NERİMAN ERALP Neriman ERALP

Konu:  Bayram Şekeri.

 

Yazımı, yakınlarımla Bayramlaştıktan ve hayır dualarını aldıktan sonra, en iyi dileklerimle sizi kutlamak niyetiyle kaleme alıyorum.

Biliyorum, şu an yüz yüze olsak, sizin bana söyleyeceğiniz ikinci cümle “Nerimancığım, her şey çok güzelde, mazi kalbimizde bir yara, savmıyor!” diyeceksiniz. Kimin öyle değil ki! Öyle olmasına rağmen, ben yine dertleşsek, derdimiz azalır, gönlümüz açılır ve aynı ufka bakarız, açılırız diyorum.

Bölünmeden birleşmek diye bir şey yok bu dünyada. Her yerde buram buram kardeşlik olsun! Adı da özgürlük olsun, demek kolay. Fakat her beraber söyleyebileceğimiz şarkılarımız yok. Birilerimiz hep yerinde durdukça, birlikte yürüdüğümüz yolumuz yok. Bu konuda, belki de  hepimiz aynı şeyi düşündüğümüz için birleşmemiz gerek.

Bu sabah, Bayram Postamla, Tuna Boyu kalelerimizden, şair Naim Bakov’tan bir

BAYRAM ŞİİRİ aldım. Tuna nehri gibi hep doludizgin dökülen, bölünmeden birleşmek konusunu işleyen, halk ozanımız bakın ne demiş Bayram Sabahında:

 

Nedir Bayram? Gönüllerin bahçesi, sevilen adıdır!

Müslüman kardeşlerin tadına vardığı yaşam tadıdır.

Küskünleri barıştırıp, huzura uçuran kanadıdır.

Kardeşler, kutsal bayramımız hepimize mübarek olsun!

 

Bugün sevgilerin yoğunlaştığı bir gündür dinimizde

Vedalaşmalıyız yıllarca beslediğimiz kinimizle

Her insanoğluna bir yudumluk gıda olsun sini’mizde.

Kardeşler, Kutsal Bayramımız hepimize mübarek olsun!

 

Aç gözlü olma sana da bana da pay vardır Kâinatta.

Bir lokma fazlası için sakın kardeşi ucuza satma

İblise aldırıp, eve beyinlerini cehenneme atma

Kardeşler, Kutsal Bayramınız hepimize mübarek olsun!

 

Naim der ki, bugün Bayramdır, sürtüşmeleri atmak gerek

Gerçek mutluluk olmalı ulaşmak istediğimiz erek

Gel, kardeşçe kucaklaşalım, budur yüreğimizdeki dilek.

Kardeşler, Kutsal Bayramımız hepimize mübarek olsun!

 

Bu şiir bir çağrıdır. Yaz aylarında dalgalanmadan akan Tuna’yı seyrederken dip dalgasının geldiğini ve kıyıları zorlayacağını hissetmişe benziyor. Bilmiyorum! Olabilir ya DOST rüzgârı belki esmemiştir Tuna boylarında.

 

Ne güzel dilekler: “bayram tadı”, “huzura uçuran kanat”, “vedalaşmalıyız yıllarca beslediğimiz kinimizle”, “her insanoğluna bir yudumluk gıda olsun sin’imizde”, “sakın kardeşi ucuza satma”, “eve beyinlerini cehenneme atma”, “kardeşçe kucaklaşalım” vb.

Bu emellerle senin ev ev, sokak sokak, köy köy gün be gece Tuna boyu köylerini, kaysı bloklarını dolaştığını, sinema salonlarında konuşmalar yaptığını, yazdıklarını yayınlayamadığını, hep içinden söylediğini ve artık bir köy çeşmesi gibi berraklığını şakıtarak durmadan aktığını biliyoruz ve seninle gurur duyuyoruz. Gönüllerin yeniden dolması zaman istiyor. İnsan kendi elleriyle diktiği fidanları sökmeye güç bulamıyor kendinde… Bu, dost kapısı çalmak gibi bir şey değil. Öyle sözle falan anlatmaya, yazmaya, paylaşmaya, tartışmaya ve içini döküp kurtulmaya da gelmiyor…

 

Sayın ağabeyim, su akmadan durulmaz, sizin oralarda kaysıların ikiye yarılmadan çekirdeğin çıkmadığı gibi. Bilirsin meyveden alınmayan çekirdek çürür, eksen bitmez. Hayatın kuralı bu…Ne yazık ki, büyük bir özlemle yaşanan ilk umutlarımızdan kopmak ve onlarla vedalaşmak zorundayız. Kaleminden düşen satırlardan, senin hissettiğini duyumsadığım o dip dalgası bu defa bağımsızlar hareketi gibi güç toplasa ve dal budak salmaya açılsa da, ortada bir de şu günlerde tescilini beklediğimiz bir DOST hareketi var. Bu harekette dikkatimizi çeken yetersizliğin idesel-siyasi olduğu yetmezmiş gibi, Türk kimliğimizin bir derinlik ve bütünlük olarak görülemeyişi, ilerlemek isteyenlerin büyük adımlarla hatta dev sıçramalı ilerlemek azminde olmaları şırlamaya başladı. DOST’cuların şu dönemde, kimden kopmak,  neyi olumsuzlamak istediğini anlamakta güçlük çekiyoruz. Bir yandan HÖH –DPS çotuğundan ayrılırken, öte yandan 2002’den beri yeniden filizlenme tohumları eken ve kendilerinin de görüşmelerimizde itiraf ettikleri ve bu yeni akımı hayata çağıran, başlatan sizlersiniz i dedikler ortadadır. BULTÜRK ve BGSAM, Bulgaristan Türkleri Yeni Edebiyatı Derneği, onlarca derneğin atılımını ret edip sahada yalnız kalmak istemeleri dikkat çekiyor. Bunu 1990’lı yıllarda Demokratik Lig başta olmak üzere 44 illegal ve yarı legal derneğin mücadelesinin bir kalemde çöpe atılmasında yaşadık. Yadsınmak istenen kökleri halkın bağrından gelen, ananelerine örülmüş, özgün kültürel özünü taşıyan öz titreşimlerdir. 1990’da yapıldığı gibi, Bulgaristanlı Müslümanların/ Türklerin Türkiye Türklüğünden, Dünya Türklüğünden ve Müslüman aleminden bir oluşturucu öğe, parça, özellikli nitelikleri olan bir etnik-topluluk olduğunu ret ettiğiniz gibi, eski yanlışları bir daha yaparsınız, aynı kuyuya (tuzak) bir daha düşeriz. “Bizim ancak parası olanlar işimiz olur!” zihniyeti demlenmeye başlıyor. İnsan bir tutam tuz için bile kimin kapısını çalacağını bilmelidir. Oluşan tutuma işaret ediyorum. Tesadüf olan hiçbir şey yoktur. İlk anda yanlış kurulan saat sonuna kadar zamanı doğru göstermez. Bu gerçeği 1990’da HÖH kurulurken yaşamıştık. Çok acılar çektik. Çekiyoruz. Siyasi örgütlenmenin temeli sivil toplum örgütleridir. Paralılar dostluğunu HÖH’te yaşadık, halkımız aç kaldı, Avrupa’nın en sefilleri listesinde birinci yerdeyiz.

 

Sona eren Ramazan günlerimizde, ülkemizi ziyaret eden, Kırcaali yerlileriyle iftar sofrasına oturan, birlikte oluşumuzla gurur duyduğunu ifade eden, Rumelili değerli büyümüz, AK Parti milletvekili, Balkan medeniyeti havarilerinden, AK Parti dünya görüşünden esinlenerek Büyük Türkiye etki alanı mayalanmasına katılan, doktor, sağlık bakanı Sayın Mehmet Müezzinoğlu çok güzel bir konuşma yaptı. İşaret ettiği bazı hususlar bende farklı çağrışımlar uyandırdı.

 

Bir defa, biz, bu memleketin temel soylarından evlatlar olarak, ne nenelerimizden dedelerimizden, ne ana ve babalarımızdan, ne de hoca ve müftülerimizden, üstelik şair ve yazarlarımızdan Balkan’ın BAL ve KAN olarak ikiye bölündüğünü işitmedik. Bizim böyle bir rivayetimiz yoktur. Kültürel anlamda tam bir kopma ve durma hatta çökmeden geldiğimizi unutarak, “aramıza dışardan kimse gelip girmesin” gibi türkülerimiz varken, halk psikolojisi bahçesine taş atmak doğru olmaz. Bizim özlemimizdeki özgürlüktür. Özgürlük düşmanlıkları yenmiş bir durumdur. Bizde, Balkan’ın anlamı, bal gibi kan üreten memleketimizdir. Kuvvet kaynağımızdır. Konuşmanızda ismini geçirdiğiniz Hüseyin Bürge – Bayrampaşa milletvekilidir, ama biz Bulgaristanlı Müslüman/Türklerden biri olduğu, bizim yaşadığımız havayı koklamış biri olduğu, bizim özlemlerimizi yansıttığı ve onlara tercüman olduğu ve bu konuda söz sahibi olarak lanse edilmesi uygun olan biri olduğu kanısında değiliz.

 

Balkan ülkeleri Ramazan Kervanı serüveni başarılı bir girişim oldu diye, olayların Bulgaristan üzerinde somutlaştırıldığında her adımın isabetli ve yararlı olduğunu paylaşmıyoruz. Bu kervanla gelen sanatçının Kemallerde kırdığı potları ve bir halk topluluğu olarak işittiğimiz acı sözleri, ayarı dengelemek için verdiğimiz çabaları unutamadık. Aşırı milliyetçilerin uğultusu kulağımızdadır. Fikrimi biraz da aşağıdaki kıyaslamayla açmak istiyorum.

 

Biz oyun kurucu aşamasında tolerans döneminde bulunuyoruz. Aranan uyumun biçimini Kırcaali Kız Ansambllımız örneklemelerinde artık görüyoruz. Alevlerin birbirini kovalaması ateşi söndürmez. Eski ve yeni şairlerimiz ufuktaki yeniliklere anlam ve şekil verme gayretlerinde birleşmiştir. Yeni Bulgaristan Türkleri Edebiyatı doğuyor. Bizim kuşun kanadındaki sevdamızı onlar yaratacaktır. Biz bahçemizin yeşereceğine, baharın geleceğine inanıyoruz.

 

Sofya’da eski Büyükelçi Burcu oğlu Beyin ve İstanbul’da milletvekili Bürge’nin  HÖH’ten kopardıkları Kasım Dal dalının bir kap olduğunu, tutmadığını, filizlenemeyeceğini ve yeşeremeyeceğini görebilmeleri gerekirdi. Yenilenme rapor kayıtlarına geçmek için gelmez.  Şaşıyorum. Nasıl olur da bu kadar kısa görüşlü olunabilir. Besbelli ki, başka hedeflere hizmet ediliyor. En saf bir dille soruyorum: Halkımız “eski kötülüklerini ve kötü niyetlerini gizleyenlerle” kaynaşmak isteyebilir mi? Bunun kabul edilebilir bir yanı olabilir mi?  Hatır için iş yapmaktan vazgeçelim!!!!

 

Bulgar’da Osmanlı zamanında ciğer yakmış ve bir türlü savmamış bir anı var.

Roma’dan kalma ve Osmanlı döneminde de Rumeli’de Türk Bey atla giderken raya ancak eşek veya katır binebilirmiş. Bulgarlar, Osmanlıda raya sınıfından olduklarından,“biz ata binemedik” acısıyla yanarken, bize hep siteminde bulundular. Şimdi ne oluyor dersiniz? Sayın Bürge Bulgaristan konusunda Kasım Dal’la yol alamayınca, eşekten katıra binip, DOST’un iftar gecelerinde at mı arıyor? Yok kardeşim, yanlışlar çok oldu. Biz yeni bir tuzağa düşmek istemiyoruz! Düşemeyiz! Düşmeyeceğiz! Bulgarca bir fıkra var: “Her kurbağa göldeki yerini bilmelidir!” Savunduğumuz görüş asi duruşumuzdur.

—-

Birleşme konusuna gelince.

Parti saflarında birleşmek, iftar sofrasında buluşmaktan çok farklıdır. Her siyasi partinin idesel-siyası dünya görüşü nüvesi olmalıdır. Bu nüve bir atom reaktörünün kalbi gibi gece gündüz çarpmalı ve her gün yeniden doğan dünyamızın bizi ilgilendiren sorunlarını ince un değirmeninde öğütmelidir. Partiler kopya edilemez. Birbirinin aynısı olursa, birisi yıkılınca ikincisi de çöker. Particilik çok düşünen insanları yaşatmaz. Bu işte bir defa yanlış yapan yanar.  Halk her gün yeni bir şey işitmek ister. Yeni olanın geçmişi. esası ve geleceği olmalıdır. Bu olmadan olmaz. Bizim için başkası düşünürse olay birmiş demektir.

 

Bayramlar birleşme, af etme, kardeşçe kucaklaşma zamanıdır.

Bizim kucaklaşmamızı engelleyen kardeşin kardeşi ucuza sattığı, soy sülale, aile, etnik topluluk ahlakını bozduğu bir dönemin yaraları var. Bu yaralar iyi niyetle, af etmekle savacak türden değildir. Onlar bizim doğru yol bulmak için deneyim hazinemiz ve ilhak kaynağımızdır. “Çatışmaya girmemiş biri savaş taktiği üretemez” sözleri Atatürk’e aittir. Bulgaristan Türkleri üzerinden denemeler yapılmıştır. Bugün bize akıl vermek isteyenlerden hiç biri bunları açıklayamamıştır. Eski yenilgileri bilmeyenler yeni oyun kurucusu olamaz. Olsa bile sürekli yenilgi yaşar.

 

Bize karşı Moskova’da hazırlanan ve 1989’dan başlayarak bize karşı Ahmet Doğan eliyle başımıza örülen “Bulgar Etnik Modeli” kafesini söküp çöpe atmak için tam çeyrek asır uğraştık. Nicemiz vatansız, ailesiz, umutsuz kaldık.  Onu “saraya” kilitlediğimiz gün halkım nefes almaya başladı. Bugün plan yapıcı havasına girenlerin yeni tasarımlara imza atmaya niyetlenenlere, yazmazdan önce lütfen biraz da okuyun, öğüdü sağlık vermek istiyoruz.

 

Biz incitilmişiz. Bir halk topluluğunun incitilmiş, zulüm görmüş olması bir iki kişinin iyi niyetiyle, başarısıyla aşılamaz. Onurumuz ayaklar altına alınmış ve acısı savmamıştır. Artık aynı dolabın ya da dağın etrafında sürekli dolanmak istemiyoruz, çok aldatıldık, deneme tahtası olmaktan bıktık, yol almak istiyoruz.

 

Çok bölünmüşüz.

Yarımız orada yarımız burada

Analarımız yüz yıl ağladı

Ardı tuzak olacaksa,

Olmasın kardeşim.

Böyle bayram kutlu olmasın!

Reklamlar