Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı, büyük ıslahatçı ve devlet adamı, halklar arasında barış ve anlaşmanın büyük gayretkeşi, buyuk turk Mustafa Kemal Atatürk hakkında Türk basınında olduğu gibi, yabancı basınında da nice yazılar yazılmış ve yayımlanmıştır. Atatürk’e ilişkin çok kitaplar basılmış, monografiler, bilimsel araştırmalar neşredilmiştir. Atatürk hakkında dünyaca anılmış nice politikacı ve devlet adamı türlü iltifatlarda bulunmuşlardır.dr-mumin-tahir
Türk halkının Mustafa Kemal’in başında bulunduğu Kurtuluş Savaşı Bulgaristan’da da büyük yankılara neden olmuştur. Bu da herşeyden önce onun Bulgaristan’da tanınmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Atatürk, Birinci Dünya Savaşı arifesinde bir yıldan fazla Sofya’da ataşemiliter görevinde bulunmuştur. Bu bağlamda “Kemalizm” adındaki Türk dergisinin 1965 yılında yayımlanan 38. sayısında şöyle yazmaktadır: “Türkiye’nin büyük kurtarıcısı, sonderece değerli Atatürk Bulgaristan’da ataşemiliter görevini yerine getirirken çok sayıda dost edinmiştir. Bunun neticesi olarak yüce önderimiz Atatürk’ün talihini değiştiren Bulgaristan’dan büyük yardım aldı.”
“Türk halkından sonra Türkiye’de Kemalizmin zaferinden kayıtsız şartsız olarak ancak onun komşuları ilgilenmektedir, diyor Prof. Dr. Stoyan Radev. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Balkanlardaki komşularının, özellikle Bulgaristan’ın Almanya ve Fransa örneğini izleyebilmesi için gereken koşulları ancak Kemalist devrimin derinleşip zafere ulaşması sağlayabilir. Nihayet, Fransa ve Almanya aralarında “Ebedi düşmanlık” güdüyorlardı, o yüzden de Avrupa’da Alman-Fransız antagonizminin neden olmadığı tek bir savaş yoktur. Şu an Fransa ile Almanya ilişkileri mükemmeldir.”
Birinci Dünya Savaşında Bulgaristan da yenilgiye uğrayan ülkeler arasındadır. Galip gelen Antant devletleri 1919 yılında imzalanan adaletten uzak Nöy Antlaşmasını uyguladılar. Buna rağmen Bulgaristan, Kemalistlere yabancı işgalcilere karşı yürüttüğü savaşta silah ve cephane yardımında bulundu. Bulgaristan ile Türkiye Birinci Dünya Savaşı sonunda hemen hemen aynı talihe sahiptirler. Her ikisi de yenilgiye uğrayan devletler arasındadır. Nöy Antlaşmasınca, Bulgaristan Batı Trakya, Güney Dobruca ve Batı Eyaletleri topraklarından mahrum ediliyordu. Bulgaristan 2,25 milyar altın frank tazminat ödemeye mecbur edildi.
Türkiye itilaf devletlerin kendisini bölüşme niyetine karşı koydu. 1919-1923 döneminde Türkiye birkaç cephede savaştı. Bir yandan Sultana ve Halife ordusuna karşı, öte yandan itilaf devletlerin işgal güçlerine ve üçüncü bir cephede de Yunan ordusuna karşı savaşması gerekiyordu. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mudros Antlaşmasından sonra Osmanlı İmparatorluğunun önüne sonderece ağır şartlar kondu. İngiliz ordusu zengin petrol kaynakları bulunan Musul’u ve Anadolu-Bağdat Demiryolu hattını, İskenderiye’ye bağlayan eyaletleri işgal etti.
Karadeniz ve Akdeniz limanlarını kontrol altına aldılar. Fransız ordusu Adana’ya ve Doğu Trakya’ya hakim oldu. Yunanistan askerleri İngiliz, Fransız ve Amerikan filoları koruması altında 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i ve Orta Anadolu’da daha bir sıra ili işgal etti. İngiliz askeri 16 Mayıs 1920 tarihinde İstanbul’u işgal ederek tüm devlet müesseselerini ele geçirdi ve birçok milletvekilini ve politikacıyı tutuklayarak Malta Adasına sürgün etti. Böylece İngilizler Boğazlara yaslanmış şehre tamamen hakim oldular.
Sultan hükümeti 10 Ağustos 1920 tarihinde Versay sisteminin sonuncu halkası hesap edilen Sevr Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma ile Türkiye’nin bağımsızlığı sona ermiş oldu. Bütün memleket yasa büründü. Bu antlaşma gereğince, Boğazlar uluslararası bir komisyona teslim ediliyor, Doğu Trakya keza Yunanistan’a veriliyordu. Beş yıl sonra da İzmir, Manisa, Ayvalık illeri de Yunanistan’a bağlanacaktı. Doğu Anadolu’da bağımsız Ermeni devleti oluşturulmuştu. Yeni oluşturulan Ermenistan dışında kalan Doğu ve Güney-Doğu Anadolu toprakları ise Kürt otonom iline bağlanıyordu. Antalya, Silifke, Niğde, Aksaray, Akşehir, Afyon, Balıkesir, Muğla İtalya’ya veriliyor, Mardin, Urfa, Antep, Ceyhan Suriye’ye bağlı olarak Fransız mandası altında kalıyordu. Daha bir sıra toprak Antant ülkeleri kontrolü altına geçiyordu. Böylece, galip devletler yalnız Osmanlının hakim olduğu toprakları değil, temiz kutsal Türk topraklarını dahi aralarında bölüşmüş oluyorlardı. Sevr Antlaşmasınca Türkiye’ye Ankara ile Karadeniz arasında küçük bir bölge kalıyordu. Öyle ki, sözkonusu bölge doğal zenginliklerden, sanayiden, iletişim ve ulaşım ağından, lafın kısası bağımsız varolabilecek her çeşit araç ve gereçten mahrum, yoksun bir bölgeydi.
Bu durum karşısında, iç savaş koşulları içersinde Mustafa Kemal yeni oluşturulan orduyu seferber etti, bütün halkı düşmana karşı ayaklandırarak işgalcilere ağır darbesini indirmiş oldu. Mustafa Kemal Atatürk kumandası altında bulunan orduyla Yunan ordusunu görülmedik yenilgiye uğratarak 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir şehri üzerinde zafer bayrağını dalgalandırdı. 11 Ekim 1922 tarihinde Antant devletleri ile Ankara hükümeti arasında antlaşma imzalandı. Bu antlaşma gereğince, İtilaf devletleri İstanbul ve Boğazlardan, Yunanlılar da İzmir ve Doğu Trakya topraklarından çekilmeliydi. 23 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’de Lozan Antlaşması imzalandı ve nihayet Yeni Türkiye böylece uluslararası tanınmış oldu.
Küçük Asya’da (Anadolu’da) bütün bu olup biten olaylar Bulgaristan’ı çok yakından ilgilendirmektedir. Oradaki savaş Bulgaristan’ın iki komşusu arasında yürütülen bir savaştır. Bu, dikkate alınması gereken bir durumdur. Çünkü bu veya şu koşullarda savaş Bulgaristan topraklarına da sıçrayabilirdi. Bu savaşın sonuçlarından Bulgaristan’ın belirli bir yarar sağlayabileceğini de dile getirmek yerli olacaktır fikrindeyim. Ve öyle de oluyor. Aleksandır Stamboliyski hükümeti, Mart 1920’de iktidara gelince, Bulgaristan’ın da Sevr Antlaşmasını iptal etmesi hususunda bir şans olarak görmektedir. Çünkü Antant devletleri bütün bu olup bitenlerden sonra diğer antlaşmaları da gözden geçirmeye mecbur kalacaklardır. Antant temsilcilerinin Sofya’da yayınladıkları rapora göre, Haziran 1920’de Burgaz limanına vasıl olan üç Türk gemisi kömür yerine silah ve cephane ile limandan ayrılıyorlar. Gemilerden birinin kaptanı, hatta şehrin askeri komutanı tarafından karşılanmıştır. Yine Mart 1922’de iki yük kamyonu silah ve cephane ile, on dolayında Bulgar ve Türk askeri himayesinde Edirne üzerinden Türk topraklarına geçer. Kaptan Abdülrezak, İbrahim Çavuş, Ali Çavuş vb. subayların kumandanlığında Trakya’daki Yunan ordusuna karşı Bulgar-Türk çeteleri oluşturuluyor.
General Cafer Tayyar’ın Doğu Trakya’da uğradığı yenilgiden sonra 385 subay, 3239 er, 22 000 sivil Türk Bulgaristan topraklarına sığınıyor. Aleksandır Stamboliyski hükümeti onlara Bulgar parasıyla 2 milyon leva yardım sağlıyor. Bulgar Çiftçiler Birliği hükümeti tarımcı göçmenlere toprak veriyor, tarlalarını işleyebilmek için araç ve gereç sağlıyor, tohum dağıtıyor v.s.
Bulgaristan’dan Türk hilaline 25 vagon un, 5 vagon fasulye, 1 vagon da yağ ve peynir gönderiliyor. Bu yardım İzmir, Bursa ve Trakya halkına yapılmıştır. Prof. Stoyan Andreev’in araştırmalarınca, Aleksandır Stamboliyski, başında Atatürk’ün bulunduğu Türk güçlerinin imkanlarını Batılı devlet adamlarından, politikacılardan çok daha önce anlamış ve değerlendirmiştir. Yaklaşık iki yıla yakın bir dönem Antant kontrol makamlarından gizlice Atatürk ordusuna yardım etmektedir. Basiretli bir devlet adamı ve politikacı olarak Aleksandır Stamboliyski Mustafa Kemal’in zaferinde bir gün Bulgaristan’ın da Nöy Antlaşmasının esiredici koşullarını iptal etme olanakları görmektedir. (2) O, yeni Türk devletinin simasında dostluk ve iyikomşuluk ilişkileri izleyecek bir ülke görmektedir. 26 Ekim 1922 tarihinde Aleksandır Stamboliyski XIX Millet Meclisi’nde büyük bir nutuk irad ediyor. Nutukta Bulgaristan’ın dış politikasına açıklık getiriyor. Nutuk 29 Ekim 1922 tarihinde “Zemedelsko Zname” (Çiftçi Bayrağı) gazetesinde yayımlanıyor. Orada Stamboliyski: “Yakındoğu sorunu! Sayın milletvekilleri, biz büyük devlet adamı Kemal Paşa’nın simasında Türkiye’nin hizmetini tanımalıyız. Onun bir zamanlarki maceraperestliği sayesinde, onun ve dolayındakilerin sonsuz gayretleri sayesinde, biz bu sorunun müzakere için masaya konduğunu görüyoruz. Ankara şu an haksızlığa uğramış Müslümanların Mekke’si, Hıristiyanların Kudüs’ü haline gelmiştir. Eğer hakarete uğrayan insanlık herhangi bir zaman, herhangi biri için anıt dikmek isterse, bu anıt herşeyden önce Ankara faaliyetçilerinin anıtı olmalıdır. Antlaşmaların teftişi sorunu gözden geçirmek için artık masaya konmuştur. Türkiye’nin zaferi olmasaydı, bunu hiçbir kimse aklından bile geçiremezdi. Sevr Antlaşmasının teftişi ile yanyana bütün diğer antlaşmalardaki ağır koşulları içeren maddeler de gözden geçirilecektir. Türkiye büyük güçlerin anlaşması neticesi, gelecekte de bizim komşumuz olarak kalmaktadır. Bizim Türkiye ile ilişkilerimiz ancak dostane ilişkiler olabilir. Umum çıkarlarımız aramızda, barış içinde yaşamamızı dikte etmektedir.” demiştir bu önemli nutukta.
“Pryaporets” gazetesi 9 Temmuz 1923 tarihli sayısında “Hükümetin Programı ve Görevleri”ne yer vermiştir. Bu, Başbakan Al. Tsankov’un nutkudur. Aleksandır Tsankov Bulgaristan ile Türkiye ilişkileri hakkında şöyle diyor: “Bizim Türkiye ile artık paylaşacağımız bir şey yok ortada. Türkiye Asya’da geniş bir sahaya yaslanmış bulunuyor. O, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de bizim sanayisel ve tarım ürünlerimiz için bir pazardır. Biz bu komşumuzla ancak iyi ticari ilişkiler kurabiliriz. Sizler biliyorsunuz ki, ticaret, ticari ilişkiler halklar arasında dostluk için sağlam bir zemin yaratmaktadır.”

O dönem Bulgar basını Türk halkının Kurtuluş Savaşını uzun uzadıya yansıtmaktadır. “Novo Vreme” (Yeni Çağ) gazetesi 19 Haziran 1919 tarihinde çıkan 104. sayısında Atina’dan alınan bir habere istinaden, Yunanlıların İzmir dolaylarında Türkleri büyük bir hezimete uğrattıklarını yazıyor. Bu yazı fakat “Yunan Uydurmaları” başlığını taşımaktadır.
Adı geçen gazete 12 Mayıs 1920 tarihli sayısında “Türkler ve Bulgarlar” başlığı altında bir yazıya yer vermektedir. Bu yazıda şunları görüyoruz: “Balkan Savaşı geçmişin sayfalarını ebedi olarak kapattı. Bulgarlar ile Türkler anlaşma ve dostluk yolunda ilerlemektedirler. İmzalanan anlaşmalar sonucu her iki ülke de aynı talihe boyun eğmek zorunda kaldık. Bizim topraklarımız Yunanistan’a verildi.”
Bir ay sonra “Novo Vreme” gazetesi şöyle yazıyor: “Nice devletler güzelim Boğaziçi sahillerinde gereken dersi aldılar. Yunanistan hala yabancı topraklar işgal etme düşüncelerinden vazgeçmiş değil. Fakat o, şu an kazmakta olduğu mezara yine kendi düşecektir.”
“Nezavisimost” (Bağımsızlık) buna cevaben: “Beklenilmeyen mucize gerçek oldu.” diye yazdı ve devamla: “Ölmüş hesap edilen Anadolu yeniden uyandı. Bu ancak Kemal Paşa’nın sayesinde oldu. Sahneye yeni başkent Ankara çıktı. Sevr Antlaşmasının mimarları şaşkınlık içinde kaldılar. Kemal hepsinin hesabını gördü.” diyerek yazısını tamamlamış olur.
“Nezavisimost” gazetesi 6 Ocak 1921 tarihinde “Sevr Antlaşması ve Doğudaki Yankıları” başlığını attı. Bu yazıda İtilaf güçleri, Yunanlıların 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapmalarına izin verdikleri için yerle bir edici bir tenkit ateşine tutulmaktadırlar. Yazının devamında da: “Bu Türklerin milli duygularını şahlandırdı, hiç kimsenin düşünemediği irade ve dayanıklığa sahip olduklarını gösterdiler. Yunanlılar giriştikleri askeri saldırıya çabuk elden sona erdireceklerini hesap ediyorlardı. Hatta birkaç defa Mustafa Kemal’in başını ezme süresini belirleyen beyanatlar da yayımladılar.
İttifakçılar yandan seyrediyorlardı. Yeni asker de gönderemiyorlardı, çünkü Yunanlılar Anadolu’da başlattıkları görevini kısa bir zaman içersinde yerine getireceklerine emindiler. Uzun sürünce ve müzakerelerden sonra hazırlanan Sevr Barışı ıstırap verici duygularla imzalandı ve uygulanması bekleniyordu. Gerçekten bu ölü doğmuş  bir antlaşmaydı, hiçbir şey getirmedi. Ancak konferans ve müzakerelerönü bir dönem olarak nitelendirilir. Loyd Corç, Venizelos ve Vasil Zaharov tarafından redakte edilmiş olan bu antlaşma Türkiye’nin önüne çok ağır koşullar koymuştu. Daha önceleri bir planda olduğu gibi, Türkiye Avrupa’dan tamamıyla kovulmuş değildi, fakat cezaya çarptırılmıştı. Türkiye’nin buna boyun eğeceğinden kimsenin asla kuşkusu yoktu. Çünkü Türkiye artık ölmüş hesap ediliyordu.
Fakat Kemal Paşa’nın Türkiye’si birden derin uykulardan uyandı. Savaşta kayba uğrayan Türkiye hala kendinde büyük bir güç gizliyordu.”
Aynı yazının devamı şöyledir: “Uzun zaman yalancı galibiyetler beyanatında bulunan Yunan ordusu, Antant’ın Kemalistlere karşı savaşında son bir araçtı. Mustafa Kemal Ankara’dan dünyaya şöyle haykırıyordu: “İZMİR VE TRAKYA’DAN GAYRI, TÜM KAPİTÜLASYONLARIN YOKEDİLMESİNİ, BOĞAZLAR REJİMİNİN İPTALİNİ, ANTLAŞMADAKİ BÜTÜN EKONOMİK KOŞULLARIN TEFTİŞİNİ İSTİYORUZ!” O, (Kemal) tam bir zafer üstünlüğüne sahip bir kişi. O, Birleşik Amerika Devletleriyle müzakerelerde bulunuyor, Bolşeviklerle işbirliği yapıyor, istediklerini Antant’a dikte ediyordu… Ve hakikaten politikacı general yaptıklarından memnuniyet duymakta haklıdır. O, Almanya ve Avusturya-Macaristan devletlerinin yapamadıklarını yaptı. Yenilgiye uğratılan en zayıf ulus nihayet savaştan galip çıkanlara kendi iradesini kabul ettirecekti.”
Gazetenin sayfalarında makaleden sonra şu yoruma yer verilmiştir: “Sevr Antlaşmasının teftişe tabi tutulmaması mümkün değildi. Bugün onu hazırlamış olanlar dahi çok gaddarca ve uygulanması mümkün olmayan bir antlaşma olarak kabul ediyorlar. Lakin insan vicdanı bununla da yetinmiyor. Onlar bütün barış antlaşmalarının hatalarını, bunların zafer sarhoşluğu neticesi hazırladıklarını kabul etmeye mecbur kalmışlardır.”
“Nezavisimost” gazetesinin 6 Nisan 1921 tarihli yazısı “Ankara’nın Büyük Sevinci” başlığını taşıyor. O yazıda şunları okuyoruz: “Türk Ordusunun Anadolu’daki büyük zaferleriyle ilgili Londra’dan alınan bir telgrafta şöyle bir haber var: “Ankara Sevinçler İçinde. Küçük Asya’da Yunanlılar ile Türkler arasında yürütülen amansız savaş, İstanbul’da meydana gelmiş olan uluslararası durumun sonu demektir. Avrupa’daki diplomatik kançelaryaların eski nizamı koruyabilme hususundaki son gayretleri Yunan halkını bedbaht bir silah durumuna getirdi, ona gayet ağır bir görev verildi…
…Ankara yeni bir hareketin temellerini attı ki, bu yalnız Türk ulusunu işgal altına almak isteyenlere karşı yönelik bir hareket değildir. Bu hareket yeni dönemin ihtiyaçlarını anlamak istemeyen, galip devletlerin gücünü sırtında hissedenlerin, korkunç talihlerini birleştirme arzusu hareketidir. Anadolu’daki Kemalist hareket Avrupa’nın talihinin artık birkaç kişinin elinde olmadığını dünyaya gösterecektir…” Yazının müellifi Statev devamla İngiliz hükümetinin resmi temsilcisi Keynis’in Paris Barış Konferansına ilişkin izlenimlerini dile getirmektedir. Keynis, adaletli bir sonuca varılamayacağını anlayınca, konferansı terkeder. Müellif daha sonra: “Gerçekten Paris “kararları” günün olaylarını gözönünde bulundurmamışlardır. Anadolu’da devam eden müthiş savaş da bunu göstermektedir. Mustafa Kemal Türkiye’deki ulusal hareketin ideolojik ve pratik yöneticisi olarak yalnız ulusal kahraman olarak değil, Paris protokollerindeki kararlara saldıran tarihi bir kahraman olarak önem kazanmıştır. Kemal bu kararları ihlal etti ve yiğitçe ayakları altına aldı, onları kimseye lüzumu olmayan kağıt haline getirdi. Türk milliyetçilerinin galibiyeti tüm mazlumların, esirlerin zaferi olacaktır. Yunanlıların zaferi ise asil İngiliz temsilcisinin çizdiği tablodakilerin geçici bir zafer olacaktır. Eğer son anlarını yaşayan, kendini unutmuş galiplerin adaletsizliği, hayasızlığı ve güç kullanışı devam ederse, üstünlük alma hevesleri sona ermezse, Kemalistler savaşı belki kaybedebilirler. Fakat Mustafa Kemal örneğin, onun büyük kahramanlığı ve büyük idealizmi tarihte yeni bir dönem açtı ve bu savaşa behemehal bir yeni güçler de katılacaktır. Umumdan ayrılma süreci başgösterdi, yeni yeni cepheler oluştu… Moskova ile Ankara kayıtsız şartsız halkların yürüyebileceği iki farklı yön çizdiler. Kimi izleyeceklerini önümüzdeki yakın zaman gösterecektir. Biri de, diğeri de kan akmasını ve şehitler verilmesini istiyor. Şüphesiz çoğunluğun sempatisi Mustafa Kemal’den yanadır. Onun savaş sloganları herkesçe bilinmektedir ve onlar yığınların psikolojisine daha yakın şiarlardır” diyor Statev “Ankara Sevinç İçinde” yazısında.
“Politika” gazetesi ise hemen hemen her sayısında Türk-Yunan savaşına ilişkin haberlere yer vermektedir. 22 Eylül 1929 tarihli sayısında Kemal Paşa’nın bir beyannamesi yer almaktadır. Türk Haber Bürosu Kemal Paşa’nın şu beyannamesini yayınlamıştır: “Eğer birkaç yıl savaşmamız icabederse, biz savaştan vazgeçecek değiliz, savaşımız Yunanlıları Küçük Asya’dan kovuncaya kadar sürecektir…
…İstanbul bizimdir, bizim olması gerekir. Boğazlar konusunda biz nispeten başkentimizi tehlikeye düşürmeyen koşullara razıyız.”
Aynı sayıda “Kemal Paşa Sultanın Tahttan Çekilmesini İstiyor” makalede, “Kemal Paşa Sultana bir mektup göndererek onun tahtan inmesini istiyor. Kemal Paşa diyor ki, Yunanlıları yendikten sonra Ankara ordusunun İstanbul’a yönelmesi için emir verecektir. O halde iki ordunun, hakikatte aynı ordunun iki kısmının çarpışmaması için Sultanın tahttan çekilmesi gereklidir” beyanatında bulunmuştur.
Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşına “Zora” gazetesi hayli yer ayırmaktadır. Gazete, 3 Temmuz 1920 tarihli sayısında “Küçük Asya’da Askeri Savaş” başlığı altında bir yazıya yer vermektedir. Yazıda şunlar dikkati çekiyor: “Yunanlılar Alaşehir ve İzmir yörelerindeki başarılarını ilan etmeye acele ettiler, bunu da pek tabii Venizelos’a konferans önünde itibar, saygınlık kazandırmaktı niyetleri. Yunanlıların önünde duran güçlükleri yabancı muhabirlerin Kemalistlerin güç ve araçlarına ilişkin verdikleri haberlerden algılıyoruz.”, deniyor gazete sayfalarında ve şöyle devam ediyor: “23 Haziran sayısında “Nev York Herald” Fransız – Türk Antlaşmasının süresinin sona ermesiyle ortaya çıkan durumun tahlilini yaparak gazete şunları yazıyor: “Fransa’nın Suriye komutanı general Guro’nun Mustafa Kemal ile yaptığı üç haftalık ateşkes süresi 30 Mayısta sona erdi. Kemalistler görüşmeleri yenileme tecrübesinde bulunmadan Adana’yı Bağdat demiryolu hattına Kilikya limanı bağlayan Mersin’e saldırdılar. Böylece Fransız askeri güçsüz hale düştü.” Gazete devamla: “Nev York Herald” gazetesine göre Fransız – Türk müzakerelerinin nedenleri şunlar: “Mustafa Kemal’in ordusu ilkbaharda Kilikya’daki Fransız işgal ordusuna saldırıda bulundu. Maraş, Antep ve Urfa’da Fransızlar tamamen hizemite uğradı. Kemalistler bu zaferle tüm Kilikya’yı ele geçirdi…
…Kemal’in bu ateşkes süresinin devamına razılık göstereceği zannediliyordu, lakin hiç de öyle olmadı. Kemal’in ordusu zaferden zafere koşuyordu. Türk ordusu tüm Anadolu’yu geri aldı. İngilizlerin elinde ise ancak Boğazlar etrafında birkaç kilometrelik bir mesafe kalmıştı. O da güç bela… İngiliz subayları Kemal’in askerlerinin en yakın zamanda İstanbul’a hücum edeceklerini kabulleniyorlardı.” diye yazıyor sözü geçen gazetede.
Makale devamında Kemal’in askerlerinin Sultan, itilafçılar ve Yunan güçleri karşısındaki galibiyetlerini dile getiriyordu. Gebze, İzmit, Alemdağ vs. gibi kent ve kasabalar için yürütülen cenkler hakkında ayrıntılara gidiyordu. “Öyle, çünkü bugün artık Trabzon’dan İzmir’e kadar tüm Küçük Asya sahilleri Kemalistlerin elinde bulunuyordu…” diyor “Zora” gazetesi.
Yine “Zora” gazetesi iki gün sonra, 5 Temmuz 1920 tarihinde, “Türkiye’den Mektuplar” başlığı altında bir başka makale yayımlıyor. Yunan ordusunun Doğu Trakya’daki mevkilerini ayrıntılarıyla dile getirerek gazete yazısını şöyle sürdürüyor: “Burada Türkler yüksek halet-i ruhiyeye, yüksek morale sahip. Aydın Türkler gerçek bir Avrupa ülkesi olarak kalacaklarını umarak kendilerini aldatmıyorlar, lakin İstanbul ve Edirne vasıtasıyla Avrupa ile ilişkilerini her ne pahasına olursa olsun korumak istiyorlar.”
Bu makalede Trakya Hak Savunması Komutanı Cafer Tayyar’ın resmi beyannamesine de yer veriliyor. Beyanname şu ifadelerle dikkati çekiyor: “Yunan ordusu kendini güçlü hissedeceği ve Doğu Trakya sınırlarını geçmek isteyeceği, bir günde iyi örgütlenmiş ve son damla kana kadar özgürlüğünü savunmaya kararlı olan bir halk ordusu ile göğüs göğse gelecektir. …Türkler ve Bulgarlar tek bir Yunan köyüne saldırmış değillerdir. Onlar, kardeşlerinin derin ağrı ve ıstıraplarını hissedip içlerinde yaşatmalarına rağmen ölçülü davranıyorlar ve soğukkanlılığını layıkıyla koruyabiliyorlardı. Ki bura ahalisi Batı Trakya’daki evini, barkını, topraklarını terkedip Bulgaristan’da sığınak bulmuşlardı.”
“Zora” gazetesi Türk ordusunun umum ilerleyişini dikkatle izliyor ve ayrıntılarıyla yansıtıyor. Gazetenin sayfalarında “İstanbul Dolaylarında” (8 Ağustos 1922), “İstanbul Önlerinde” (9 Ağustos 1922), “Savaş veya Macera” (3 Ağustos 1922), “İstanbul Önlerinde Neler Oluyor” (5 Ağustos 1922), “Yunanistan Teslim Bayrağını Kaldırdı” (10 Ağustos 1922) gibi makalelere yer verilir.
Yazıların büyük bir kısmında “Zora” gazetesi “Politika” ve “Katimerini” Yunan gazetelerine, “Deyli Meyl”, “Nev York Herald”, “Tayms”, “Tan”, “Berliner Tagebalt”, “Deyli Telegraf” gibi İngiliz, Fransız ve Alman gazetelerinden yararlanmaktadır.
“Zora” gazetesi 4 ve 6 Ağustos 1922 tarihlerinde “Yunan Macerası” umum başlığı altında geniş bir makale basıyor. Bu yazıda Yunan iddiaları dile getiriliyor, büyük güçlerin Türkiye politikası, Yunan ordusunun yenilgisi, İngiltere ve Fransa’nın Barış Konferansı düzenlenmesi için razılığı dile getiriliyor. Bundan sonra da bir yandan Türkiye ile Antant ülkeleri ve öte yandan da Yunanistan’la savaşkes antlaşması imzalanacaktır deniyor.
“Ulusal Gücün Orta Direği” 25 Haziran 1923 tarihli “Pryaporets” (Bayrak) gazetesinin en önemli yazısıdır. O yazıda şunlar dikkat çekmektedir: “Türkler büyük zafer sevinci yaşıyorlar. Lozan Barışı onlara istediklerini verdi. Türkiye bugün bağımsız bir devlettir. Utanç verici kapitülasyon rejimi ortadan kaldırıldı. Türkiye bu büyük zaferi halkının olanca varlığını kurban etmeye hazırlığı sayesinde elde etti. Bu hususta Ankara Millet Meclisi büyük ve halledici rol oynadı. Meclis, tüm Türk halkının etrafında tekvücut olduğu bir bayraktan farksızdı. Zaferin örgütleyicileri ve galipleri ancak bu Meclis saflarından çıktı. Mustafa Kemal yalnız yetenekli bir asker gibi değil, aynı zamanda fevkalade bir teşkilatçı ve birinci mevkili diplomat olarak sahnede yer aldı. O bir fikir dehasıydı, ilham kaynağıydı ve sonderece yararlı bir dava peşinde koşuyordu. Mustafa Kemal, Türkiye varolmazdan önce aşağılanıp küçümsendiği ve savaşta yokedildiği hesap edilen bir anda bir Millet Meclisi oluşturmayı başardı. Mustafa Kemal, Meclisi İstanbul’dan uzak, Ankara şehrinde meydana getirdi ve ondan sonra da Türkiye’nin savunmasına girişti. Türk halkı Ankara Millet Meclisi etrafına toplandı, parçalanmış ve bölünmüş Türk illeri keza bu Meclis etrafında bileşti, yine bu Meclis vasıtasıyla kitlelerde teşkilat ve zafer iktisadi ve kültürel kalkınma ruhu aşılandı. Politik yönde geri kalmış Türkiye’nin tarihi dersi başka halklar için de değerlidir. Türk halkı hemen hemen herşeyini kaybetmiş, hatta ölüm döşeğine yatırılmış bir halkın nasıl yeniden dirilebileceğini gösterdi.”
Türk halkının savaşlarına “Rabotniçeski Vestnik” gazetesi de ilgi göstermektedir. Gazetenin 23 Kasım 1922 tarihli sayısının başyazısında şunları okuyoruz: “Mudanya mütarekesinden bu yana çok kısa bir zaman geçti. Ama tarih büyük devletlere acı bir lokma hazırladı, bu lokmayı büyük devletler ister istemez Lozan’da yutmaya mecbur kaldılar. Bu acı lokma, Türkiye’de düzenlenen Cumhuriyet Devrimci Darbedir. Türk halkı tarihin tekerleğinin General Harington’un kılıcı ile döndürülmesini beklemek istemiyordu. Bundan üç yıl önce Ankara’da başlayan Devrimci Ulusal Hareket, İstanbul’a ulaşmalı ve o yuvadan, zayıf ve müstemleke halkların üzerinde kırbaç oynatan zalimleri silah gücüyle diplomatik girişimler yardım etmeyince kovmalıydı. Türkiye’deki darbe yalnız Türkiye’deki Avrupa emperyalist hakimiyetinin değil, bütün Asya müstemlekelerindeki hakimiyetin temellerini sarstı.”
Bulgar gazetelerinin büyük bir kısmı sayfalarında 29 Kasım 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı edilmesine de gereken yeri ayırmış oldular. Gazeteler hemen hemen aynı görüşü paylaşıyordu, ki bu olay tarihin vekayinamesinde yer alacaktır. Gazetelerin belirttiklerine göre, bir imparatorluğun yıkıntılarından yepyeni, bağımsız bir Türk devleti doğdu. Böylece Türk halkının sosyal-politik ve ekonomik hayatında temelli değişiklikler meydana geldiğini gazeteler hemfikir olarak dile getirmişlerdir.
Ben burada yorumlara meydan vermeden Bulgar gazetelerinin sayfalarında yer verdikleri yazıları olduğu gibi aktarıyorum. Bu, Bulgar halkı, Bulgar toplumu Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşına büyük bir ilgi göstermekte, özgürlük ve bağımsızlık savaşında ona maddi ve manevi destek veriyor demektir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ömrünün son nefesine dek Bulgaristan’a ve Bulgar halkına en iyi duygular beslediğini kanıtlayan örnekler bir değil, beş değil. Kemal Atatürk hayata gözlerini yumduğu 10 Kasım 1938 tarihine kadar Bulgaristan ile Türkiye arasında dostluk ve iyikomşuluğun galebe çalması için tüm gayretlerini esirgemeden mücadele vermiştir.
Kemal Atatürk’ün ölümü zamanın bütün basın araçlarında geniş çapta yansıtılmıştır. Kemal Atatürk’ün ölümü münasebetiyle “Slovo” gazetesinin Başyazarı Meçkarov: “Mustafa Kemal Osmanlı İmparatorluğunun vücudunu acımasızca ameliyat eden bir cerrahtır.” diye yazmıştır.

“Zora” gazetesinde ise Danail Krapçev: “Atatürk’ün davasının varlığını sürdüreceğinde hiç kimsenin asla kuşkusu olamaz. Fakat onunla birlikte ortadan üç şey kaybolacaktır: ateşin karakter, güçlü ve tükenmez enerji, fikir ve metin irade.” diye yazmıştır.
“Slovo” gazetesinin Müdürü ve aynı zamanda milletvekili Todor Kojuharov 1938 yılında şunları kaleme almıştır: “Atatürk’ün şanlı ve şerefli adı Ankara karşısındaki kayalarda unutulmaz bir anı ve gelecek kuşaklar için bir ibadet dersi olarak ebedi yazılı kalacaktır. Bu yüce adam dünyamızda, bu topraklarda çağdaşımızcasına yaşadı. O, yabancı askerlerin saldırılarını yıldırım darbesiyle geri itiyor, sanki keskin bir kılıçla yürütülen müzakerelere, imzalanan mukavelelere çözüm getiriyordu. Bir hamlede halifenin çelenk ve tahtını ortadan kaldırdı. Ülkesini kurtardı, umutsuzluğa kapılmış halkının ulusal ihtiraslarını uyandırdı ve modern sivil bir toplum yarattı. İşte, gözlerimizin önünde yoğrulan Atatürk mucizesi bundan ibarettir. Böyle bir eşsiz kişinin ölümünden sonra dünya artık o kadar ilginç değil.”
Bulgar devletinin taziye arzları, başsağlıkları “Zora” gazetesinin 10 Kasım 1938 tarihinde “Haşmetli Çarın Atatürk’ün Ölümü Münasebetiyle Başsağlıkları” beyannamesinde umumileştirilmiştir. Başlık altı olarak da “Diğer Taziyeler” ifadesini görüyoruz. Mustafa Kemal’in ölüm haberini alır almaz saray önündeki bayrak yarıya indirilmiştir. Çar Hazretleri Türk Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda’ya başsağlığı telgrafı göndermiştir. Dahası var. Haşmetli Çarın emri üzerine Yaveri General Tsanev ve Kançelarya Müdürü Popov Sofya’daki Türk Sefiri Sn. Berker’i ziyaret ederek, kendilerine Çar Hazretlerinin taziyelerini bildirmişlerdir. Bundan başka Başbakan Dr. Köseivanov, Halk Meclisi Başkanı Sn. S. Moşanov, aynı zamanda diplomatik misyon yöneticileri de başsağlıklarında bulunmuşlardır.
Gazetenin aynı sayısında daha birkaç makale yer almıştır. İngiliz gazetesi “Voyd Prays” anı ve kişisel izlenimler biçiminde şunları kaleme almıştır: “Eski Türkiye’yi tanıyanlar için, onun getirdiği yenilikler asla inanılası değildir. Bunlar büyük davanın bir başlangıcı oldu, ortaçağ Türkiye’si yepyeni bir devlet halini aldı. Kemal Atatürk halkını ardıcıl bir surette, tüm gayretleriyle modern bir halka dönüştürdü. Kısa kısa buyruklarla bin yıllık müessese ve gelenekleri ortadan kaldırdı, yoketti.”
“Zora” gazetesi 13 Kasım 1938 tarihli sayısında Atatürk’ün cenaze törenine katılan Bulgar heyetine ilişkin ayrıntılı bilgi vermektedir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının ölüm münasebetiyle defin merasiminde Bulgaristan’ı temsil edecek olan resmi heyet tesbit edilmiştir. Heyeti oluşturanlar: Çar Hazretleri temsilcisi General Panov, Bulgar hükümet temsilcisi – Savunma Bakanı General Teodosi Daskalov ve Bulgar Ordusu temsilcisi Başkent Garnizon Amiri General Konstantin Lukaş. Yine bu münasebetle cenaze merasimine 72 Bulgar askeri gönderilecektir.
“Zora” gazetesi aynı yılın 17 Kasım sayısında Bulgar heyetinin ve Bulgar fahri bölüğünün Türkiye’de bulunmasına ilişkin bir yazı yazmıştır 20 Kasım sayında. General Daskalov, Türkiye Dışişleri Bakanı Sn. Saraçoğlu ile görüşmesi esnasında şöyle bir beyanatta bulunmuştur: “Ben sizlere Çar Hazretlerimizin, Bulgar hükümetinin ve bütün Bulgar halkının Türkiye’nin kurtarıcısı ve yenilikçisi Atatürk’ün ölüm sonucu dost Türk halkının uğradığı büyük kayıp münasebetiyle taziyelerini bildirerek bir memuriyet görevimi yerine getirmiş oluyorum. Biz onun mezarı önünde büyük saygıyla derinden başeğmeye ve Türk halkına kaybını metanetle karşılaması dileklerinde bulunmaya geliyoruz. Atatürk öldü. Fakat biz Türkiye’nin onun çizdiği yoldan ayrılmayacağına eminiz.” demektedir. Bakan Saraçoğlu’nun cevabı şöyledir: “Bulgaristan’ın Türk hükümeti ve Türk halkının büyük kederi paylaşmasından büyük bir memnuniyet duymaktadır.”
“Zora” gazetesi 22 Kasım 1938 tarihli sayısında “Sofya’da Kemal Atatürk’ü Anma Toplantısı” başlığında bir yazıya yer vermiştir. (Toplantıda nutuklar irad edilmiştir.) “Geçen akşam Bilimler Akademisi Salonunda saat 6 buçukta Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Kemal Atatürk anısına Bulgar-Türk Derneği girişimiyle bir anma toplantısı düzenlendi. Toplantıda Başbakan Sn. Köseivanov, bakanlardan Prof. Filov, İ. Kojuharov, İ. Nedev, Pavel Gruev, başta Sefir Sn. Berker olmak üzere Türk elailiğinin tüm personeli, generaller, Yunanistan Sefiri Diamontopulos, yüksek düzeyde Dışişleri Bakanlığı memurları, sabık bakan ve daha bir sıra seçkin kimseler hazır bulundular… İlk konuşmacı Bulgar-Türk Derneği Başkanı Prof. Petko Stoyanov: “Kemal Atatürk Türk halkının bütün dönemlerde yetiştirmiş olduğu en büyük şahıstır!” diyerek, bütün katılımcıları ayağa kalkmaya ve Atatürk’ün anısına saygı duruşunda bulunmaya davet etti.
Sn. Stoyanov’dan sonra sabık Ankara Sefiri Sn. Todor Pavlov bir konuşma yaptı. O, konuşmasında: “Türkiye halkı büyük evladı için yas tutmaktadır. Atatürk kimdir? O, 1923 yılında Cumhuriyeti ilan ederek, egemenlik halka aittir, yasal ve icra kuvveti halkın elindedir, Türkiye Cumhuriyeti laik bir cumhuriyettir, din işleri tamamen devlet işlerinden ayrıdır, kadının hasiyet kırıcı durumdan kurtarılması gibi ilkeler esasına dayanan yeni bir Anayasa kabul ettirdi. O, sivil vatandaşlık cesaretine gelince Büyük Petro denen başka bir büyük şahısla mukayese edilebilir. Atatürk fesleri ve feraceleri şahsen yırtıp atıyordu, bu da Büyük Petro’nun boyarlarının sakallarını şahsen kesip attığı gibi. Ben onun bahçesinde, Atatürk Orman Çiftliğinde 25 Bulgar bahçıvanının çalışmalarını gayet yakından izlemesine tanık oldum. Bu bahçıvanlar özel olarak Bulgaristan’dan davet edilmişlerdi. Sık sık Bulgarların dünyada en güzel bahçıvan olduğunu tekrarlıyordu. Bakanlarına ve yüksek düzeydeki devlet memurlarına uzağa gitmeden bazı etkinliklerin Bulgaristan’da nasıl gerçekleştirildiğine dikkat etmelerini ve onlardan örnek almalarını hatırlatıyordu.” diyordu.
Üçüncü söz alan kişi sabık Genelkurmay Başkanı Yedek General Jekov idi. O, Sofya’da ataşemiliterlik görevi esnasında Atatürk’le görüşüp konuştuğu anılarından bazı anlar dile getirdi. “Yıl 1914, mevsim sonbahardı. Ordunun genel kurmayına binbaşı Kemal de gelmişti. Onunla ilk görüşmemdi bu görüşme. Daha sonra birkaç defa daha görüşüp konuştuk… O, Bulgar askerinin çevikliğinden ve ahlaksal gücünden gurur duyduğunu belirtiyordu. Bulgar askeri bunu en iyi biçimde Balkan Savaşı esnasında göstermişti. Görüşmelerimizde dinsel, tarihsel ve politik olmak üzere türlü konulara değiniyorduk. Onun düşüncelerinde derin bir içerik vardı. Bugün onun büyük davasının meyvelerini görünce, tek iktidar için iktidara geldiğini asla düşünemeyiz. Hayır, o ancak davasının esiriydi, davasıyla büyülenmişti. O, açık görüşlüydü, o yüzden de iktidar olması ancak emellerinin gerçekleşmesine olanaklar yarattı. Onun yeniden doğan güçlü Türkiye’ye ilişkin planları dünden değildi. Bu plan onun tüm düşüncelerindeydi, onu çoktandır heyecanlandırıyor ve endişelendiriyordu. O, Bulgaristan’da bulunduğu esnada Bulgaristan’dan çok şeyler öğrenmişti. Atatürk bunu asla gizlemiyor ve görüşüp konuştuğu nice Bulgarlar önünde paylaşmaktan da çekinmiyordu.”
Anma törenine gelen resmi katılımcılar Türkiye Cumhuriyeti Sefiri Sn. Berker’e başsağlığı dileklerinde bulundular.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün iç dünyasını, karakter ve ahlakını çizerken vatan ve ulusuna olan sonsuz sevgisini olduğu gibi, alelade insanlara olan sevgi ve saygısını da dile getirirken “Deyli Telegraf”ın Ankara muhabiri “Kemal Atatürk’ün Vasiyeti” başlığını taşıyan yazısından şu alıntıları anımsatmak isteriz. Alıntılar “Zora” gazetesinin 22 Kasım 1938 tarihli sayısında verilmektedir. Orada şunları okuyoruz: “Anlıyorum ki, diyor İngiliz gazetecisi, Kemal Atatürk ölmezden önce 4 milyon İngiliz lirası tutarında olan servetinin üçe taksim edilmesini vasiyet etmiştir. Üçte biri onun savaş arkadaşı, halen dava devamcısı İsmet İnönü’nün üç evladının eğitimine, çünkü İnönü’nün hiçbir serveti olmadığını belirtmektedir. İkinci kısmı halen uçman olan, edinme kızı Sabiha Gökçen’e ve geri kalanı da Atatürk’ün hizmetinde bulunan kişilere dağıtılmıştır” demiştir.
“Zora” gazetesi 11 Kasım 1938 tarihinde, Cuma günü, Basın Müdürü Danail Krapçev’in “Kemal Atatürk” başlığı altındaki yazısına yer vermektedir. Müellif yazısında: “Kemal Atatürk etrafa ışıl ışıl saçan gözlerini hayata yumdu. Politik sahneden kudretli, nüfuzlu, tükenmek bilmeyen enerjiye sahip bir şahıs iniyor. Türk yenilikçisinin davası paha biçilemeyecek boyuttadır. O, Birinci Dünya Savaşı esnasında param parça edilen Türkiye’yi bir araya toplayıp bir bütün oluşturduktan sonra durgunluk içindeki Türk kitlelerini harekete geçirdi ve sivil bir hayata davet etti. Etrafındaki dava arkadaşları ile hep birlikte Kur’an-ı Kerim’de yazdığı gibi teokratik değil, laik bir devlet örgütü oluşturdu.
…Kemal Atatürk damgasını yalnız Türkiye Cumhuriyeti temelleri üzerine değil, güncel Türk politikası üzerine de vuruyordu. O, Türkiye’yi ilgilendiren her olaya derhal münasebet alıyor ve coşkuyla çözüm getirmeye çalışıyordu.”
Adı geçen gazete (“Zora”) iki gün sonra (11 Kasım 1938) “Atatürk’ün Vasiyeti” başlığı altında yeni bir yazı neşretti. “…Vefat etmiş olan Kemal Atatürk’ün şöyle bir vasiyeti vardır, ki Türkiye bundan böyle dünyaya süngüleriyle değil, süngülerin de dayanağı olan ekonomisiyle poz verecektir…
Yeni Türkiye geçmişte olduğu gibi istilacı bir devlet değil, iktisadi bakımdan güçlü bir devlet oluşturmalıdır. Ordumuz vasıtasıyla eriştiğimiz, elde ettiğimiz zaferler, ancak gelecek zaferlerimizin zeminini hazırlamışlardir… Ko yeni yeni ekonomik ve bilimsel zaferlere hazır olalım!”, diyerek sözünü tamamlamıştır.

Dr. Mümün TAHİR
Reklamlar