Musa Musa VATANSEVER

En büyük öğretmen zamandır.

Amerikalı bilinen mizah yazarı Mark Twain (1835 – 1910) Hıristiyanların Yahudilerine için sevmediklerini ve onları yok etmek için uğraşmalarının sebeplerini uzun uzadıya analize koyulmuş. Hatta Cezayir, Avusturya, Rusya, Fransa’ya kadar gidip oralarda para sarf etmiş, zaman sarf etmiş ve ne öğrenmiş bilir misiniz?

 

Her ne zaman bir Hıristiyan ile bir Yahudi aynı sanat ve aynı ticaret ve yahut ta aynı meslekte birlikte çalışmış ve buluşmuşlar ise, Yahudi muvaffak olmuş, yani para kazanmış ve sonunda mesut ve bahtiyar olmuş. Hıristiyan her şeyini kaybetmiş, sonunda fakir ve zarurete düşmüş ve perişan olmuş yahut Yahudi kadar muvaffak olamamıştır. Buradadır işte Hıristiyan’ın Yahudi’ye garazı? Niçin Yahudi daha az gayret ve himmetle muvaffak olup zengin olsun da, Hıristiyan onun on misli çalıştığı halde, fakirlik ve zarurete düşsün? Demek ki rekabet, demek ki kıskançlık! Dünyada hasetten, kıskançlıktan kötü bir şey yoktur.

 

Fakat kıskançlık insan ile birlikte doğar, insanın hal ve zamanına göre elde ettiği başarıya eşit bir surette şiddet kazanır. Eğer şiddetli sebepler devam ederse, rakip onu yok etmek, yakmak, parçalamak, öldürmek gibi hiçbir şeyden çekinmez.

İkinci dünya savaşlarında toplama kamplarında Yahudilerin Naziler tarafından yakıldığını unutmayalım. Bu düşmanlığın parladığı anda insanın ağzından en kötü sözler çıkar. Helal kazanana hırsız, en barışçıl olana katıl, derler. Bu işin önü alınmaz.

 

Mesela, Bulgaristan sol milliyetçi, ırkçılarından “Ataka” partisi lideri Volen Siderov’un Sofya’da bir Çingene mitinginde, karşısında binlerce genci gördüğünde, soyu kuruyan ırkı karşısında onları kıskanmış olacak, “Biz sizden sabun yapacağız!” demişti. İsimlerimizin değiştirilmesi, kültürümüzün ezilmesi, medeniyetsiz bırakılmamıza yönelik çabalar, hep aynı kıskançlık illetinin meyveleridir. Bulsalar şimdi de bizde, bundan fazla bilemezsiniz, bundan fazla büyüyemezsiniz, bizden güzel şarkı söyleyemezsiniz vb kanunlar çıkarılacak da, dünyadan çekiniyorlar. Ötekileştirme, ikinci derece insan muamelesi gösterme, hor görme, iteleme, kakalama hep bu kıskançlığın devlet siyasetine dönüşmesinin meyveleridir.

 

Olayın başka bir boyutuna bakalım. Bulgaristan Türkleri Cihan Pehlivanı Koca Yusuf (1857 – 1898), Olimpiyat şampiyonu Lütfi Ahmedov, Dünya şampiyonu Hüseyin Mahmedov, Selvili Mehmet Pehlivan (1864), Halterde 3 defa olimpiyat şampiyonu olan Naim Süleymanoğulu ve Halterci Halil Mutlu ve daha nice kardeşimizin doğuştan ve yetişmekten gelen başarılarını kimseden gizlemediler. Bulgaristan için şampiyon olsalar da, Bulgarlar onları kıskandı. Onların içini kemiren kıskançlık kızıştırıla kışkırtıla düşmanlıklar doğdu. İsyanlar patlak verdi. Şehitler düştü.

 

Biz 280 bin ton tütün üreten Bulgaristan’ın tütüncüleriydik.

1 milyon 600 bin sığırı olan Bulgaristan’ın hayvan bakıcılarıydık.

Madencileri, yol, işçileri, ustaları, demircileri, şoförleri vs idik.

1989’da bankalardaki sıcak paranın üçte biri bizimdi ve kıskandılar. Saldırdılar. Hepsini almak istediler. Ayıp ettiler. Bizden çok olacaklar, bizden güçlü olacaklar diye kıskandılar. Ustalığımızı, sanatımızı, erbaplığımızı, yürekliliğimizi kıskandılar.

 

İnsanlar arasındaki kıskançlığın en kötü yönü aileler, köyler, topluluklar ve azınlıklar ya da azınlıklarla ulus arasına yayılması ve büyüyerek alevlenmesidir. 1989’da toplum arındı, kıskançlık temizlendi, artık demokraside kardeşçe yaşarız sandık. Yine olmadı.

Kıskançlık öyle bir şey ki, ayrık otu gibi, kurutsan da yok olmuyor, sanki bazı insanların ve ırkların kanında. Rekabet edeceğin adam olmayınca kazanan hep kendin olacaksın. Kendi gelin kendi güvey. Başka pehlivan olmadığı yerde hep başpehlivan!

 

Bugün biz bu kıskançlığı Bulgaristan Türk azınlığına karşı geliştirilen yüzkarası, çirken uygulamalarda hep görüyoruz. Hele anadilimiz Türkçemizi, hele mzgün kültürümüzü yasaklamakla Bulgar ayıp etti. İnsan kıskançlığının sınırı olmadığına dünya halklarına numune örnek oldu.

 

Okullarımızın, derneklerimizin, sivil toplum örgütlerimizin yasaklanmış olması yüreğimizde çok derin bir yara açtı. 1934’te 5689 ilkokulumuz vardı. Çocuklar arı gibiydi. Eğitim anadilimizde, öz kültürümüze göre, kendi edebiyat ve kitabımızla veriliyordu. Kendi yağımızla kendimiz kavruluyorduk. Devletten fazla yardım istemeden geçinip gidiyorduk.

Şimdi her şey anayasaya, yasala bağlandı. Özel Türk okulları açma yolumuz kapandı. Türk düşmanlığı bir asırdan beri en yüksek doruğunu şimdi yaptı. Etniklere yapılan manevi baskılar anlatılacak gibi değil. Bir taraftan yasaklar, öte yandan maddi yetersizlik, çocukların yarısı kör cahil kalıyor, memleketimizin ilerleme kapıları otomatik olarak kapanıyor. Dünyayı erebilmemiz tamamen olanaksızlaşacak gibi…

 

1980 yıllarda hepimize yapılan zulmüme karşı aramızda örgütlenerek başkaldırmamız, kendilerini Türk ve Müslüman düşmanlığına bileyenlere çok ağır geldi. “Büyük Göçle” bizden kurtulmak istediler. Aslında insanımızın karanlıktan çıkıp gidip Türkiye’mizi görmesi, Türk dünyasına dalıp çıkması iyi oldu. Yeni kuşağımız Türklük aleminde Türkçe nefes alarak göz açtı.

 

Bizi bitirdik diye düşünenler oldu. Bir Türk’ün bin düşmana yetiğini unutmuşlardı sanki. Ellerinde olsa Türkçe rüya görmemizi, Türkçe sevişmemizi yasaklayacaklar. Seçim mitinglerimizde anadilimizde aydınlatıcı bilgi vermek yasaklandı. Kendi insanlarımızda kendi yöntemlerimizle propaganda yapmamız yasaklanmış olmasına karşın, yine hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de aynı sandıkta buluşmamız birçoklarını deli divane etti. Aynı kökten gelmemiz, aynı dilde konuşmamız, aynı kültürün taşıyıcıları olarak aynı yolun yolcusu olmamız birbirimizi kolay bulmamıza yardımcı oluyor. Soyumuzda kardeşlik kokusu var.

 

Son yıllarda bizi tuzağa düşürüp birkaç partiye bölebildiler. Bütün devlet ve kamu araçlarıyla aramıza nifak sokmak istediler, istiyorlar. Buna rağmen biz aynı ezgiden gelen, aynı havayı soluyan, aynı emellerle yaşayanlar olarak her zaman gönül birliği yapmayı bildik. Hele burada İstanbul’da BULTÜRK gibi derneklerin yönetimi altında fesatlığı yerin yedi kat dibine gömdük ve yeni Türkiye ruhundan bir parça olduk.

 

Fakat bizi burada da kıskananların kıskanmaya devam ettiğini biliyoruz. Bu seçimlerde 620 bin oyla bütün Bulgar seçim sandıklarını patlatmaya niyetliydik. Bizim ardımızdan bizim hakkımızda karar almanın, insan haklarımızı kısıtlamanın ne olduğunu gösterecektik de, ucuz kurtuldular. Kimse memleketimizi babasının mülkü sanmasın. Her karış toprağımız burnumuzda tütüyor.

 

Fitnecileri en fazla kıskandıran yeni olaylar var ve olacak. Bu seçimde Türkiye Cumhuriyeti’nde propaganda bildirilerimizi anadilimizde yazıp dağıtmamız, kapılara, direklere, duvarlara boy boy asmamız, yüksek sesli okumamız, kahvelerde doya doya tartışmamız hepsini kudurttu. Yarın öbür gün bizim de TV programlarımız, radyo yayınlarımız, günlük gazete ve aylık dergilerimiz olacak. İnternet yayınlarımız daha büyük kitleye ulaşacak. Yüzlerce binlerce genç kadro yetiştireceğiz. Onların kıskançlığı patlayacak ve hepsini kendi dünyalarında yok edecektir. Anadilimizin bizi birbirimize sımsıkı bağlayan en güçlü araç olduklarından kıskançlıktan hepsinin içleri kaynıyor. Halkımız derneklere inanmaya başladı, demokratik yaşam biçimini benimsiyor.

 

Bulgar ırkının bizi öteden beri içine sığmayacak bir şekilde kıskanması nedenlerinden birine daha değinmek istiyorum. Memleketimde Türkleri Türkiye’yi seviyorlar diye kıskanıyor ve hor görüyorlar. Devlet insanların kişisel duygularını, arzularını, fikirlerini karar almasını, özgür olmasını güvence altına alamıyor. Türklerin Türk olarak yaşaması tehlike altında bulunuyor. Kişisel özgürlüğün hor görülmesi endişe yaratıyor. Türk kimliğinin kıskanılması, Müslüman hayat tarzına haset duyulması demokratik ve özgür toplum koşullarında kabul edilebilir bir ihtimal değildir. Kişiliğimiz, özgür yaşam tarzımız, özgün kültürümüz, dil ve dinimiz yasalarla garanti altına alınmalı ve özendirilmelidir. Toplum değişiklikler kaydedebilir fakat etniklerin hak ve özgürlükleri öz ve biçim olarak her zaman ve her yerde korunmalıdır.

 

Şu da var. Biz çok geniş bir bakı açısında kıskanılıyoruz. Türkiye’yi kıskananlar Bulgaristanlı Türkleri de kıskanıyorlar. Türkiye’yi lanetleyenler bizi de lanetliyorlar.

Nasıl olur da Buhara ve Semerkand’dan Batıya göç eden Asyalı muhacir bir millet, Batıya nispeten bilim, olgunluk ve kemalden yoksun bir millet, Anadolu gibi medeniyetin beşiğine sahip olur ve onu keyfine göre idare eder ve bugün Artık Büyük Türkiye hamlesiyle bölgesel büyük güç olsun? Bu bizi kıskananların kalbinde her gün bir az daha büyüyen bir tümördür.

 

Atalarımızın sahip olduğu nasıl bir medeniyetler beşiği? Onu hiçbir Türk asırlarca tanımak, anlamak, öğrenmek istememiş, hatta ehemmiyet bile atfetmemiştir. Biz bu kadar büyük bir milletiz. Altın akçe üstüne bassak eğilip kaldırmayız. Sizi temin ederim ki, Türkiye büyük bir devlet derecesine ulaştıüında yani bütün Cezayir, Tunus, Trablus, Mısır, Sudan, Zebla, Yemen, Hicaz, Suriye, Irak, Arnavutluk, Karadağ, Kafkasya, Don, Kırım, Pasarabya, Eflak, Boğdan, Transilvanya, Batı Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Adalar ve Anadoluya hükmettiği yüzyıllarda hiçbir mezar taşı, abide, dikili taş yıkmamış, kesmemiş, kimsenin yaşam tarzını, dilini, dinini ve kültürünü değiştirmemiştir. Hepsini harmanlayıp yepyeni bir kardeşlik medeniyeti yaratmıştır. Bu kıskanılmasın da ne kıskanılsın? Zaman gelip Türklüğün birlik ve beraberlik yuvasından uçan 56 boy, soy ve millet ve onların kurduğu 44 devlet artık eski gümleri arıyor. Son dönemde birbirine düşürüldüler. Tuzaklardan kurtulmak için savaşıyorlar. Türkiye’yi arıyorlar. Hepsinin gözleri Türklükte ve Türkiye’dedir. Başka bir değişle, Türklüğü ve Türkiye’yi kıskananlar Türk halkına büyük bir hasret besliyorlar.

 

Büyün dünya bunalımlar pençesinde kıvranırken 4 milyon savaş kaçağı, sığınmacı ve göçmene ev sahipliği yapmak her halkın ve devletin harcı değildir. Yalnız Bulgarlar değil, bütün Avrupa bizi kıskanıyor.

 

İşte Bulgaristan. Kıskançlıktan çatlayıp patlıyorlar. 3 bin sığınmacıya bakamadılar. Uyuzlu isyancılar polis çatıştı. Kapı çalanı kovmak için sığınmacı kadın ve kızlara, gebe kadınlara ve çocuklu analara karşı olduklarını beyan edenlere binlerce bayrak, dünya seslerini duysun diye davul ve düdükler, borazanlık yapsınlar diye özel aletler dağıtılıyor. Sanki karga kovalıyorlar. Memleketleri bombalanan, evleri yakılan, tarlaları tanklarla ezilen, kuyularına zehir atılan insanların yaşama hakkını savunma yürekliliğini cesaretini kıskananlar, birbirlerini davul ve düdüklerle yüreklendirip yiğitlik taslıyorlar.

 

Dili, dini, kültürü, medeniyeti bilinmeyen insanları düdükle yönetmek ne anlama gelir?

Bulgar ulusunun ve devletinin diğer etnikleri, göçmenleri, sığınmacıları, savaş kaçaklarını yönetemediğine tanık oluyoruz. Ayaklanmalar ise insanların koyun olmadığına işarettir. En büyük öğretmen zamandır. Birlikte yaşayalım ve birlikte görelim.

Reklamlar