OSMAN BULBUL Osman BÜLBÜL

Konu: “Omuzlarda taşınacak lider arıyoruz.”

Alt başlığı tırnak içine aldım, çünkü orijinali Mümin Topçu’ ya aittir.

Armudun altında peykede oturmuş, önümdeki bilgisayarda okunacak bir şeyler ararken, dört adım önümdeki domateslerin kızarmasını izliyordum. İlaçlanmayınca domatesliğimde dolaşan kör sinekler gibi, kafamda DOST da “bombaş” gibi bir saplantı belirdi. Kafama nasıl ve nereden girdiğini bilemediğimden, “Çık git!” da diyemiyordum. Mümin Topçu kardeşim bu sabah burnumun önüne diktiği yazısında:

Son aylarda, sanki Bulgaristan’daki Türk topluluğu ve buna bağlı Göçmen Diasporasında güçlü bir fırtına öncesi sessizlik hâkim.

Belki de, bunu hala herkesin taptığı ve omuzlarda taşınacak bir liderimizin belirlenmemesine bağlamalıyız. Demiş ve hastalığımıza ne güzel teçhiz koymuş!

İnanır mısınız bilmem, bu satırları okuyunca, kafamdaki rahatsız edici o vızıltı birden bire kayboldu. Sanki GÜN doğdu. Kafam aydınlandı yeni bir ışık doğdu.

Bu defa da kendi kendime kızdım. Çünkü bu cümleyi günler önce, aylar önce, yıllar önce yazabilirdim. “Onun bunun hatırı! Ama ne derler? Yazsam mı yazmasam mı?” gevezeliğine hep yenik düştüm. Tebrik ederim Mümin Bey.

Yazımın başında, Bulgarcadan çalarak, hepimizin kullandığımız BOMBAŞ’ı taktım. Çünkü hakikatten durum bombaş.

Daha önce de yazmıştım, ben bir ziraat mühendisiyim. Akademimizde konservecilik ayrı bir bölümdü. Bulgaristan Türk ailelerinde kışlık hazırlanırken doldurulup kapakları sıkılmış kavanozlar kaynatıldıktan sonra kapak üstüne tırnak ucuyla hafiften vurulduğunda bön bön ses verirse, bombaşlamıştır. Yani kavanoz içindeki malzeme kaynamış, fermantasyon (mayalanma) süreci başlamıştır. Anında yenmezse, küflenir, konserve zehri insan hayatına mal olabilir. Bu kuralı insanlarımız iyi bilir ve titiz uygulardı.

Sözün özü, konserve yaparken gözümüz ve kulağımız açık olurdu.

Ekşimiş malzemeyi kurtarabilmenin mümkün atı olmadığını herkes bilirdi. Şöyle yani bir kavanozun ekşidiği tespit edildiğinde içindeki malzeme kullanılmaz, başka bir kavanozda kapayıp bir daha kaynatma olayı yoktu.

Bombaş” olayı siyasi hayatımızda da var. Bulgaristan’da eski günlerden komünist partisi bu konuda da çok titizdi. Bombaş olayı yaşamayayım diye, değil eski sosyal demokrat, radikal ve liberallerden, Çiftçi Birliği’nden bile komünist partisine kadro almazdı.

Bir Türk dostu olarak tanıdığım TV sunucusu, daha sonra Sofya Meclisi Başkan yardımcısı seçilen Asen Agov bile çok ısrar etmesine karşın komünistlerin arasına girememişti. Çünkü aşırı sol, terör estiren kanattan olan ve 16 Nisan 1925’te, Çar III. Boris’i öldürmek için Sofya “Tsveta Nedelya” kilisesinin çatısında bomba patlatan dedesiydi. Aksini kimse aklından geçiremezdi. Bu işler 1990’dan sonra bizde birden bire karıştı. 1990’da Komünist Partisi ajanları Demokratik Güçler Birliği’ne geçti. Birkaç senede bizdeki demokrasi kavgası “bombaş” oldu.

Bombaş” olayı, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) bacasını daha 4 Ocak 1990’da Ahmet Doğan Genel Başkan seçildiği an sardı. Giderek bütün parti bombaş oldu. O zamandan beri aynı mayayla yeni parti kurmaya çalışanların hiç biri (Osman Oktay, Güner Tahir, Kasim Dal, Korman İsmailov vb.) başarılı olamadılar. Çünkü insanlarımız mayanın kaynamış olduğunu biliyor ve bilinçli yanaşmadılar. 2016’da aynı olayı Lütfi Mestan örneğinde de yaşıyoruz. O ve arkadaşlarının hem bombaş hem de küflü olduğunu, HÖH kavanozundan taştığını bilmeyen yok. HÖH kavanozunun dışı reklâm etiketiyle yapıştırılmış ve içindeki küf görünmüyor.

Viyana’dan bakıldığında, sanki Bulgaristan’da bütün hayat baştanbaşa kaynamış.

Hayallerimde bazen kendimi mantar tarlarında buluyorum. Mantara basacağım diye korkuyorum. Yanlış yapmaya hakkımız yok. Bizim nesil gidiyor. Arkadan gelenler bu bilince zor varır. İliksiz damarsız bir hayat yaşıyoruz. Bize katliam yapıldığını dünyaya duyuramadık. Bu işte Ahmet Doğan’ı kullandılar, “Multi Grubu” kullandılar, bizi memleketten kovdular vs vs ve üstün geldiler itiraf etmeliyiz.

Mestan, Bursa, İzmir, İzmit’ten “Belene” mağdurlarını toplamış, Kırcaali ilinde şehit kabirlerine çelenk koydular. Kuzeyliler nerede. Ne hakkın var seni birbirimizden ayırmaya. Hani bir bütündük???

İstanbul’da 240 bin kardeşimiz yaşıyor. Onlardan gelen olmamış neden. İstanbul dernekleriyle ilişkide bulunmaktan neden korkuyorsunuz!?

İstanbu’da BULTÜRK Türklük kalesi değil mi? Yoksa dışardan akıl kabul etmiyor musunuz?

Sayın Mestan, bazen düşünüyorum da siz paralel bombaş kavanoz gibisiniz. 31 Ağustos 2016 sabahı “Nova” TV sabah yayınında, siz çıkmazdan önce Filibe (Plovdiv) Yeni Mahale’den (Stolipenovo) belediye meclisi üyesi bir kardeşimizle söyleşi vardı. Bulgarcasının yetersizliğiyle alay ettiler. 8 yıl eğitimin zorunlu olduğu bir ülkede kişisel cahillikle alay etmek, suçtur. Çünkü bu işten devlet sorumludur. Devlet işini yapmamıştır. Bu devletin en yüksek eğitim korumu olan Halk Meclisi Eğitim Komisyonu üyesi olansa SİZDİNİZ!

Viyana’da bir Bulgar Kültür Evi var. Bazen uğradığım oluyor. Son defa komşu masada pasta yiyenlerin ikili sohbetine kulak misafiri oldum.

  • Kardeşim, büyük başarı elde ettik son dönem, Türkler artık dilekçe yazamaz olmuşlar, yazmaları okumaları ise sıfır. Diye sevinerek anlatıyordu biri ve onu dinleyen bıyıklı cevap verdi.
  • Bu defa dayanamayacaklar, cahil olduklarını yüzlerine vura vura hepsini devletimizden söküp atacağız ve kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp gidecekler.
  • Zaten hedef de bu! Milliyetçilerimiz kenetlendikçe, onlara bu topraklar dar gelecek. Mezar taşlarını da yükleyelim giderken sırtlarına…

Biz yüzde yüz hoşgörüsüz bir toplumda yaşıyoruz. Ortam “bombaş” ve uyanamıyoruz. 2015 ve 2016’da Bulgaristan’da uyanan tek siyasi güç var: Türk ve İslam düşmanı Bulgar milliyetçili–sözde “Yurtsever Cephe” (PF) formülüyle kök saldılar ve eski faşist ve aşırı milliyetçi kaynaklara kadar erişti artık kökleri. Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) adıyla ayakta duran, eski kanlı komitelerin varisleriyle kaynaştılar ve bugün GERB hükümetini istedikleri gibi ırgalıyorlar. Meclise sundukları yasa önerilerinin hepsi Müslümanlara karşıdır ve hepsi de onaylanıp geçmiştir. Olay budur.

31 Ağustos 2016 sabahı TV’de bilgiçlik taslayan Mestan, karar alacağız, gösterirsek, göstereceğimiz aday NATO-cu olacak, ama NATO’cu olup da Avrupa Birliği’nin Rusya’ya karşı ambargonun kaldırılmasını isterse, olmaz, desteklemeyiz, Kırım’da ilhakına karşı çıkmazsa gene olmaz diye anlattıkça anlatıyor.

Be kardeşim, sana mı kaldı NATO-culuk!?

2004’te NATO bize geldi de ne oldu? Çocuklarımıza bir okul mu açtı. Bir camimizi mi onardı. Yetimlere nafaka mı dağıttı. Kaç işyeri açtı….?

NATO ve FETO’cularla TBMM’ni bombaladı. Sen bunu duymadın mı?

Türkiye’de askeri darbe kışkırtıp Cumhuriyetimizi, devrimimizi, özgürlüklerimizi kör kuyuya gömmeyi denemedi mi? Cumhurbaşkanımızı öldürmek istemediler mi? Bizi vatansız bırakmayı denemediler mi? NATO-FETO uçakları TBMM’ni bombalarken NATO İspanya genel merkezinden, Hollan’da ve Brüksek Genel Kurmaylıklarından, Avrupa’da konuşlanmış tüm NATO savaş uçaklarına: “Alarm! Havalanın ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurtarın. Darbe denemesi var, çökertin!” Emri geldi mi? Gelmedi. Eeee daha ne bekliyorsunuz.

Öyleyse neme gerek benim NATO? Mestan kardeş tuttuğun işlerin hepsi birer “bombaş.” Altın apoletliler “Geçmiş Olsun!” bile diyemediler-demediler kaç gün…

Evet, yaşlı Belenecileri Bulgaristan’a taşımak ve mezarlıklara kuru çiçek taşıtman da “bombaş”. Bizim şehitlerimiz kuru çiçek çelengi istemez. Onlara bir Fatiha yeter. Gönüllerinden en güzel çiçekler en güzel renklerle zaten açmış ve en nefis kokular saçıyor. Bulgar milliyetçilerin derdi bu renkleri yeni kuşağımıza göstermemek, kokularını koklatmamak, bizi bakar kör ve eşek kulaklı sağır durumunda uyurgezer duruma getirmektir.

Türkiye savunuculuğuna gelince!

Yakışmıyor be kardeşim. Şu “Osmanlı Bulgarlara Soykırım yaptı Bildirisini” imzalamasaydın, neyse ne… Ama yanlışların bir değil, iki değil. Her adımda maine basıyorsun, her işin “bombaş.” Üstüne insan ayırımı da yapıyorsun… Yakışmıyor…

Kızını Türkiye’ye vereli, bakıyorum Türkiye’yi savunmaya başlamışsın. Darbecilerin 240 tank, 45 uçak, 3 savaş gemisi, 35 helikopter kullandığını anlatırken, 260 şehidimizi, 2500 yaralımızı unutuyorsun. Devletimiz yıkılmak istendi onu da unutuyorsun.

Türkiye’yi yaşayamayan, 60 yaşına kadar sevememiş bir kişi, birden bire sevemez. Olmuyor be kardeş.

Türkiye yeni doğmuş dikensiz bir kirpi yavrusu değildir. Binlerce yıl tarihte geçmişinde dikenleri çelikleşmiş bir devlet ve medeniyettir. Bunu anlamak, birde sevmek kolay olmaz. Hani camiye gidenlerin günahlarının birden bağışlanmadığı gibi bir şeydir bu.  Bu işiniz de “bombaş”.

Sonra şu iş de var, o kadar tutuklu, bu kadar yargılanmış, edebiyatında da zayıfsın. Beklenen cevabı veremedin. Büyük ağaç budanınca yere düşen dallar bol olur. Bunların arasında kurusu yaşı olur, ama birkaç dalı kesilen ağaç kurumaz. Yenileri çıkar ve ağaç daha gür ve güçlü olur.

Şöyle de bir gerçek var.

Olaylar hiç de sizin Ankara’da anlattığınız gibi değil.

Alfa Rıçars” sosyolojik araştırma şirketi, “Seçimler bu gün olursa hangi partinin Cumhurbaşkanı adayına oy verirsin? “ sorusuyla bir anket düzenledi. “Oyumu DOST partisine vereceğim” diyenler % 0.5. Bende düşündüm kaldım. Konuşuyoruz, anlatıyoruz, yazıyoruz, yayınlıyoruz, diyorsunuz fakat herkes bildiğini okuyor ve kavanozun “bombaş” olmasından korksanız iyi olur.

Tarihten de söz ettiniz TV programında. Bana öyle geldi ki, sanki bizim özlenmeyecek bir tarihimiz var. Hayır. Bizim Bulgar halkıyla ortak bir tarihimiz var. Bu asla unutulmamalıdır. Tarihinden korkan yarına gidemez. Tarihe şefaf bakmalıyız.

Biz hep geçmişimizi özleriz, nedeni de geleceği özlemek imkânsız olduğu içindir.

Özlemek nasıl bir şeydir bilir misiniz…!?

Geçmiş mum ve bugünse kibrit.

Bir an gelir. Yakan da biter yanan da… Ama bitmemelidir.

Geçmişin ışığı loş da olsa sönmemelidir.

Ben yakında yeniden alevleneceğimize inanıyorum.

Omuzlarda taşınacak lider istiyoruz!” bu boş ses değildir.

Yazan, kitle uğultusunu okuyabilmiş. Fırtına öncesinde olduğumuza işaret ediyor.

Kibriti kuru tutalım. Kış geliyor, kavanozları “bombaş” yapmadan kaynatalım.

Bu işler ne yaş kibritle ve ne de eski ateşte olur, yeni ateş yakmaya davet var havada!

Neyi mi özlüyorum?

Halkımın uyanışını özlemişim, orak biçerken testiden su içmek gibi….

Onun yaptığı her şeyin erdemli ve doğru olduğuna inanıyorum;

Halkımın ter kokusunu özlemişim. Katranlı ellerle çörek yemeyi, ekşi ayran içmeyi, gül demedi derlemeyi.

O her şeyin ayarını bilen, aşırılık yapmayan, hata ya da suç nedir bilmeyen halkımla beraber olmayı özlemişim…

Üzgünüm!

Mezar taşlarını okuyup kuru toprağı sulayanlar.

Bu memlekete baştanbaşa Barış Dikenleri dikelim.

Aydınlık yüzler görmek istiyorum.

Torunum “Dede sen ömrünün yarısında ne yaptın?” diye sorduğunda cevap veremiyorum. “Main tarlasındaydım evladım, mantara bastım” mı diyeyim?

Konserve kaynattım hepsi “bombaş” çıktı mı!?

HÖH için ister zehirli mantar ister “bombaş” konserve deyin, ikisi de kabulüm.

Halkımız “bombaş” kapağın açılıp içindeki malzemenin yeni kavanoza koyulmayacağını çok iyi bilir.

2016 olayları karşısında yerimizde durduk, derin dondurucuya atılmış gibi donduk kaldık.

Bombaş” biri lider olsun diye beklemedik.

Saban değişir, öküz değişir, toprak bizimdir!” dememiş mi dedelerimiz.

Başkasının gölünde büyük balık olmak çok zor!

Derin bir nefret var bizim toplumda.

Barış Dikeni dikelim tüm memletimize!

Kitap okumak da istemiyorum artık. Yaşayanı değil, ölü olanları yansıtıyor kitaplar.

Bazen özgürlük de istemiyorum. Ben yeni kavanozun “bombaş” olduğunu biliyorum.

Kızaran domateslerimi seyretmek de istemiyorum, çünkü bir adamın daha önce kapadığı kavanozların hepsi “bombaş” çıkmışsa, yenilerinin öyle olmayacağına garanti nerede, nedir, olabilir mi? Yok olamaz!

Hani bir şarkı vardı! Hani geldik gidiyoruz bilinmez bir diyara, eskiden mantar idik şimdi döndük bir hıyara, öyle bir şeyiz, işte biz de…? Baştan başa “bombaş”!!!

Viyana’da kaldığım yıllarım boşa geçmedi. Sabırla yazılmış eserlerde geleceği aradım.

Avrupa incisi İsviçre’nin, Fransız Devrimi satırından, Almanya’daki 30 yıl savaşlarından, 1918 Kasım Devriminden, İtalyan İsyanları’ndan kelle koltukta kaçanlar tarafından kurulduğu ustaca anlatılmış.

Biz gelenlerin memleketi değil, kalanların vatanıyız.

Buraya gelenler Evliyalar, Alperenler en derin kuytuluklarına, dere boylarına, en sarp kayaların gölgesine, doruk bellerine yerleşmişler. Bu insanlar aralarından kavga etmedikleri gibi kaynaşmayı adaleti öğretmişler.

Fransız Fransız, Alman Alman, İtralyan da İtalyan kalmış, gelen yeniler boşluk doldurmuşlar. İsviçreli olmaları aralarında tek döşek harman olmuş ve asırlarca ateşlerden kaçarak öylece kalakalsalar da eski kıtanın incisi olabilmişler.

Orda eşitliğin eğitimden kaynaklandığını dinledim. Bir okulda Fransızca, İtalyanca ve Almanca eğitim verilirken, ortak dil olarak yerli dili ve İngilizceyi de programa aldıklarını gördüğümde, “aman ne oluyor?” demeden kendimi alamadım. Kimsenin mutlaka bir şeyi öğrenmesi zorunluluğu diye bir şey yok. Trabzon’lu Saliz Ozcan’la tanıştım, oğlu liseyi âlâ ile bitirince, Papa Muhafız Alayı’na almışlar. Eğitimde eşitlik, eşit adalete açılan bir yol,  büyük olay. Bizde, kafamıza Türkçe bir şeyler girecek de Milliyetçiliğimiz canlanacak diye korkan Bulgarlar tiril tiril titriyor. Ne tuhaf değil mi…?

Omuzlarda taşınacak lider arıyoruz!

Derken, koskoca Sofya’da davaya girip dava kazanacak bir Türk avukat olmamasına üzülüyorum. 1973’te Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanan Georgi Paruşev adında bir tanıdığım var. Kazanmış olmasına rağmen girip okuyamamıştı. Yazılmaya babasıyla beraber gelmişti Slivne’den, “Olmaz!” demişler. BKP MK’ne git, orada Çingenelerden sorumlu Kolev var, bize telefon etsin, o zaman olur, demişlerdi. Babası gitti, anlattı, yakındı, aldı cevap şu oldu: “Bizden hukukçu yetişmesini istemiyorlar, çünkü haklarımızı savunuruz diye korkuyorlar!” O sebepten ben sana yardım edemem, onlar sana öyle söylüyorlar amma bana da verme diyorlar, işte gerçek bu.

Bu kavanoz daha o zamandan “bombaş”.

Büyük İşleri Yalnız Büyük Milletler Yapar.

En derin sevgi ve saygılarımızla,

Reklamlar