NAfiye YILMAZ

 

50 milyon insanın ölümüne sebep olup tarihe en büyük katil olarak giren Hitler’e

faşist propaganda makinesi şefi Göbbels şöyle bir soru yöneltmişti:

  • Nereden başlayalım?”
  • Sudan, Günde 10 defa içtikleri sudan!” cevabı önce soruyu soranı da

Şaşırttı ama ardından ikinci bir soru gelmedi.

Turistlerimiz ve öğrencilerimiz dışında bugün Almanya’da çalışan ve yaşayan binlerce Bulgaristan Türk, Pomak ve Roman’ı var ve artık öğrenmiş olmalılar:

  • Su içen inektir!” sözü Almanlara aittir. Kendi halkını “inek” durumuna

getirenlerse ALMAN NAZİLERİ, ALMAN FAŞİSTLERİDİR.

Almanya’daki içecekler doğal değil, tatlandırılmıştır, şişelidir. Su yerine içilen ise biradır.

Bu defa konuma uzak Almanya’nın 70–80 yıl evvelinden girmemin nedeni, insanı değiştirme işinin önce yemesinden içmesinden başladığını anlatmam içindir. Hitlerin baskıları ve öz halkının başına sardığı İkinci Dünya Savaşı halkı kavanozlara su konserve edecek durumlara düşürmüştü.

 

Bizim Bulgaristan’da “sürünen düşenini halinden anlamaz” ilkesine bağlı kalındı. Halkı susuz bırakma hedefi taklit edilmese de, çünkü bizde her taraf kaynarca, her taraf dere ve göl. Hele son aylarda taşan ırmakların seli neredeyse memleketi götürecek. Sefillik derinliğinin yeni katlarına inildi.

 

Lom belediyesi bağlı “Kovaçevtsi” köyünde üç çocuklu ailesiyle oturan ve Devlet Su İşlerine bağlı “Sulama Sistemleri” Müdürlüğünde pompacı olarak çalışan Boris Mihaylov aylardan beri maaş alamıyor, dağıtılan sosyal yardımlarla geçinmeye çalışıyor. Çocuklarının okul masraflarını kan satarak karşılıyor. Olayın iletişim ortamına düşmesine vesile olansa, onun işlerinde düşüp hastanelik olmasıdır. Emekçileri piyon durumuna getirip istediğini yaptırma uygulaması Hitlerin faşist yöntemlerinden alınmıştır.

 

Dünkü gün (09.12.2014) Stara Zagora şehrinde 32 yaşındaki Bayan Silviya Nedyalkova Mişkova’nın üzerine bir kova benzin döküp kendini yaktı. Olaylar çok sık tekrar ediyor. Bu yıl kendilerini yakarak bu çekilmez hayattan kurtulmak isteyenler hep Cumhurbaşkanlığı önündeki şadırvan kenarını ya da Adalet Sarayı basamaklarını seçiyordu. Bazıları Varna Kanalı üzerindeki yüksek “Asporuh Köprüsü”nden atlayıp canından oldu.

 

İnsanlarımız karanlıkta, çaresizlik zindanında, açlık kâbusunda bunalıp halkın isyan ruhunu ateşlemek için kendilerini feda ediyorlar. Bu seçim, yaşamaya ve mücadeleye “evet” ya da “hayır” kavgasında, ikincisinin üstün geldiği an, yok olmanın seçilmesidir ki, bu gidiş tehlikelidir. Halkta umut kararması yaşadığına bir işarettir.

 

Bu yolu seçenlerden farklı olarak, aynı koşullarda yaşamak zorunda olan Bulgaristan Türkleri, Pomaklar ve Rom kardeşlerimizde özgür bir seçimle kendi varlığını ortadan kaldırıp “dünya dertlerinden kurtulma” ahlakı yoktur. Sonuna kadar dayanmak, zafere kadar savaşmak özümüzü ayakta tutan bilinçli tavrımızdır.

 

 

Hayat hem maddi ve hem de manevi yanıyla vardır. İnsanı biyolojik olarak yaşatan maddesel olan yanıdır da, manevi olan da bir o kadar önemlidir. Yüksek ruhlu olmadan maddi güçlüklere dayanılamaz.

 

Bulgaristan’da 12 günden beri süren meclis içi ve parlamento dışı kapışma KÜLTÜR İÇİNDİ. Yani manevi olanın geleceği söz konusuydu. Olayı şöyle anlatayım:

 

“Biz hiçbir makam istemiyoruz, bakanlıkta, bakan yardımcılığında, komisyon başkanlığında, banka müdürlüğünde….” gözümüz yok” deyip, süt dökmüş kedi gibi kuyruk kıvırıp etrafta dolaşan “iktidarı sözüm ona program temelinde dıştan desteklerken kurt gibi içine girip son duasını okumaya hazırlanan “PF” aşırı ırkçı-faşist, öteki düşmanlarından biri olan milletvekili Slavi Binev Meclis Kültür Komisyon Başkanlığına göz dikti ve yapıştı kopmak istemedi.

 

Gerekçelerinden biri Kültür Bakanlığına Türk isimli eski bakan Vejdi Raşidov’un yeniden atanmamsı ve “kültür elden gidiyor” saçmalığını ateşlenmesi oldu. .

 

Komisyon başkanlığına atanmazdan önce, önce aşırı solcu olarak ortaya çıkan, aslında “öteki” düşmanlığı ve başlıca da Türk ve İslam düşmanı olarak ün yapan, “Ataka” partisinden Avrupa Birliği milletvekili seçildiği yıllarda Moskova ajanlığıyla itham edilen ve son seçimlerde birde aşırı sağ uca kayıp faşist saflarda ön sırada sivrilen Sl. Binev  “KÜLTÜR İŞLERİNDE BENDEN HAZIRLIKLI KİMSE YOK!” dedi. Faşist ruhlu ve zihniyetli biri olan Binev, Bulgar faşistlerinin fırsat kolladığını ve ülkedeki demokratik aydın düşünce ve tabakaya hazır olduklarını ortaya koydu.

 

Hitler, kendi halkını önce yalnız geçinebileceği kadar parayla, açla tok arası, çalışıp yaşamaya zorlarken demokratik Alman kültür geleneklerine ölümcül darbe vurmuştu. Demokratik kamuoyu faşizmin can düşmanıdır. Bulgaristanda bu ordunun içinde etnik azınlıklar ön saflarda yer alıyor. Faşizmin bir biçimi olan totalitarisme karşı ilk ayaklanan Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlar oldu. 1972 Kornitsa köyü Pomak Ayaklanması. 1989 Mayısı’nda Türk İsyanı Bulgaristan’da demokrasinin parlak şafağı olurken, bugün de azınlıklarımız demokrasi mücadelesinin içinde şerefle yer alıyor.

 

Demokratik alman kültürüyle mücadele eden Hitler şöyle düşünüyordu: “ÖDÜ KOPAN KÜLTÜRDEN KENDİSİ VAZGEÇER!” İnsanları aç susuz bırakmak, korkutmak ve süründürmek onun için öncelikliydi. Bu bakıma bizdeki ortam da, katmerleşmeye devam eden mali ve ekonomik bunalım şartlarında, demokratik ve kültürel kazanımlara ölümcül darbe vurmaya elverişliydi. Tiyatro sahneleri boşaltılıp salonlarda marş müziği çalma günleri sanki yeniden gelmişti?!

 

Almanya örneği asla unutulmamalıdır. Büyük Savaş bittiğinde Almanya’da ne çocuklara okunacak bir masal kitabı, ne de tatlı masal bilen birileri kalmıştı. Ben son zamanda sık sık karşıma çıkan “başa gelen acıları kuma, başa kelen iyilikleri taşa yaz!” öğüdüne katılmak istemiyorum. Bir rüzgâr, bir dalga kuma yazılanı hemen silip düzler. Unutmak vasıflarımızdan biridir. Fakat kötülükleri asla unutmamalıyız. Unuttuğumuzda yinelemelerini çabuklaştırırız. Gördüğümüz kötülüklerin ve çekilerin hatırasıyla yaşamak gönül açıcı olmasa da, hiçbirini asla unutmamalıyız. Çünkü ruhumuzun su aldığı yer çekilerimizdir. Hayat zekasını pekiştiren ezilmişliğimizdir.

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce faşizmin ve XX. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar halkı,  Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığı totalitarizm zehrinden tatmış, çilesini çekmiş, kurbanlarını vermiştir. Tarihi demokrasi mücadelesinin şanlı sayfalarıyla doludur.

 

Bugünde Bulgar halkını gericilik ve faşizm boyunduruğuna koşmak isteyenler var. Faşist zihniyet parlamentoya kadar girdi. Hükümeti destekleyen direk oldu. Faşist bencillik hortladı.

Bizi gemleyebilmeleri için önce demokratik kültür geleneklerimizi tamamen yok edip,  kendilerinden olmayanları kültürsüz ve kimliksiz yaşamaya alıştırmaları gerekecektir. Fakat kötülüklerin bu ikramından hem Bulgar demokratik kamuoyu, hem de “soya dönüş” ateşinden geçen Bulgaristan Türkleri ve Müslüman cemaatimiz artık tatmış bulunuyoruz. Bu tuzağa bir daha düşmemeliyiz.

 

Bulgar faşist milletvekillerinden Slavi Binev’in Meclis Kültür Komisyonu Başkanlığına heveslenmesi gerici zihniyet açısından büyük bir hedefi gerçekleştirme yolunda ilk ama çok önemli bir adım olacaktı. Tiyatrolardaki yapımcıları, yazarları, aktrisleri, sanatçıları dünya görüşlerine göre ayıklamak, politik görüş açılarına göre gruplaştırmak ve demokrasiye, etnik kültüre hizmet edenlerin hepsinin koluna birer zehirli serum hortumu takıp olayı bitirme fırsatı belirmişti. Son nefesini yatakta vermek istemeyenlere sınır kapısı açıktı. Demokratik Bulgar kültür geleneklerini, kültür devrini yapan kadroları saf dışı ederek katletmek, aslında totalitarizmden kurtulup demokratikleşmeye Geçiş Dönemini durdurup baltalamak, henüz talan edilmemiş olan ve sanatsal değeri olan her şeyi yok etmek, gerekirse Hak Tiyatrosu’nu Ulusal Opera Binasını ve daha nerede ne varsa her yeri özelleştirip alış veriş merkezi (AVM) haline getirip olayı bitirmekti. Binev’e ve akıl aldığı “PF” faşist zihniyetli kodamanlarına göre, Çar II. Boris’in hükmettiği yıllarda Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin tiyatrosu, kulübü, orkestrası, sanat kolektifleri, Türk dilinde yayın yapan radyosu falan yoktu ve şimdi ne haklarla istekte bulunuyorlardı? O,  “İlk işim, TV’deki 10 dakikalık Türkçe yayını hemen kapatmak olacak!” demekten çekinmedi.

 

Binev’in kaldırdığı kapaktan çıkan buhar buram buram faşizm kokuyor. İnsanlık tarihinde en büyük suçlardan biri insanları doğal ve insan haklarından mahrum etmektir. Biz Avrupa kıtasında, yani ESKİ KITADA yaşıyoruz ve Avrupa Birliği üyesiyiz. AB parlamentosunda 26 dil konuşuluyor. Afrika’nın Paragonya’ya en yakın yerinde olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nde milli marş 6 dilde birden söyleniyor. Tüm etnik diller milli marşta sesleniyor. Bütünü oluşturan bireyler bütünsellikte yaşıyor.

Antakya Ruhani Korosu bir Ermeni şarkısı olan “SARI GELİNİ” dört dilde birden söylüyor. Ve insanlar 6 dilde söylenen milli marşların, 4 dilde seslendirilen Sarı Gelin öyküsünün çok daha gerçekçi, çok daha etkileyici olduğuna giderek daha fazla inanıyorlar. En büyük günah, insanın ana diline saldırıdır. İnsan konuşarak yaşamak için dünyaya gelir. Dili olmayanların kendi toplum düzenleri yoktur. Hedefiniz buysa ayrılalım. Biz ana dilimizle yaşamak istiyoruz.

 

Tehlike bu defa yalnız etnik azınlıkların demokratik ve insan haklarına, özgün kültür yaratarak yaşatmaya ilişkin son derece kısıtlı imkânlarına karşı değildi. Bulgar halkının demokratik kültür geleneklerine kapsamlı yok edici bir saldırı niyeti baş gösterdi. Üzerinde İngiliz gabardininden takım elbise, Wersashe marka gömlek, kravat, diplomat ayakkabı, Hetric parfümle Meclis kulislerinde hava yapan fırsatçı Sl. Binev aslında XXI. yüzyıl başında yineleyerek mayalanan Bulgar faşizminin görünüş şeklidir. Geçiş Döneminde baş hırsız, baş soyguncu, baş dalavere ve dolandırıcı takımı kalın enseli haydutların “mutraların” hep siyah Mercedes araç ve siyah takım elbiseyle dolaşıp, saygınlık dilendikleri gibi, bir yeni durum olarak belirdi. Düne gelene kadar kafaları sürtük, boynu bükük gezen Bulgar ırkçı-faşistleri, çul değiştirmiş, cilalanmış, kolonya sürmüş ve demokratik toplumsal gelenekle hesaplaşmak için kılıç çekmiştir.

 

Demokratik sanat çevreleri, şu çok yağışlı ve baraj savaklarından saniyede 200 bin m³ su taştığı kış günlerde seller bütün ağaçları nasıl yerinden söküp önüne takarak yok edemiyorsa, hep birlikte mukavemet gösterilmesi gerektiğine ve yükselen faşist dalgasını durdurup geri zorlama püskürtme zamanı geldiğine inandılar. Tiyatro salonlarında alkış tufanı bir o kadar yükseldi. Yüreklenen sanatçıları göreve çağırdı. Bütün yapımcı ve sanatçılar, orkestra şefleri ve müzisyenler, protesto hareketi öncüleri, gazeteciler, yayımcılar, sivil toplum örgütleri, elektronik iletişim ortamındaki sanal dayanışma, eyleme çağrı dalgası aynı anda hareketlendi. Bulgaristan tarihinde ilk defa olmak üzere tiyatrolar birden boşaldı sahnedeki “Hamlet”, “Kral Lir”, “Romeo ve Jüliyeta”, “Ölü Canlılar” ve daha ne kadar kültürel değer varsa yola çıktı ve Sofya parlamento binası merdivenlerine oturdu. Bunun anlamı şuydu: FAŞİST KÜLTÜR ANLAYIŞINA MECLİSE GİRİŞ ÇIKIŞ YASAKTIR. Demokratik sanat çevreleri “Yol Kesen” sahnesinde rol aldı.

 

Faşist “PF” partisi Kurultay topladı. Kapalı kapılar ardında gizli görüştüler. Sl. Binev istifa etti. Türk, Pomak ve Çingene sivil toplum örgütlerince de desteklenen demokratik protesto dalgası muzaffer oldu. İkinci defa galip gelinmiştir. İlk önce HÖH-DPS milletvekili, Ahmet Doğan’ın himayesindeki, nasıl zenginleştiği bilinmeyen, totaliter rejim generallerinden birinin oğlu olan ve Rusya oligarşi çevrelerine Bulgaristan’da aracılık eden, D. Peevski’nin 2014 Temmuzunda Devlet Güvenlik Ajansı (DANS) Başkanlığından istifaya zorlayan başarılı direniş tekrarlandı. O zaman yükselen protesto dalgası dinmedi ve Kasım 2014’te kurulan yeni Bulgar hükümetinde HÖH-DPS partisine kapı kapattı. Umudumuz, gelecek seçimlerde “PF” faşist partisinin tamamen püskürtülüp meclis dışı kalmasıdır.

Reklamlar