Dr.Nedim BİRİNCİ

 

Mayıs ayı Bulgaristan Türklerinin hepsi için son derece önemeli bir aydır. Bir defa 1989 Mayısta Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar tarihlerinin İsyan sayfasını yazdı. İki, aynı yıl halkımız yirminci yüzyılın en büyük ve ağır göçünü yaşadı. Ata Vatandan Ana vatana göç ettik.

Biz doğal unsuru insan olan Türkler soyundanız. Hiç birimizin elinden yaratılışımıza karşı hiçbir şey gelmez. Ata Vatanı terk etmemizin sebebi soy köklerimizin budanarak kesilip yok edilmek istenmesi oldu. Biz ancak Türkler olarak ölümsüz kalabilir ve var olabiliriz. Atalarımız, analarımız ve babalarımız bu bilince asırlar süren ayakta kalıp var olma mücadelesinden sonra varabildi. 1878’den sonra atalarımız Bulgar ve dolayısıyla Rus egemenliği altında kalmıştır. Öz toprakları ve Türk Müslüman ortamında katlandıkları yaşam hiç de kolay olmadığından defalarca çareyi göç etmekte aramışlardı. Örgütlenme hakları, kendi sivil toplum örgütlerini kurma hakları, derneklerde güç birliği yaparak Türk dilinde eğitim ve öğretimi, öz kültürümüzü geliştirme hakları tanınmadığından daha iyi bir yaşam uğruna çaba ve direnmelerinde bozguna uğratılmışlar ve kurbanlar vermişlerdir.

Mayıs 1989 Ayaklanmamızdan sonra Bulgaristan’da totaliter baskı ve terör düzeni çöktü. Bg. Stratejik araştırma merkezi yazılarında da çok sık kullanılan “çöktü” kavramı, aslında kılıf değiştirdi değimiyle değiştirilmelidir. Çünkü tek başına iktidar olan Komünist Partisinin yönettiği totaliter toplum düzeni, yeri komünist yerine sosyalist parti gibi biçimsel değişikliklerle 25 yıldan beri sürdürüyor. Bu arada Ayaklanan Türker’den belirli bir kesim ve aydınlar büyük ölçüde BKP üyesiydi. Totaliter düzenin baskısı ve terörü, ezici zulmünde Türk Türklerin hiç istisnasız isimlerinin değiştirildi. 2000 Türkün yargılanarak, 10 000 Türkün de yargısız hapse atıldı. 518 Türk aydın ve militanın adı “ölüm kampı” olarak dillenen “Belene” toplama kampına tıkıldı. Sonra da Kuzey Batı Bulgaristan Bulgar köylerine sürgün edildi. Tüm bunlardan ve Ağustos 1989’dan başlayarak, çok kısa bir sürede 500 000 Türkün evlerinden, ata vatanımızdan göçe zorlanmasından sonra yerlerinde kalan Türkler arasında sol görüşlü olanlar daha fazla olsa da, Bulgarlarla ortak bir politik yapıda örgütlenmeleri imkânsız olduğundan, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) partisinde kendi başlarına bağımsız örgütlendiler. 1990’ın başında Mayıs 1990’da yapılan Bulgaristan Büyük Millet Meclisi öncesine rastlayan bu örgütlenme 1878’den 1990’a kadar büyük sayıda deneme yapılmış olmasına rağmen gerçekleştirilemeyen bir hamleydi. 1990’da hiç kimse bu teşkil atmamızın komünist partisinin ve Bulgar istihbaratının bir planına göre yapıldığını düşünemedi. Çünkü bizim politik örgütlenmemizin de Mayıs Ayaklanmasından sonra hayat bulması ve biçimlenmesi doğaldı. 1084-1990 ağır koşullarında iradece çelikleşmiş ve ruhunu davaya adamış, yüksek bilinçli ve nitelikleriyle halkın sorunlarını ve emellerini kucaklayabilen kadro potansiyeli oluşmuştu.

Ogün bu gün, hele de bu devrimci meziyetleriyle halkın öz davasını kucaklayan kişilerimizin Bulgaristan’dan kovulmasından sonra, HÖH partisi Bulgar istihbaratının hazırladığı ve halkımızın artık bugün kendilerine “hain” olarak hitap ettiği Türklük düşmanı kadroların eline kaldı. Bu kadroların başında bulunan kişi HÖH fahri başkanı A. Doğan’dır. 19 Ocak 2013’te HÖH 8.Olağan Kurultayı’nda Bulgaristan Türk ve Müslümanlarından olan ve halkın yazgısının karardığını gören yüksek mimarlık öğrencisi Oktay Yenimehmedov’un A. Doğanı kurultay kürsüsünden tabancayla indirmesinden sonra atanan yeni HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan da mazlum halkımızın Türk olarak yaşamak davası suyundan içmeden yetiştirilmiş bir kadrodur. Bulgaristan’da Türklüğü yaşatma mücadelesinden gelen hiçbir kadro bugünkü HÖH yönetiminde görev almıyor ve milletvekillerinden sadece bir kaçı Türklük ve Müslümanlık davasına gönülden bağlıdır.

HÖH 8.Kurultayından sonra parti yönetiminde yeni bir gelişme gözlendi. Bu gelişmenin özündeki ana çizgi halen kapatılmış olan BKP’ ye ve onun yerini alan sosyalist partiye ve Bulgar gizli polisine göbekten bağlı bulunan Bulgar yerli oligarşisine hademelik yapan A. Doğan, L. Mestan grubunda odaklıdır. Bu grup,adına Geçiş Dönemi denen, aslında gerileme ve yerinde sayma aşaması olan şu son 25 yılda biçimlendi ve güçlendi. Bu gruba, Bulgar soylu totaliter rejimden gelen ve yeni oluşan Bulgar oligarşisinin özünden olan ve aynı zamanda Bulgaristan’da çıkarları olan Rus oligarşisine bağlı kadrolar başarıyla sokuldu. Bu kadroların arasında en fazla göze çarpan ve sivrilmek isteyen, ikinci süre HÖH milletvekili olan A. Daniyel Peevski’dir. Bu kadro kısa adı DANS olan (Devlet Güvenlik Ajansı) Başkanlığına atanmak istedi, fakat Bulgar Sivil Örgütleri yolunu kesti. Halen, Türklerin öz partisi olan HÖH’ ün ismini kullanan bu milletvekilinin Savcılık ve Mahkeme işlerine müdahale ettiği ortaya çıktı. Şunu önemle belirtmek isteriz. Adalet organlarının işine müdahale edilmez. Tarihte “şunu içeri atın, şuna şu cezayı kesin, onu ise aklayın” masalları çok baş yarmıştır ve bizim adımıza konuşulduğundan dolayı kabak bizim başımıza patlar. Aslında bu kadrolar bu işleri gizli polis adına yapar. Onların Allah’ı gizli polistir. Olay şöyledir. Onlar, yani Peevski gibiler, HÖH partisi yönetimi ile gizli polis arasında bu iki örgütün bacaklarını birbirine bağlayan kişilerdir. Benzer bir olayı Celalettin Rumi Mesnevi eserinde Fare ve Kurbağa Fıkrasında şöyle anlatmıştır:

Fare ile Kurbağa arkadaş olmuş. Fakat arkadaş kurbağa suda yaşıyor. Fare dışarıda yaşıyor. Fare demiş ki kurbağaya “Ya güzel kardeş olduk, gel birbirimizi iple bağlayalım.” Birbirlerinin ayaklarını iple bağlamış bunlar. Fakat kartal gelmiş, fareyi kapmış. Fareyi kapınca mecburen kurbağa da iple bağlandığı için bunları kaldırıp götürmüşyeni kurbağanın hiç suçu yok ama kartal bunları kaldırmış. Getirmiş uçurumun dibinden farenin leşini atarken kurbağa da gitmiş.

Yeni şimdi birisi şu yargıya müdahale işinden istihbaratın ipini çekse HÖH partisi de gidecek. Tabii bu işler gizli bir yer var oradan yapılıyor. Şimdi kimileri, yükü üzerinden atmak için, bazen da bir işe yaramayanları daha da meşhur olmak için gizli işlerin ”Saray”dan yapıldığını söylüyor. Bir hedef olmadan, Bulgaristan’da hiçbir Türk ne beslenir ne de meşhur yapılır. Ahmetler Lütfüler iyice köle olmuşlar. Peevski de almış kepçeyi onlar adına, yani senin benim adımıza kazan karıştırıyor. Şurada söylemek istediğim iki söz daha var.

Şimdi D.Peevski HÖH Avrupa Birliği Parlamento seçimlerinde HÖH liste ikincisi. Oligarşi köpeği, polis ajanı, Rus hafiyesi olduğunu basın yazan bu şahıs, Bulgaristan Türk ve Müslümanları adına Brüksel’e giderse bize fayda gelmez. Bize bu ayıdan ancak ve yalnız kötülük gelir. Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlarımızın hiçbirine ayıdan iyilik gelmez. İşte öyküsü:

AYI İLE DOST OLUNMAZ!

“Ayının biri gidiyor ve ejderhanın elinden ayıyı kurtarıyor. Ayıda buna çok seviniyor, arkadaş oluyor. Bir gün adam ağacın altında dinlenirken, yüzüne sinek konuyor. Ayı da bakıyor ki, sahibinin yüzüne sinek konmuş, onu kurtarayım diyor. Alıyor kayayı adamın yüzüne, sineğin yüzüne vuruyor. Adamın kafası parçalanıyor.”

Buradan bizim için çıkan ders şudur: Peevski gibilerden, bize dost olmaz, hayır gelmez. Ayıdan dost olmaz.

Mayıs ayı bizim için İsyan ayıdır. AB Seçimlerinin de 25 Mayısa rastlaması büyük bir isabettir. Bizi içimizden ele geçirmek isteyenlere, hainlere, oligarşi hademelere ve uşaklara tam ders verme zamanıdır. Biz Ayaklanmalardan gelen bir soyun suyundanız, arılığımızı korumak zorundayız.

Vazife: Seçim listesini iyice okuyalım ve Daniel Peevski’nin adının olduğu numarayı çizmeyin. Bir bitten kurtulsak gene kardır. Bakıyorum bizim HÖH Türk gençlerinden oluşan L.Mestan önderliğindeki kandırma grubu “Peevski” diyor, başka demiyor. Mleçino köyünde halk dağılmış. Bizim ”işimiz gücümüz var” uğraştırmayın bizi, deyip çekip gitmişler.

Reklamlar