BGSAM

Hazreti Muhammed’in doğum günü kutlamaları vesilesiyle Sofya “Ts.Ts.Kl. Ohridski Üniversitesi” büyük salonunda yapılan konferansta hazır bulundum. “Aula” tıklım tıklım doluydu. Büyük ilgi gören forum Üniversite’nin Felsefe ve Din Tarihi Bölümü ile Baş Müftülüğe bağlı İslam Araştırma Merkezi tarafından düzenlendi.

Bulgaristan Türkleri Baş Müftüsü Mustafa Hacı ve müftülük yönetimi hazır bulundu. 4 konuşma sunuldu.

Kuranı Kerimi” Arap dilinden Bulgar diline tercüme eden Prof. Teofanov Modern Dünyada Uluslararası Hukuk ve İslam Hukuku üzerinde durdu.

Doç. D-r. İbrahim Yalımov çadaş dünya ve Bulgaristan Müslümanları açısından Hazreti Muhammedi’in Veda Hütbesi’nin felsefi özüne değindi.

Sofya İslam Enstitüsü öğrencileriyle birlikte, öğretim üyeleri, “B”aşmüftülük Tarihi” yazarı İsmail Cambazov, Bulgaristan Türkleri Kültür Merkezi Başkanı Savri Alagöz, eski ve yeni rektörler, felsefe ve teoloji fakültelerinden okutman ve öğrencilerin, ayrıca Sofya’daki Üniversite ve yüksek okullarından Türkiyeli üniversitelilerin büyük bir grup halinde katılımıyla renklenen konferans herkes için yararlı bir tartışmayla son buldu.

Katılımcılar arasında dikkatimi çekenlerden biri Prof. Mihayil İvanov’tu. Asansörü olmayan üniversite binasının 3. katında bulunan salona 2 elinde iki patrikle zar zor çıkabildi. O, halen Sofya Yeni Bulgar Üniversitesi’nde (NBU) etnik azınlık konularında ders veriyor. İlk yükseköğreniminin ne olduğu bilinmeyen, fakat totaliter rejimin sözü geçen akıl hocalarından birinin oğlu olan Prof. İvanov’un habilitasyon konusunu gizli tutuldu. A. (Dönek)in işlediği konu artık biliniyor. Bulgaristan Türklerini iç göçlerle eritmeyi önermiştir.

1985’te Türklerin isimlerinin bulgarlaştırılırken nükleer fizik konusunda akademik öğrenim yapmak için Sovyetler Birliği’ne gönderilen ve orada atom rektörlü bir nükleer araştırma merkezi olan “Dubna” da 6 yıl ihtisaslaştığını iddia eden İvanov arka sıralarda kenara oturdu.

Görev hayatını hep Türkler, Müslümanlar ve İslam dini ile meşgul olarak geçiren Prof. İvanov, Bulgaristan Müslüman azınlığı arasına çok ilginç bir şekilde girdi. 1989’un dondurucu Aralık ayının son günlerinde Pomaklar isimlerini ve din haklarını geri almak için Sofya Millet Meclisini kuşattıklarında, başkent varoşlarından “Gorna Banya” tank kıtasından bir askeri araçla getirilen sıcak çayı plsastik bardakla ikram ederken aramıza girdi. Daha sonra kendisiyle yapılan görüşmelerde bu gerçeği ret etse de, olay budur.

Prof. İvanov’un iş hayatında Müslümanlar arasına sıcak çayla sızdı ve bir daha asla ayrılmadı.

Totalitarizm sonra B.C.’nin ilk demokratik Cumhurbaşkanı seçilen Jelü Jelev, ömründen 11 yılı eşinin köyünde sürgün olarak geçirirken çok aktifti. 1989 baharında ülkede onun öncülüğünde kurulan ilk demokratik Bulgar örgütlerine karşı rejimin çok sert tavır aldığında onun Sliven şehrinde gerçekleştirdiği bir görüşmeden sonra tutuklanma tehlikesi belirdi. O zaman o yerlilerden fotocu Vılçev’in eline sığındı. Çingene kökenli olan Vılçev “Yukarı Mahale“de kalıyordu ve geleceğin Bulgar devlet başkanını birkaç gün gizledi ve misafir etti. Bu sıkıntılı günlerinde o, fotocunun ortanca oğulu olan ve yazdığı şiir ve romanlarla birkaç kez ödül alan genç yazar Georgi Paruşev’le tanıştı. İstidatlı kalem, aslında bir bilim adamı olan Jelev’i etkiledi. 1992’de Bulgar Türk, Rom ve Pomaklarının da oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yönettiği makamda bir “Azınlıklar Komisyonu” kurulmasına karar verdi. Yazar G. Paruşev’i bu göreve atamak üzere Sofya’ya davet etti. Ne yazık ki, Paruşev’in bu yüksek makamda çalışması nasip olmadı. Çünkü görevi, bir fizikçi olan Cumhurbaşkanı yardımcısının ısrarı üzerine SSCB’de uzmanlaşmış bir nükleer fizikçi olan M. İvanov aldı.

Artık adının önüne Prof. unvanı da takan ama ne profösörü olduğu bilinmeyen bu zat, saflarımıza bir meydan çaycısı olarak katılmış olmasına rağmen, son 25 yılda ve Bulgaristan etnik azınlıklarından sorumlu en yüksek makamlarda görev aldı. Bu arada 8 yıl Cumhurbaşkanı J. Jelev’in danışmanlığını yaparken, Türklere, Pomaklara ve Çingene köklü Müslümanlara hiç bir konuda hiç bir taviz verdirmedi. Daha sonra B.C. Bakanlar Kurulu’na bağlı “Etnik Sorunlar Ajansı“na geçti. Orada da başkandı. Biçip kesen oydu. Bir on sene de orada demlendi. Bugün artık kart vizitinde Prof. İvanov yazıyor. A. (Dönek) ile de can ciğer dost oldular. O, görev başında bulunduğu sürede özgün Türkçülüğüyle bilinen Bulgaristan Türkleri arasından öncülere “sen faşistsin” deyecek kadar kendinde güç buldu.

Artık sırtında çok ağırlaşan Türk ve İslam düşmanlığı yükünü taşırken iki baston kullanan Prof. İvanov’ün “nükller fizikçi” kimliğinden “etnik sorunlar profesörlüğüne” sıçraması aydın kesimin dikkatini çektı. 25 yıldan beri yerinden bir milimetre kımıldamayan Bulgaristan etnik azınlık sorunlarının devamlı tökezlemesinde ve hiç birinin asla çözülmemesinde orta direk rolü gören bu “bilim adamı”nı yakın takipten çıkan sonuçlar çok ilginçtir.

Bulgaristan Türklerinin şanlı 1989 Mayıs ayaklanmasından sonra, yıllar yılı “soya dönüş”, “Bulgaristan’da Türk yok”, “Bulgarlaştırma” , “asimilasiyon” ve “eritme” şekillerinde gelişen totaliter zulüm politikalarının hiç bir sonuç vermediğini gören resmi makamlar, Bulgar Bilimler Akademisi’nde Türkleri ve Türlüğü Kökünden Yok edebilme konusunda bir gizli konferans düzenlemiştir. Bu konferansa katılan genç “bilim adamı” M. İvanov konudan esinlenerek BKP Merkez Komitesi’ne bir “Türk Problemine Çözüm” raporu sundu.

Bu tezde Bulgaristan Türkleri “su” yani “H2O” olarak ele alınmıştı. İvanov’un H2O formülünde (H2) Türklük (O) ise Müslümanlık olarak ele alınıyordu.

O birkaç çözüm üzerinde dururken, birinci çözüm olarak, Meriç ırmağı örneği, Türkiye Cumhuriyeti’ne “akıtılmalarını” önerdi. (Bu öneri, Bulgaristan Türkleri meseleleri konusunda sözüm ona hapislik yıllarıbnda iyice ihtisas sahibi olan A. (Dönek) in önerisine tersti. A. (Dönek) iç göç, M. İvanov ise dış göç önerdi. İki tezin kesişme noktası Türklerin mutlaka göç ettirilmesiydi.)

İkinci çözüm olarak da, aynen şunlar yazdı:

“Hani, kavurucu sıcak yaz günlerinde üç-beş tane buz küpünü meşrubat bardağına atıp, öyle içeriz ya; işte o buzlardan birini trilyon ve trilyonlarca derecelik sıcaklıkta ısıtırsak acaba neler olur? (Bunun anlamı Türk ve Müslümanlara değişik biçimlerde zulmü daha da arttırsaktır.)

“Cevabımız bellidir; tabii ki buz, önce su, daha sonra da buhar haline geçer, havaya karışır, gözden kaybolur gider. Ancak bu olaya, atom altı seviyesinden, yani daha da derinden baktığımızda acaba nelerle karşılaşırız?

“Buz önce su, daha sonra buhar haline geçtikten sonra, bu buharı kapalı bir kapta daha da ısıtırsak, bu kez buhar moleküllerinin birbirinden koptuğu görecektik, yani (H2) ile (O) birbirinden bir daha birleşmemek üzere ayrılacaktır. Yeni durumda, karşımıza, ayrı hidrojen ve ayrı oksijen gazı olarak çıkacaktır.”

M. İvanov tarafından Türklerin ruhunu parçalama formülü olarak ilgililere sunulan bu “buluş”, onu hem Prof. yaptı hem de 25 yıl çalışmadan yedirdi içirdi.

Ne var ki, yine aynı dönemi içine alan son 25 yıldan beri aynı kör sofrada yeyip içen A. (Dönek), İvanov’un formülüne göz koydu. Dikkatinizi çektiyse, o 19 Ocak 2013 günü Sofya NDK 9. Salonda toplanan HÖH / DPS 8. Kurultay kürsüsünden Oktay Yenimehmedov tarafından itilirken, tam (H2) – hidrojenin yani Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Türklük elektrik enerjisine çevrilerek yoklara edilmesi tezini okumaya çalışıyordu. Okuyamadı, çünkü okutmadılar. Ruh hastası oldu. M. İvanov da iki bastona tutunmuş, zor adım atıyor. Bu işin içinde bir iş, Türklerin sihirinde büğücülük var.

Nerden nereye. Bunların derdi hep biziz. Bu gidişle boş işler ikisinin de başını iyice yiyecek. Ne de yapsalar: Ol! Demeden OLMUYOR. Hayırlı olsun!

Reklamlar