Tarih: 12 Mayıs 2018

Yazan: Rafet ULUTÜRK

Konu:  Bir hükümetin ödevi ne olmalıdır?

Derin analize geçmezden önce kamuoyunda çok tartışılan bazı rakamlar üzerinde durmak isterim.

Beş aydan beri Avrupa Birliği ile yatıp AB ile kalkıyoruz. AB dediğimiz yenir bir şey olsaydı, 2007’den beri yiyip bitirecektik. Ne elle tutuluyor, ne gözle görülüyor. Bizde 490 milyoner olmuş, onlardan bir hayır gören yok.

Kazanlık ovasında güller açtı. Ne var ki Bulgaristan halkının ve çocuklarımızın geleceği gül pembe olmadı.  AB üyesi 27 ülke bugünden sonra 90 (doksan) yıl yerinde sayarsa, biz Bulgaristan vatandaşları olarak 2018 yılında Avrupa standardının ortalamasına doğru yaklaşmış olacakmışız. Eğer AB ülkeleri yılda % 0,5 artış kaydettiğinde ise, biz onların bugünkü seviyesinin orta düzeyde 140 yıl sonra yani 2159 yılında erişebilecekmişiz.

AB ülkeleri yılda sadece % 1 oranında gelişirse ise, biz onların bugünkü standart ortalamasına ancak 233 yıldan sonra yani 2251 yılında erişebileceğiz.

AB ülkelerindeki yıllık ortalama gelişme oranı % 2,3-2,5 arasındadır. Bulgaristan’ın ekonomik gelişimi ise yılda 3,5 – %4 arasındadır. Bu bir fil ile karıncanın yarışmasını anımsatıyor. Fil ağar ağar ilerlerken 1 adım attığında karınca 10 adım atsa bile gerçekten yerinde saymaya devam ediyor.

Bulgaristan’ın bu “gidişi” aşmak için ne gibi öncelikleri olmalıdır?

28 yıldan beri Bulgaristan halkı her konuda parçalanmaya devam ederken, siyasi partiler, hareketler, milletvekilleri, vs birbirinin yüzüne bakamaz oldular. Cumhurbaşkanı R. Radev ile Başbakan B. Borisov bile el sıkışmıyorlar, selamı bile kesmişler.

Yürek acısı olayı daha anlaşılır bir biçimde anlatabilmek için, müzikte notların uzunluğunu ölçmede kullanılan KAERTON aletini örnek alalım. Ayarı “la” notasına göre yapılır. Dışarıdan vurunca çalışmaya başlar. Bizim bütün planlarımız ve ümitlerimiz de AB’den gelecek paralara bağlıdır. Kendi imkânlarımızla herhangi bir şey yapmayı düşünemez olduk, her şeyi AB’den bekliyoruz.

İki sene sonra AB fonları tükenecek. O zaman ne yapacağız?

Yıllardan beri AB’den tarım sektörümüz için gelen paraların % 70’ini büyük ölçekli tahıl üreticilerine akıttık. İhracat için üretim yapan geleneksel tarım sektörlerini göz ardı ettik. Eskiyi hatırlarsak Bulgarları Bulgar olarak uyandıran gül, lavanta ve başka eterik yağ üretimidir. Güller vadisindeki Bulgar şehirleri bu üretime dayanarak kurulmuştur.

Bazı üretim kolları tamamen yok oldu.

Eterik yağ bitkileri ancak 33 bin dekardır. 2 yılından beri dünya piyasasında gül yağ fiyatı 6 kat yükseldi. “Alba” gülünden elde edilen yağın fiyatı artık 22 Bin Euro oldu. Osmanlı zamanında bizde gelişen ve binlerce aileye geçim sağlayan gül yağ, lavanta ve başka eterik yağlar üretimini neredeyse yok ettik. Onun yerine geliştirilen tahıl üretimi ise dış piyasaya bağlıdır.

Bundan 12 yıl önce A merkezine sunulan Bulgar makro ekonomi planında, öncelik tahıl üretimine tanınmıştı. 80 milyoner tarımcı yetişti. 1988’de Bulgar tarımı Gayrı safi milli hasılatın % 10’nu sağlarken, bugün ancak % 5’ini veriyor ve yok olma tehlikesiyle yüzleşmiş olduğunu şöyle bakınca görebiliyoruz.

Avrupa’nın en büyük tahıl üreticisi olan Ukrayna, üretimini 2 kat arttırdı, döviz elde edebilmek için buğdayını imalat fiyatı üzerinden satıyor. Tahıl borsasında söz sahibi olan Rusya üretim hacmi olarak Kanada ve ABD’yi arkasında bıraktı. Bizim onlarla rekabet etme şansımız yok oldu.

Öte yandan Bulgaristan siyasetçiler, kamu kurumlarında çalışanlar vs kadrolar şirketler etrafına kümelenmişler ve kamu ihaleleri şeklinde piyasaya her gün ortalama sunulan 5 milyon levayı aralarında paylaşmak için kuduz köpekler gibi birbirlerine saldırıyorlar.

10 yılda bu alana 79 miyar leva akıtıldı.

Bu ihalelere katılanlardan yalnızca % 10’u siparişlerin %80’nini kazanırken, kazancın da 3/2’sine sahip oluyorlar. Tekeller oluşuyor. Rüşvetçiler duruma hâkim olmuştur. En zenginler ve en yoksullar arasındaki fark AB üyesi 27 ülke arasında en fazla bizde derinleşmiştir.

Bulgaristan’daki gerçek duruma azınlıklardan 13 bin çocuğun okula gidemediğini, etnik azınlık çocuklarının ana dilde eğitim almasına olanak tanınmadığını, din haklarının ve özgürlüklerin her geçen gün daha da kısıtlandığını, 2 bin köyün tamamen boşaldığını, dış ülkelerdeki işçilerimizin ülkedeki yakınlarına her yıl 1.5 milyar Euro geçim yardımı göndermese, hayatın sürmesinin asla mümkün olamayacağı, insanların açlıktan, hastalıklardan ve geçimsizlikten kırılma tehlikesi dikkate alınarak çözümler aranması gereken iktidarın işini gücünü bırakıp son aylarda yine Türklere, yine Müslümanlara ve İslam’a saldırmaya başlamasına anlam vermek gerçekten zordur.

Biz Bulgaristan Türkleri bugün çok yönlü mücadele vermek zorundayız.

Bu Kimlik bilinci, anadil bilinci ve tarih bilinci gibi mücadele kollarımızdır. Hiç birisini ikinci plana bırakamayız, küçümseyemeyiz. Yaşamak istiyorsak geçmişin sesini dinlemek ve tarihimizi bilmek zorundayız.

Tarihin biliminin amacı tarihi olayları meydana getiren nedenleri araştırıp ortaya çıkarmaktır. Tarihini bilmeyen geleceğine yön veremez.

Biz Bulgaristan Türkleri Türk Dünyasından kopmaz bir parçayız. Türk ulusunu oluşturan bir bütünüz. Derin ve sağlam bir tarih bilincine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bulgar devletinin bizi sarıp sarmalayan bir sevgisi olmadığını gördükçe “kültürel otonomi”, “etnik bağımsızlık” sesleri yükselmeye başladı.

 

Biz tarihi parçalanmış, aileleri parçalanmış, geleceği karanlık insanlarız ve bu durumu aşmak istiyoruz.

Anadil mücadelemiz gelecek mücadelemizdir. Gelecek genç nesillerindir. Anadilini unutmuş bir genç neslin kölelikten başka geleceği olamaz. Bu gün yüzümüze gülenler, yarın çocuklarımızdan bizim dilimizi kullanıyorsunuz vergisi toplayacaktır.

Cahillik ve bilinçsizlik vergisi ödemeye zorlanacağız. Bulgarca ve Türk dili arasındaki diller mücadelesinde mutlaka bizim çocuklarımızın kazanması gerekir. Bu mücadelede çocuklarımız yardım etmek, onlarla yalnız kendi dilimizde konuşmak, onlara olanak sağlamak ve yön göstermek zorundayız. Anadilimizi kaybettiğimiz an Türk kimliğimizi kaybederiz ve tarihimiz ile bağımız kesilir ve yok oluruz. Bu açıdan değerlendirdiğimizde kalbimizde uyuyan tüm hisleri uyandırma zamanı geldi. Hiç kimseye düşmanlık beslemeden ana babalar olarak Türk milliyetçisi olmak zorundayız.

Zorluk ve sefalet içinde geçen yıllar bizi ezdi. Hayatımızı ancak kendimiz kolaylaştırabiliriz. İlk adım aile huzuru sağlamaktır ve bu ancak ve yalnız aile içinde komşularımızla anadilimizde konuşarak yeniden elde edilebilir.

Bu nimet, marketten satın alınamaz, içimizdedir ve uyandırıp yaşatmak zorundayız.

Bu mesele çok hassaslaşmıştır ve geri atılacak adım kalmamıştır. Daha fazla ödün verilemez. Dil bilincimiz bunu gerekli kılıyor.

Oğullarımıza ve kızlarımıza her sabah Günaydından önce şunu söylemeliyiz.

Çocuğum biz Türk’üz, sakın bir Türk-Müslüman evladı olduğunu unutma!

Kızım sen bir gün bir Türk annesi olacağını asla unutma. Buna şimdiden hazırlan.

Oğlum sen bir gün bir Türk babası olacağını asla unutma, buna şimdiden hazırlan!

 

Biz Bulgar milletine düşman değişiz.

Bulgar yurtseverliği ve hatta milliyetçiliği de varsın olsun. Biz Bulgar milliyetçiliğinin, aşırı-ırkçı milliyetçiliğinin yani ırkçılığa varan, şovenizm ve faşizmin Türkleri, azınlıkları, hiçbir suçu olmayan, insan haklarını kullanarak, demokratik ve adil bir toplumda yaşamak isteyenlere saldırılarına karşıyız ve mücadelemiz devam edecektir.

Bulgarların Tür ve Müslüman düşmanlığı püsküllüdür. Yasalara ve insan haklarına aykırıdır.

Krasimir Karakaçanov, Angel Cambazki, Volen Siderov ve Vaentin Stoyanov gibi Bulgar siyasetçileri aşırı-ırkçı milliyetçi, şoven, faşistlerdir. Bu partilerin halk meclisi ve AB parlamentosunun yolları kesilmelidir. Hepsi bir an önce hükumetten indirilmeli ve partileri hemen kapatılmalıdır. Onlar bugün milli güvenlik yaygarası yaparak, Türlere ve Müslümanlara karşı yeni bir saldırı hazırlamış bulunuyorlar.

Hitlerin Yahudilere yaptıklarını bize çektirmek istiyorlar.

Camilerimize Bulgar bayrağı dikip, Kuranı Kerimin orijinal dilinde okunmasını yasaklamak, camilerimizde anadilimizde konuşmamızı ve ibadet etmemizi yasaklamak istiyorlar.

Yarın namaz kılmamızı yasaklayacak olanlar yine bunlardır.

Şimdiye kadar 10 defa aptes almamızı ve camiye girmemizi yasaklayan kendileridir. Kuran yakan da onlardır. Şalvar kesen, farece yırtan, mezar taşlarımızı kıran, Türkçe konuştu diye 5 leva ceza kesen de onlardır.

Bu faşist güçler bizim vatan sevgimizi ezmek ve içimizden söküp almak istiyorlar. Çocuklarımızı Vatanını seven Türk gençler olarak yetiştirmemize engel oluyorlar.

1989 Mayıs olaylarında hak ve özgürlüklerimiz için direnen kardeşlerimizin gözlerinde vatan sevgisi vardı.

29 yıl geçti. Üzerimizdeki baskılar hala azalmadı. Anılarımız bulanık değildir. Biz Bulgaristan’ı parçalamak istemiyoruz. Biz insan haklarımızı istiyoruz. Anayasanın ve yasaların uygulanmasını istiyoruz. Her vatandaşının eşit olduğu bir ülke istiyoruz. Faşistlerin yasa hazırlayıp meclise sunmalarının yasaklanmasında ısrar ediyoruz. Faşistlerin kol gezmediği ve halka saldırmadığı, huzurlu ve güvenli bir vatanda yaşamak istiyoruz.

“Büyük Göç” Bulgar milliyetçiliği tarafından kamçılanıştır. Göç bir çiledir. Vatanımızda huzur içinde yaşamak istiyoruz.

 

Tarih bilinci, kimlik bilinci, anadil bilinci bizim olmazsa olmazımızdır.

Faşistler adalet getiremez.

Tarihimiz, kimliğimiz ve anadilimiz hepimizi birleştiren 3 ana konu olmalıdır ve birlik olmak zorundayız.

Camilerimizde ve cem evlerimizde Bulgarca konuşulmasını kabul edemeyiz.

Not:

Ahmet Doğan son haberlere göre, çok ağır hastadır. Vefat etse bile, yerine yeni bir hain bulana kadar ölüm haberinin açıklanmayacağı Bulgarlar arasında fısıldanıyor.

Bulgaristan Türklerinin Milli Kongresini toplayıp durumu yeniden değerlendirmek, “kültürel otonomi” haklarımız başta olmak üzere, evrensel insan haklarımızın tanınması temelinde yeni bir yapılanmaya doğru adımlamak zorundayız.

AB üyeliği ve uluslararası insan hakları zaten bize bu hakları tanıyor.

Bu yönetimle yalnız Bulgarların değil hepimizin devletin yok olması bile çok yakındır.

Devam edecek.

Reklamlar