Levent resm Levent Rasim

Konu: “Ben Çingene miyim”

“NOVA TV” haberlerinde ve daha sonra “Facebook”ta yayınlanan ve Pazarcık köylerinde 15-16 yaşında bir Çingene oğlanın tekme tokat dövüldüğünü belgeleyen video Bulgar kamuoyunu sarstı.

– “Biz eşitiz!” be abi diyen Çingene oğlan bir yumrukla yere seriliyor.

– “Ben Çingene miyim” sorusu yüzüne tekmeyle beraber geliyor.

Ben Çingene’yim  a!” sorusunun ardından tekmeler midesine indiriliyor ve bu böyle devam ediyor. Tarih 17 Nisan 2016, “Fecebook” -“Ben Çingene miyim?”

Bu köy ortasında, yol üzerinde, pataklama sırasında arabalar geçiyor, seyirciler toplanıyor, ne ki hiç bir Bulgar “Hey dur sen ne yapıyorsun?” demiyor.

Sıklaşan ırkçılık olayları sosyal patlamalarında rüzgarın gözü oluyor.

Çingene oğlanın kimliğinde olduğu gibi Çingene olmadığını iddia eden ve Çingenelerle eşit olduğunu kabul etmeyen Bulgar gencin kimliğinde de “Bulgar” ya da “Çingene” (Roman) yazmıyor. Her ikisinin de yalnız Vatandaş Kimlik (EGN) No’su var. Kimlik no’su da milli mensubiyetlerini ele vermiyor. Pasaportlarındaki durum da aynı. Yasalar her ikisinin de “Eşit haklı Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşı” olduğunu belirlemiş durumda.

Bizde Çingenelerin isimleri ve soy adları 1960’larda değiştirildi. Kendi kilise ve camileri olmayan Çingenelerimizin, Çingene okulları, kütüphaneleri, kültür evleri ve mezarlıkları da yok. Özgün kültürlerini müzik, çalgıcılık, dans dallarına dikmişler, sahne, pazar, bayram, düğün buldukça meyve topluyorlar. “Çalga” müziği baştan sona onların ürünüdür ve arık dünyaya yayılmış durumdadır. Genelde olaylar mahalle meydanında dönüyor. Hangi Tanrıya inandıkları pek belli değil. “Demokrasi” gelince bazı ” Evengelist” mezhepler derme çatma ibadet haneler kurdu, kimi defa bu merkezlerde “gıda yardımları“, Bulgar diline tercüme edilmiş “İncil” dağıtılırken, İsa öyküleniyor. Plovdiv “Filibe” köylerinin kiminde ve özellikle de Rakovski şehrinde kümelenmiş Katoliklerse, demokrasi heyecanı ateşlendiğinde Çingeneleri saflarına çekmeye gayret etmedi. Fakat onlar arasından da Kudüse gitmiş, ya da Hacılık yoluna çıkmış ve yol boyunda bir Hacılık Certifikresi ele geçirmiş, soy adı olarak “Hacı” adını seçmiş olanlar var. Tabii bu yeni soy isim onlara başka bir hava kazandırırken, ben Çingeneler arasında üstünlük, dinsel bakıma öteki Hıristiyanlarla eşitlik gibi öz duygu uyandırırken bu pratikte böyle değildir. Ülkede Çingene Hıristiyan Papaz yok. Müslüman Çingeneler ise Türk Müslümanların gölgesinde soluyorlar. Durum böyleyken Çingene vatandaşlarla Hıristiyan Bulgar vatandaşlar arasında bir “eşitlikten” söz etmek yanlış olur, Çünkü Çingenelerin konuştuğu dilde rakamlar eksik olduğu için Bulgarca saysalar da, bu onların Bulgarca rüya gördüğü ve memleket dilini kusursuz konuştukları anlamına gelmiyor.

Demokrasiyle birlikte kapı çalan özgürlükler” uyanık Çingenelerin ilk yıllarda sık sık Viyana’ya gidip gelmesine sebep oldu. Todor Jivkov’un da kendilerine iyi gözle baktığı Tsar (Çar) Kiro gibi Çingene zenginleri Viyana’da herhangi bir uluslar arası kurumdan “Çar“, “Baron”, “Kont“, “Mont” sertifikası aldılar. 1990’larda bizde kimin kime ve hangi siyaset adamlarının ve hangi siyasi partilerinin destekleneceği bilinmezken, Çarlar ve Baronlar çakma rakı üretimi ve uyuşturucu ticaretinden palazlanırken sonra budandılar ve sahte balonlar polis koğuşlarında patladı. Memleketimizin medeni kanunlarını hiçe sayan ve çalma-kapma-ırza geçme vb davalara bakan Çingene Yüksek Mahkemesi “Maşere” mumu da söndü.

Çingenelerin değişik “demokratik” iktidarlarla iyi geçindiği, hani değim yerindeyse doğmamış çocukların bile “oy verdiği“, 70’ine basmış, yıllarca tıraş olmamış, 3 kuşak işe gitmemiş Çingene “dedelerinin” de sosyal yardım parası almak için “birinci sınıfa yazıldığı” yıllarda bile şu Bulgar Hitler’ci Almanların Beyaz Ruslara yaptığını yapmadı. Naziler, Minsk’te 1940’ta Rus dilinde ders veren okullar açmıştı. Hatta Nazi ileri gelenlerinden biri “Beyaz Rusya kültürünün, uygarlığının ve  eğitiminin ana dilde gelişmesi, Beyaz Rusya bölgesindeki okulların acil görevidir” demişti. Bizim Çingenelerin alfabesi henüz yazılmadı.

1950’lerde Müslüman Çingene çocukları Türk okullarına gidiyordu.

Naziler deyince aklıma geldi. Almanların “üstün ırk hastalığı” son dönemde Bulgar gençleri de sarmaya başladı. Müslümanlara karşı toplayan bu saçmalık,, Çingenelere karşı patlıyor. Kitle belirtilerinin “roker grupları” ile “futbol serserilerinin” camilerimize karşı saldırılarında izliyoruz. Bu, sözde “üstünlük” Osmanlı maddi ve manevi mirasının gerçek sahiplerine devredilmemesinde ve Türklere anadillerinde eğitim görme ve kültür geliştirme, ananelerini yaşatma yasaklarında da her gün kendini belli ediyor. Yaşadığım Deliorman’da Türkçemizi yalnız aile ortamında yaşatmak yeterli olmuyor. Öz dilimizde kendi edebiyat, sanat ve kültürümüzü yaşatarak geliştirme  ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Günümüzde kazanımlarımız erimeye devam ederken, Türklüğümüzün durumu şu güne kadar görülenlerin arasında en kötü durumdadır. Nüfusu azalan köy ve kentler kendi kısıtlı imkanlarıyla çaresizlik içinde bocalıyor. Oysa bizim toprağımız nice dünya ve olimpiyat şampiyonu çıkarmıştır.

Hele son yerel seçimlerden sonra halkımız yeni bir bekleyiş içine girmiş olsa da, ikili görüşmelerde “Başımıza çok şeyler geldi. Ne düşündükleri belli olmaz. Ne kundaklayacağı anlaşılamaz, kestirilemez!” gibi sözler dolaşmaya başladı. Bizim için Bulgar ırkı önyargılı bir ırktır. Şimdi Türk dilinin Avrupa Birliği (AB) resmi dili olarak resmen kabul edilmesine karşı köpürdükçe köpürüyorlar. Çünkü Türkçemizin AB resmi dili olması, Türkçe ile ilgili tüm yasakların hemen kaldırılması anlamına geldiğinden, “boşa uğraştık” stresi yaşıyorlar.

Dedelerimiz, babalarımız ve arkadan biz Bulgar iktidarının Müslüman yaşam tarzını yasaklarla ezme siyaseti izlediğini defalarca kanıtladı. HÖH partisinin bu gidişe dur deme yolunda adım atmaması bizi çakma siyasetçilerden ve ajan partisinden iyice soğuttu.  İnancıma göre, şu Türkçemizin AP resmi dili olmasıyla psikolojik avantaj lehimize değişiyor.

Son dönemde bizim buralarda” Eve dönüş” havası esmeye başladı. Deliorman’da yeniden Türklük rüzgarları estirmenin zor ve karmaşık bir iş olduğu artık gözle görülüyor. Kınalarda, düğünlerde söylenen Türküler Şarkılar değişirken davullar bir başka çalıyor, at ve güreş yarışları daha kalabalık oluyor. Deliorman Türklüğünü yaşatma nostaljisi güç topluyor. Ahmet Doğan’ın ve  elitist höh-çülerin hayal ettiği “Bulgar Etnik Modeli” artık çöktü.  Aramıza Türklük öyküleriyle yetişmiş gençler katılıyor.

Bugünkü Bulgar gençler saplantılı. “Büyük Bulgaristan” hayalinden ve 2050 yılında “tükeneceği” yazılıp çizilen Bulgar ırkının “üstünlüğü” hastalığı savmıyor.  Pazarcık köyündeki olaya kuşkusuz bir örnektir.

Geçen sene Sofya’da Meclis meydanında Çingene aydın ve gençlerin birkaç defa “eşit olmak istiyoruz” mitingi yaptığını  gazetelerde okumuştum. 2016’da olaylar devam ediyor. Yeni örnekler asimilasyon siyasetinin de raydan çıktığına örnek oldu.  Gerçekler, bir defa ırk biliminin ve ırkçılığın, vatandaşların doğal ve insan haklarını yasaklamanın tamamen çürümüş temellere dayandığını gün ışığına çoktan çıkardı.

AB üyeliğimiz her gün çözümü acil sorunlar ortaya çıkarıyor. Bizde hala Bulgaristan’ın en büyük sermayesi insanlarıdır, onların eşitliği ve kalitesidir anlayışı kök salamadı. Türkler göç ettiler, topraklar nadas kaldı. Bu kimsenin gözünü açmadı, bilinç altını etkilemedi. Etrafı bir sığınmacı korkusudur sarmış, sınırı sarmaya 100 milyon leva harcandı. Bu parayla 100 modern okul inşa edilir ve yurtsever ruhta eğitilen gençlerin hepsi bir sınır eri olurdu, ama böyle düşünme yolu kapalı.

Hitler’ci Almanya’da iki dil konuşanlara “yüzergezer” diyorlarmış.  Bizim iki dinli ülkemizde (Doğu Ortodoks Hıristiyan ve İslam) onlara “çatal baş” dediler. Sözde eşit haklı Bulgaristan vatandaşı olan Çingenelerimiz evde ve aralarında anadillerinde, işte, dükkanda, resmi kurumlarda Bulgarca konuşuyorlar. İki dil bilmeleri resmen eşit haklı vatandaş durumunu, kullandıkları tek siyasi hak oy kullanma hakkı olduğundan bu durumu da etkilemiyor. Tarih ırk tohumunun değiştirilmesi yolunu bulamamış. Bu insanlar L. Mestan gibi Bulgar’dan güzel Bulgarca öğrense bile yine Çingene, DOST Genel Başkanı da Türk kalır. Irk temeli ayaklanmıyor, ırk suyu elenmiyor.

Vaktiyle Todor Jivkov (yıl 1974) bizde Çingene nüfusun en kalabalık olduğu Sliven kentine Hindistan Başbakanı İndira Ganbdi’yi götürdü. Gandi, “Yukarı” ve “Aşağı” mahalle arasındaki meydanda, Çingenelerimize hitaben, “Rahatınız bozulmuşsa, huzur bulamıyorsanız, Size tek yönlü uçak bileti alayım, gelin, “Gang” ırmağının boyunda boş yer bol” demişti. Giden olmadı.

Ardından 1990’larda Çingene sorunu yeniden kokuşmaya başladığında ve “ABD siyasetçileri “o sorunu halledin” dediklerinde, Sosyalist Parti ideologlarından Prof. Mihov, “İsterse Washington tek yönlü bilet göndersin ve gönderelim” diye yazmıştı, ona da aldıran olmadı.

Bizde sosyalizm yıllarında hep 340 bin Çingene vardı. Kardeşlerimizin sayısı 35 yıl ne azaldı ne çoğaldı. 1992’deki sayımda nüfus içindeki oranları birden bire % 24 çıktı, fakat ellerinde Çingene olduklarını gösteren herhangi bir resmi evrak olmadığından, olay suskunlukla geçiştirildi.  Ardından 2004’ten sonra her konuda elitist çevrenin yüzü güldü, “Çingenelerin topluma dahil edilmesine ilişkin AB programına 100 milyonlarca  Euro” akmaya başladı. Yapılmayan işler yazıldı, rapor edildi, durumda değişiklik olmadı. Durum hep aydı.

Aslında bizdeki Çingene sorununa benzer sorunlarla insanlık daha önce de karşılaşmış. Amerikalı Prof. Mark Mazower “İşgal Avrupa’sında Nazi yönetimi” eserinin 292. sayfasında, Nazilerin Polonya yerlilerini 5 sınıfa ayırdığını, Almanlarla evlenen kadınların hep Birinci Sınıfa kaydedildiğini, bir Hintli Bayanla evlenmiş bir Polonyalı Alman’ın sınıflandırmada imtiyazlı duruma geçmeye çalışırken mahkemeye düştüğünü anlatıyor. Hakim, “çocuk yapmama şartıyla 2. sınıf veriyorum” kararını aynen vermiştir.

Olaylar birbirine benziyor. Naziler toprak olalı 70 yıl oldu, ama bizdeki “eşit haklılık” mücadelesi sanki henüz kızışmaya başladı. Daha önce bu konuyu Batı Rodoplar’daki “Gırmen” kasabasında Çingene evlerinin yıkılması açısından işlemiştik.

Tekrar eden olaylarda tüm gerçekler tüm çıplaklıyla ortaya çıkıyor.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Reklamlar