Şakir ARSLANTAŞ

Tarih: 15 Mayıs 2017.

Konu: Bu bataklık 10 sene daha kokar.

Bir savaş başlatmak her zaman çok uzun bir hazırlık gerektirir. Savaş hazırlıkları gizli çalışmalar yürütülen yıllardır yani istihbarat dönemini kapsar. Günümüzdeki Yakın Doğu Savaşının kökleri emperyalist devletlerin Çanakkale Savaş Meydanı ve Lozan diplomasi masası yenilgisine iner.

Büyük Atatürk ilhamıyla sömürge halkların milli kurtuluş savaşlarının ateşlenmesi ve üzerinde güneş batmayan imparatorluğun bir adaya çekilmesi, İspanya’nın Güney Amerika’dan, Hollanda’nın Afrika’dan, Fransa’nın Kuzey Amerika’dan ve Arap Yarımadasından kopması hiç ter dökmeden yağlı ballı ekmek yiyenleri ürkütmüş, düşündürmüş ve harekete geçirmiştir.

Kendi topraklarında yüz yıl, otuz yıl ve yedi yıl savaşları ile Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yaşamış eski kıta için Yakın Doğu savaşı kanamayan ve acısı hissedilmeyen yara gibidir. Siz şimdiye kadar Batı Avrupa ya da Amerika’nın herhangi bir anakentinde Yakın Doğu katliamının hemen durması için gösteriler yapıldığını işittiniz mi? Yok. İnsanlığın bilinci henüz o kadar gelişmedi. Hakim görüş, “beni sokmayan yılan bin yaşasın!” der.

Son yıllarda, Batıda, savaş düşmanlığı değil, sığınmacı düşmanlığı gelişti. Çünkü sığınmacılar da çöplerini yol kenarındaki kofalara atmaya başlayınca, yıllardır görülmemiş bir tablo ortaya çıktı, rüzgâr çöpleri sokaklarda yuvarlamaya ve kovalamaya başladı. Hepsi birden tiksindiler “Füüü!” dediler. Tiksinme yerel ortamda devam ederken, Fransa ve Brüksel’deki terör olayları, “aman ne oluyor, bunlar hesapta yoktu” gibi tepki ortamında, topluma çeki düzen verildi ve uzun sürecek bir savaşa hazırlıklar görüldü.

Bu, Afganistan’da böyle olmuştu. Günümüz Irak ve Suriye topraklarındaki savaşta da aynı gelişmeler devam ediyor. Afganistan Savaşında yenilmesi gereken güç Sovyetler Birliği idi. Yaban keçiler gibi dağ tepelerindeki mağaralarda yaşayanların bir dünya süper gücünü dize getirmesi olay oldu. Sovyet Ordusunu çekilmeye zorlayan Talibanları eğitip, yetiştiren ve silahlandıran Birleşik Amerika oldu. Bir defa bir yerde “Al Kayda” ve benzeri maşaların Sovyet Ordusuna karşı savaş kazanması modern dünyada savaş stratejisini değiştirdi.

Üsta Akıl” Roma devrindeki savaş esirleri ve kölelerden oluşturulan savaşçı gladyatörlerin Romalıları eğlendirmek için düzenlenen kanlı oyunlarını düşündü. Oyunlar ne kadar vahşi ve kanlı olursa olsun, hiçbir Romalının burnu kanamadan başlayıp bitiyordu. Yakın Doğu da böyle bir gladyatörlerin savaş alanı haline getirilebilirdi.

Vietnam Savaşı (1966–1973) Amerikan emperyalizmine,  zafer kazanmak için mutlaka cepheye (savaş alanına) asker göndermek ve onların savaşması gerekmediğini öğretti. Çünkü savaş alanında bir süper güç de yenilebilirdi. Vietnam’da öyle olmadı mı? Küçük ama kahraman bir halk karşısında koskocaman ABD yenilmişti. Savaş Travması Amerikalıları akıl hastanelerinde buluşturdu.

Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi (1979 -1989)  ve aynı savaşın ikinci aşaması (2001 -2014) “üst aklı” farklı düşünmeye zorladı. “Vur-kaç” taktiği uygulayan Talibanları gladyatör oyunları için eğitmek mümkün olmadı. Çünkü onlarda kimlik ve “biz bu dağlara ayıtız” duygusu vardı. Onlar mağaradan çıkıp köye, köyden de şehre götüren medeniyet yolunu yürümemiş de olsalar, dünyayı kendilerinden bağımlı hissediyorlar ve yeryüzüne yükseklerde süzülen kartal gözüyle bakıyorlardı.

Yakın Doğu Savaşını bir gladyatör savaşı olarak tasarlanmıştır. Rusya da seyirciler locasına davetlidir. Çünkü emperyalist çevreler kendi aralarında “ayı” olarak tarif ettikleri Rusya’ya onun yaralı olduğu zamanlarda bile karşı durmanın çok masraflı bir iş olduğunu biliyorlar. Bu tasarımcıların aklında geçen, dünyayı gladyatör meydanındakiler ve locadakiler olarak ikiye bölmektir. Onlara göre, perspektifteki geleceğimiz bu olacaktır.

Aslında Irak ve Suriye Savaşlarıyla tarihe gömülmek istenen, 1930’lardan beri bağımsızım deyen Irak ve 1946’da bağımsızlık ilan eden Suriye’ye olup Yakın Doğu’yu baştanbaşa gladyatör oyunları sahasına çevirmektir. Bütün planlar gibi bu plan da uzun bir hazırlık dönemi geçirmiştir. Şunu itiraf etmek zorundayız. Bu yıllarda Amerikan emperyalizminin şansı yaver gitmiştir. İstemeye istemeye de olsa şunu da itiraf etmek zorundayız. Bu hedefin uzunda Türkiye Cumhuriyeti devletini de yıkmak ve topraklarını Yakın Doğu gladyatör oyunları alanına katmak vardı. Şansımız varmış 15 Temmuz 2016 gecesi Tanrı bizimleydi.

Bu, derin stratejik planın gerçekleştirilmesinde aşamalar vardı: “Al Kayda”, “El Nüsra” ve bir sürü başka, Rusya’ya karşı kurulan terör örgütü gün geldi, anti-emperyalist, anti amerikancı terör örgütü olarak biçimlendi. Onları “uluslar arası terör örgütleri” listesine aldılar. Artık yasaklamaya çalışıyorlar. Çünkü bu örgütlerinin alt dokusunda bir milliyetçilik çizgisi var ki, ikide bir canlandığında silahlar farkı yöne dönüyor, bombalar adres değiştiriyor.  Yakın Doğu’nun gladyatörlerin savaş alanına dönüştürülebilmesi için önce Arap milliyetçiliğinin söndürülmesi ve kurutulması, dolayısıyla cennet arayan bir zihniyetle donatılmış yeni katiller yetiştirilip silahlandırılmaları gerekiyordu. Görüldüğü üzere, kendilerini Arap hissedenler, bağımsız bir devlete bağımlılık hissedenlerin hepsi çoluk çocuk, yaşlı genç, eğitimsiz insan kafileleri bomba patlamayan toprak parçası bulmak için denizlere akın etti, Türkiye’ye sığındılar.

Bu gelişmelerin temel dokusunda, 1979 -2003’e kadar Irak’ı yöneten Saddam Hüseyin rejiminin analizi yatar. O tiran bir yöneticiydi. Halkı susturmak ve gözdağı vermek için 300 – 500 devlet memurunu idam ettirmeyi göze alabilen biriydi. Yıllarca İran’la savaştı. 1990’da Kuveyt’i işgal etti. 1991’de ABD “Çöl Tilkisi” operasyonuyla Saddam’ı devirmeyi denedi.

Savaş başladığında, bütün dünya Saddam Ordularının Amerikan saldırısına çok sert bir darbe vuracağını, çölün kana gölü olacağını bekliyordu. Ama olmadı. 25 sene bu hezimetin nedenleri açıklanmadı. Artık biliniyor. Birleşik Amerika Merkezi Haber alma Örgütü (CİA) Saddam Hüseyin generallerini satın almanın yolu bulmuştu. CİA, Rusya Askeri İstihbarat Örgütü aracılıyla Saddam generallerinin hepsinin telefonlarına, E-meil adreslerine, SMS yazışma adreslerine ulaşmış ve kendilerine reddedemeyecekleri teklifler sunulmuştu. Hatırlanacağı üzerinde bir ara Saddam’ın 52 generalini aradığı haberleri gazetelere başlık olmuştu. Oysa o zaman artık, o ihanetçi generaller, yeni isimleri ve plastik ameliyat görmüş çehreleriyle ve aileleriyle birlikte US California plajlarındaydı. Irak ordusunda işe yarayan general kalmamış, kışlalardaki albaylar orduya emir vermeye başlamıştı. Bu Albaylar savaş meydanlarından burnu bükük döndüler ya da esir düştüler. Hani bir laf vardır, “içeri girdi, adam oldu.”. Saddam Albayları da US hapishanelerinde “adam oldular” ve ardından “İslam Devleti” – DEAŞ ilan ettiler. Bugün, Yakın Doğu savaş alanında silah kuşanmış çok savaşkan bir savaşçı birimden söz ediyoruz. Karşısında Suriye, Irak, 56 devletten oluşan bir uluslar arası güç, Rusya, İngiltere, Fransa ve güya ABD var. Bu öyle bir güç ki, İsrail’le savaşması için eğitilen Arafat silahlı güçleri, Ürdün’deki HAMAS-çılar, hatta çok iyi beslenen ama hiçbir savaş kazanmamış olan Mısır ordusu DEAŞ’la boy ölçemez. Öyle ki, Saddam subayları arasında, Rusya askeri akademilerinde eğitim görmüş, en sabırlı ve en dayanıklı, tekniksel bilgi düzeyi yüksek olan subay tabakası DEAŞ’ın saflarındadır. Yanı DEAŞ’ı yaratan CİA Yakın Doğu’yu gladyatörlerin savaş alanı olarak açacak gücü kendisi yaratmış ve bölgede çıkarları olduğu iddiasında bulunan tüm büyük devletleri (Rusya, İngiltere, Fransa, AB) seyirci olarak tribün ve localara davet etmiştir. Yıllardan beri devam eden savaşta büyük devletlerden hiç birinin ne piyade ne de motorize güçleri DEAŞ – katilleriyle sahada güreşmedi.

Bu arada, ABD, Yakın Doğu gladyatör savaş sahasını genişletmek amacıyla T.C.’de 15 Temmuz 2016 ‘da ruhunu satmış hain generallere askeri darbe denemesi yaptırdı. Bizdeki alçaklar kalkışması ile California’da saklanan  Saddam Generalleri’nin ruhlarını satarak devletlerini çökertme ve vatanlarının sömürgeleştirilmesi ve gladyatörlerin savaş meydanı haline getirilmesini kabul etmeleri ve buna yol açmaları arasında zerre kadar fark yoktur.  TSK-NATO Generallerinden darbe saflarına geçenlerin 15 Temmuz 2016 gecesi sergilediği tavrın, FETO örgütü imamlarının vatan düşmanlığının cezası ancak idam olabilir. Saddam generallerini Rus askeri istihbaratı sattıysa, bizimkileri de eğitip FETO başı Feytullah Gülken CİA’ya tepsi içinde verdi. Suriye köy ve kasabalarında 100 kişinin birden öldürülmesini beşinci haber olarak geçen Batı haber ajanslarının FETO-general-imamlarına idam istenmesine karşı kopardığı yaygara, çığlık tufanı, bunların uluslar arası siyasete taşımasının gerçek nedeni işte budur. Onlar bize Türk – DEAŞ (FETO) külahlını birlikte biçmiştir. İyi ki o akşam Tanrı Türk halkının yanındaydı.

Ve biz bugün, son derece tehlikeli yeni bir durumla yüz yüzeyiz. ABD PYD’yi ağır silahlarla silahlandırıyor. DEAŞ’ın elindeki ağır silahlar da ABD malı. Artık sahada neredeyse iki gladyatör (yetiştirdikleri iki köpek var) atış talimi oyununa başlayacaklar. Bölgeye yığılan silahlar o kadar büyük miktarda ki, 10 sene kullanılsa yeter de artar. Fakat bu iyi bilinmelidir, Irak ile Suriye ikisi de devletsiz ve başkansız kalsa ve her ikisi de ordularını dağıtsa bu savaş yine de bitmeyecektir. Gladyatör savaşları 1 500 sene devam etmiştir. Bizimkiler yeni yeni başlıyor. “Medeniyetler arası savaşlar” gibi saçma teorilere aslında, dünyanın en medeni bölgelerinde yaşayan toplumları “medeniyetsizleştirme” savaşları denmesi gerekir. Çünkü yeni gladyatör savaşlarının son hedefi budur ve bütün Müslüman Dünyayı kapsamak için yelken açmaktadır. Şu an en fazla rahatsız oldukları olay, TSK’nin kullandığı silah ve mühimmatın % 60’şını artık kendisinin üretmesidir. Bu ihtiyacımızı bütünüyle kendi üretimimizden karşılamaya başladığımızda, toplarımız 50 yerine 150 kilometre menzilli olunca, silahlarımız 500 yerine 1000 metre menzilli olunca, dağlarımızda bir tek PKK’lı terörist kalmayınca vs vs, o zaman bizi de gladyatör oyunları locasına misafir edeceklerdir.

İşin en acı tarafı ise, çok yakın geçmişe kadar bu toprakların hepsinde huzurlu ve güvenli iktidarların Osmanlı Türklüğüyle nefes almasıdır.

Bu yazımda, Yakın Doğu savaş cephesinden, PKK ile amansız savaşımızdan ve memleket içindeki arasız tırmanmayı deneyen cinai olaylardan dört beş adım kenara çekilerek, tarihsel derinliğe bir kuş bakışı sunmak istedim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin alınmaz kalesi birlik ve beraberliğimizdir.

Bu kaleden taş sökmek isteyenlerin hepsi haindir ve cezasını bulmalıdır.

Okudunuzsa, lütfen paylaşınız.

Reklamlar