının ve bilinç düzeyinde yeni bir aşamaya ulaştıklarının kanıtıdır.

1990’da bir daha kanatlanamamak üzere tuzağa düşürülen kitle böylece hareketlendi.

Türklere yeni yol gösterilmek istendi. DOST-HHDH formülü 9 ay önce seçim sonuçlarında topladı. Toslamamış olsalardı, yani 170 bin oy alsalardı meclise gireceklerdi, grup oluşturacaklardı.

Soru: milletvekili olsalardı Bulgar Meclisi rengini alacaklar mıydı?

Çünkü şimdiye kadar meclise giren meclisin rengini hükümete giren hükümetin rengini aldı.

Türk Müslüman kimliği davamızdan hep koptular.

L.Mestan Meclis Eğitim Komisyonu Başkanıydı ama bir Türk köyünde bir okulun onarılmasına ön ayak olmadı. 18 yıl mecliste kaldı ama 1 Türkçe 1 kitap basılmasına ısrar etmedi. Hatta öz davamızı baltaladı. Hep Türklüğümüze karşı olanlara araç oldu.

Bugün de bu işi yapıyor dediğimizde neden yanıt vermiyor, dava açmıyor?

Genel Başkanı olduğu HÖH, 27 yıldan beri Sofya meclisinde, 3 defa iktidarda yer aldı, 2005 yılından beri gizli iktidar ortaklığı içindeydi. Bulgaristan Türklerinin Kimlik davasına, hak ve özgürlük kavgamıza ne katkısı oldu. Çıksın bu gün bunları konuşsun.

Çilekeş halkımızın bugünkü rengini biliyor mu? Türklüğümüzün sızıları arasında hangisinin öldürücü olduğunu biliyor mu?! Mogilyane köyü “Türkan Çeşme” anma mitinginde gerçek sorunlardan çok uzak oldukları yeniden ortaya çıktı. Doğan’ın mesajı parti içi çöküş ve çözülmeyi gizlemek için hazırlanmıştı.

Bulgaristan Türkleri İslamlaştırılmış Bulgarlardır” tezi 20. ve 21. yüzyılda farklı biçimlerde dayatılıyor. Geçen yüzyıl etnik azınlık haklarımız ilk kez 1919’da Paris (Nöyyi) /Neuilly/ Antlaşmasının imzalanmasından sonra, Başbakan Aleksandır Stanboliyski döneminde elde edildi.

1919 – 1923 yılları arasında Bulgaristan Türkleri biraz rahat nefes alabildi.

Bulgar hükümeti Bulgaristan’da yaşayan Türklerle ilgili yükümlülükleri olduğunu ilk kez o zaman kabul etmişti. Bu yükümlülüklerle ilgi imzaladığı uluslararası anlaşmalara bağlı kalmaya çalışıyordu. Birinci dünya Savaşı’nda Bulgar cephesinde savaşan Türkler Bulgarlarla birlikte ölmüş olan 9 653 Türk er Bulgaristan (vatan) için şehit düşmüştü. Neuilly Anlaşması bize şu haklarımızı tanımıştı: “

Bu gerçeklerden çıkarak Bulgaristan Türkleri 21. yüzyıl stratejisi çizmeliyiz.

Bulgar devleti bizim doğal ve insan haklarımızı hem bireysel hem de kolektif haklar olarak tanımalıdır. Bu ancak Bulgaristan Müslümanlarının gerçek halk öncüleri ve davadan gelen yeni bir öncü akımı tarafından temsil edildiği koşulunda başarılı olabilir.

Yeni atılım, Bulgaristan Türkleri ile Türkiye’deki soydaşlarımızı aynı idesel temelde birleştirmesi ve Bulgaristan’daki demokratik, özgürlükçü zinde güçlerle bağlaşıklık kurmasıyla zafere ulaşacaktır.

Önce siyasi partiler dışı bir bütünleşmeye ihtiyacımız var.

Bu yapılanma Türkiye’deki soydaşlarımızı kucaklamalı ve HÖH başta olmak üzere Bulgaristan’daki Türkleri temsil eden partileri baskı altına alarak kitle isteklerini kabul ettirmeleri için direnmelidir. HÖH ve diğer siyasi partiler Türk kimliği dışında bir kimlik aramaktan vazgeçmelidir.

Başarılı olmak için yalnız hükümetin sökülmesini, aşırı milliyetçilerin siyaset ve iktidar dışı kalmalarını istemek yeterli olamaz.

Atılacak yeni adımlar içinde soydaş derneklerinin bir Bulgaristan Dernekleri Federasyonunda birleşmeleri zorunluluğu kapı çalıyor. Bu federasyona tüm dernekler ve kulüplerle birlikte birey olarak tüm parti üyelerini de kucaklamalıdır. Bu amaçla yapılacak propaganda Bulgaristan’ın her köy ve kasabasına ulaşmalıdır.

Yeni durumda “birleşme” önce siyasi partiler dışı olmalı ve yeni bir siyasi yapılanmaya zemin hazırlama amaçlı güç toplamalıdır.

Yeni akım Sofya’da, İstanbul’da, Bursa’da veya Brüksel’de kurultay toplayabilir. Geleneklerimize bağlı kalarak Bulgaristanlılar Kurultayı toplamalıyız. Adı, Bulgaristan Türk Kurultayı olabilir…

Bulgaristan Dernekleri Federasyonun Program ve Tüzüğü üzerinde çalışmalarımız devam ediyor.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Devam edecek.

Paylaşınız lütfen, halkımızı bilgilendirelim.

Reklamlar