Raziye Çakır

Konu: Yaşam hakkı ve eğitim hakkı ihlal edilemez.

Seçim öncesindeyiz. 26 yıldan beri ilk kez iyi kötü, yaş kuru serildi harmana, pala pırtı asıldı ipe ve her şey herkesin gözü önündedir. İlk kez parça parça bölündük, aynı harmana kimimiz sağdan kimimiz soldan bakıyoruz. Seçim günü harman savrulacak ve bakalım hangi rüzgâr daha güçlü esecek!

Sağdan da esse, soldan da gelse savrulacak olan harman hep aynı harman.

İpteki giysilere da öyle…

Onlara da sağdan ve soldan bakıyoruz, kurumak için yalnız güneş olsa, o da yeterlidir.

Bu seçim yarışında Bulgaristan’ın değiştiğine tanık oluyoruz.

Herkes TV başında, sanki Cumhurbaşkanı küçük ekrandan seçiliyor. Önce herkes kalıp kalıp konuştu. İç ve dış siyaseti büyük sözlerle anlattı. Yüksek binaların cephe duvarlarına, bulvar kenarlarında ve kavşaklardaki büyük boy resimler bilbordlardan bize bakıyor ve konuşan gözler sanki oyumuzu istiyor. Köylülere 22 çeşit takvim dağıtmışlar. “Bu adam da kim ve ne işi var bizim evimizde” diyenler hiç birini takmamış, Baş Müftülük takvimini bekliyorlar. “Sözümüz sözdür!” diyenlerle ince pazarlık devam ediyor, bazı köylerde birer ton kömür için ısrar edilirken, dağ köylerindeki seçmen 5 litre ayçiçeği yağ ve bir çuval un için ayak diriyor.

Aslında seçmenin verdiği mücadele çok yakın hedefli bir kavgadır.

Köy yollarının onarımı, komşu köylerdeki köy okullarına giden çocuklara kış aylarında bir okul aracı temin edilmesi, emekli maaşlarının Kasım ile Mart ayları arasında postacı tarafından eve getirilmesi, imkânsızlık halinde çığ düştüğünde, su baskını, yangın gibi durumlarda devletin halkın yanında olması gibi noktalarda düğümleniyor.

Onlar bu isteklerini muhtar seçiminde, belediye başkanı ve meclis üyelerine de her defasında yöneltiyorlar. Köylülerimizin Cumhurbaşkanı adaylarından istedikleri yaşam şartlarımızın iyileştirilmesi çizgisini pek açmıyor.

Köyde yaşayan seçmen, hele Rodoplu, Gerlovo, Dobruca ve Deliormanlı seçmen hayat hakkı dendiğinde evlatlarının geleceği hakkını düşünüyor.

Okula giden ve ana dili öğrenmeden güçlük çeken öğrencilerin geleceğini parlak görmüyor.  Bu işlerde yakınlarımızın yaşadığı Türkiye’den kitap, daha modern eğitim öğrenim araçları beklenti ve talepleri büyüyor.

Ülkede durumun sertleştiğini gözden kaçmıyor. Devletin çaresizlik sızılarının sıradan vatandaşlar tarafından hissedildikçe “Son hesapta bizi yine Türkiye paklar” sözleri söyleniyor ve çevrede dolaşıyor. Yeni durumda kabaran endişede arkadan gelen neslin ana dilimiz, ana kültürümüz, geneleneklerimiz, ahlakımız, dilimiz ve dinimiz bakımından cahil kalması endişe uyandırıyor. Avrupa ülkelerine gidip gelenler, hele Almanya, Hollanda Belçika’da bulunanlar “orada sokakta kaldığımızda sığınacak mekân camilerimiz oldu” diye paylaşıyorlar. Gidip görüp gelenler anadilimiz konusuna bir başka gözle bakıyor. Almanya ve diğer batı ülkelerinde halka açık Türk konserlerine gittiklerini, Türk sanat ve kültürüne olan ilgiden doya doya kaynaktan içtiklerini anlatıyorlar.

Seçmenimizin yeni Cumhurbaşkanına yönelttiği istekleri arasında Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan arasındaki kültürel etkileşim ve işbirliğine daha büyük önem verilmesi de yer alıyor. Boş duran sinema ve konser salonlarında Türkiye’den gelen sanatçıların, amatör ustaların, Türkiye’den tiyatro ekiplerinin konserler vermesi, oyunlar sunması isteniyor.

Yılda bir düzenlenen Türk kitap sergilerinin yalnız başkent Sofya’da kitapseverlerle kucaklaşmakla kalmayıp, Kırcaali, Haskovo, Plovdiv, Şumen ve Razgrat gibi Türklüğü sevenleri kuşatıcı ve kapsayıcı olması arzu ediliyor. İşittiğimize göre, Bursa’daki soydaşlarımız Bulgaristan’daki okul çocuğu olan Türk ailelere göndermek üzere kitap, CD toplama kampanyası başlatmışlar.

Bu sevimli girişimin ucuna şiir ve masal okunmuş flaş bellekler de eklenirse daha yararlı olur görüşleri yerleşiyor.

“Dombıra” ekibinin Bulgaristan Türkleri Yeni Edebiyat Sayfasını açması iyi oldu. Biz Bulgaristan’da ki etnik azınlıklar arasında anadilinde kendi edebiyatını yaratabilen tek etnik halk topluluğuyuz. Bu büyük bir başarıdır. Çünkü edebiyatını, sanatını yaratamayan halk toplulukları anadillerini ve özgün kültürlerini yaşatamazlar.

Biz Bulgaristan’da hak arama hükumeti kurulmasını istemedik.

Bulgar Savcılıklarında Türklere karşı işlenen cinayetlerin, 1971-1973 ve 1984-1989 zuulmü suçlularını araştıracak Türklerin de katıldığı özel savcı ekipleri oluşturulmasını arzuladık ama yapamadık.Fakat her zaman adaletin üstün geleceğine inandık.

Şimdi artık anlıyoruz ki, avukat yoksa adalet yoktur.

Bu nedenle, fırsat buldukça daha fazla evladımızın Bulgaristan’da ve Avrupa ülkelerinden İsviçre’de hukuk okumasında ısrar ediyoruz. Bulgar devleti birçok Bulgar öğrenciyi başarılı ilan edip dış ülkelerde okuttu ve şimdi Bakanlıklara atıyor, fakat bizim hazırlıklı kadrolarımız yok, var olanlar da tükeniyor.

Mesela, Bulgar basını dikkat çevirmese ve seçim arifesinde Boyko Borisov hükümetine borazanlık yapan “BTV” ve “NOVA”televisiya gibi televizyonlarda ve devlet kanallarında yer bulamasa da, 21 Ekim tarihindeki meclis bileşimindeki tartışma dikkatimi çekti.

Bu yılın Mayıs ayında yapılan seçim kanunu değişikliklerinin “zorunlu” seçim, 35 seçim sandığı sınırlaması, vatandaşlarımızın AB ülkelerinde bulunanlar ve AB dışındakiler gibi keyfi bir şekilde  ikiye ayrılması sorunlarından kaynaklanan tartışmada, evrensel insan hakları ve seçme ve seçilme hakkının bir Anayasal hak olduğu esasında Türkiye’de yaşayan soydaşlarımızla ilgili savunma yapan HÖH Milletvekili Kırcaliev ile DOST lideri Mestan gurur veren konuşmalarında, samimiyetle yazıyorum, Bulgar milliyetçilerin suratına böyle okkalı bir Osmanlı tokadı yapıştırdılar ki. Vicdanı olan asla unutamaz! İkisini de kutluyorum.

Seme ve seçilme hakkımız demokratik toplumda bizim hayat hakkımızın bir parçasıdır. Eğitim hakkımız da öyle, anadilimizde eğitim almak da öyle.

Hayat hakkı ve eğitimin bu temel haktan bir parça olduğu gerçeği seçimler arifesinde toplumun alt tabakalarında iyice kızıştı. Daha önceki yazılarımızda, Bulgaristan’da birinci sınıfa gitmesi gereken çocuklardan % 10’unun maddi yetersizlik ve dağa doğrusu sefillik nedeniyle okula gidemediğini yazmıştık. Bu afacanların anne ve babaları işsiz ve gelirsiz olduklarından dolayı devletten okul hazırlıkları için bir defalık olmak üzere 500 leva karşılıksız mali yardım istemişti. Olayın gelişmesinden ve anlaşılan Brüksel komisyonlarında görüşülmesinden sonra çıkan bir Sofya Eğitim ve Teknolojiler Bakanlığı kararında “başarısı 3.5 olan Çingene öğrencilere her ay 30 Euro parasal yardım” yapılacak, denildi.

Bu karar Bulgar okullarını kaynattı. Çünkü Bulgar öğrencilerden başarısı 5.5 düzeyinde olanlara ayda 30 leva mali yardım yapılıyor. Bulgar dilini bilmeyen ve dersleri sökemeyen Çingene öğrencilere 3.5 başarı elde edince 60 leva (30 Euro) verilecek denince, Bulgar ana-babalar sanki kıskandılar. “Burası Bulgaristan, herkes Bulgarca bilmeli. Bulgar dili resmi dildir. Anayasaya bakın!” gargarasıyla protesto eylemleri başladı.

Şunu önemle eklemek isterim, son 26 yılda uygulanmaya konan değişik Çingeneleri Bulgar ulusuna kaynaştırma programları neticesinde, artık Bulgar Yüksek Okullarında 1 400 Çingene öğrenci Burslu olarak yüksek öğrenimini tamamlarken, yüksek lisansa da el etmeye gayret göstermektedir.

Fakat bu neticeler Çingenelerin aile ve mahalle yaşam dilinin Çingene ağızları olarak yaşamasını engelleyememiştir. Onlar, alfabeleri, kendi konuşma dillerinde yazılmış ve basılmış eserleri, basın, radyo ve TV programları olmasa da, edebiyatları olmasa da, sanatın müzik dalında kendilerini tatmin eden ve dış dünyaya da taşan eserler yaratmıştır.

AB üyesi olan Bulgaristan’da hayat ve eğitim hakkı siyasi mücadelenin ana damarını oluşturdu. Temel insan hakları tanınmayan etnik azınlık kitlesinden 600 bin oy beklenmesi ve bunlara direk bağlı olan Türkiye’deki soydaşlarımıza da yine etnik oy olarak 620 binlik bir potansiyelin var olması, seçime 13 gün kala bütün toplumu düşündürdü. Bu öyle bir durum ki, hesap makinelerinin pili bitti ve ekran söndü.

Pratiğin işaret ettiği üzere, bugünkü Bulgaristan’da seçim harmanı savurmaya çalışanlar, rüzgârın soldan mı sağdan mı eseceğine göz kızartacaklarına, kulaklarını toprağa verip, dip dalgadaki hareketlenmeye ve işitilen çatırtılara kulak vermeleri en doğru olur.

Çünkü hareketlenen dip dalgası ne 500 leva öğrenci yardımıyla, ne 5 litre ay çiçek yağı, ne de bir çuval unla durdurabilinir. O, köylülerin korktuğu çığ gibidir, sel gibidir, ulusal felaketin devletleri yıkan biçimidir.

21 Ekim meclis tartışmaları, milliyetçi-ırkçıların bizim çamaşır ipimize serdiği yırtık ve lekeli düşmanlık giysilerine Mestan sağdan Kırcalievin soldan ateş etmesine, “bu çamaşırlar kirli, hepsi lekeli” demesine gerek yoktur. Onların sahipleri ipe serileni, çıplak gerçeği biliyorlar. Bizim küçümsemek için seriyorlar kirli ve lekeli çamaşırlarını bizim ipimize….Hedefleri bizi kudurtmaktır!

Sizi üzüyorlar, havlatıyorlar, yormak, bayıltmak ve sedye ile meclisten çıkarmak istiyorlar. Ama yapamayacaklar. O gün güneş doğmayacak!

Bulgaristan’a öyle bir rüzgar esecek, öyle karabulutlar saracak ki gökyüzünü, mecliste ne kapı ne pencere kalacak. Bu meclisin Müslüman ablukaları yaşadığı yıllar ve günler asla unutulmamalıdır. Bizim, hepimizin birleşip ipi koparmamız ve yeni ip germemiz zamanı yaklaşıyor.

Burada ötesini siz düşünün lütfen burada okuduklarınızı eşe dosta paylaşınız.

Biz gelişmelerin izindeyiz. Tüm halkımıza bunları duyuralım.

Sağlıcakla kalınız.

Reklamlar