Bulgaristan Parlamentosu 1989 yılında sona eren rejimin Müslüman Türk’lere karşı uyguladığı sert asimilasyon politikasını kınayan bildiriyi resmen kabul etti. Merkez Avrupa ile Rusya arasında kalan ve ‘lutfedilerek’ Avrupa Birliği’ne tam üye yapılan Avrupa’nın bu taşra ülkesini ve orada yaşayan Türk’lerin kültürel yaşamlarından kesitleri sizlere yakın kılmak istedik.

Cemile Kerim

Avrupa Birliği dünyadaki 17. güçlü ekonomiye sahip Türkiye’yi tam üyeliğe kabulünü kırk dereden su getirerek ertelerken, Avrupa’nın her manada taşrası diyebileceğimiz Bulgaristan’ı ise 2007 yılında tam üyeliğe hızla kabül etti. Yüzyıllarca tarım ve hayvancılık ağırlığı olan ülkenin bugün bu alanda geri geri gittiği gözle görülüyor. İnsanlar ya ülke içindeki büyük şehirlerin varoşlarına yada herhangi bir Avrupa ülkesine göç ediyorlar. Batı Avrupa’nın her ülkesi Bulgaristanda belli bir ağırlık gösteriyor. İngilizler finans ve enerji sektöründe, Almanlar kültür, basın vesair. En çok baskı yapan gazetenin sahibi alman WAZ grubunun. Batı Avrupa kökenli ithal mallar yeni yeni kurulan AVM’de ortalama geliri 300 Avro olan insanlara arz ediliyor. Ve, fiyatlar ne kadar astronomik olsa da satılıyorlar. Avrupa bu yeni taşrasına bir de avrupa usulü ırkçılık ihraç etmiş. 70li ve 80li yıllarda Avrupadaki ırkçılık göçmen yabancılara; 90lı yıllar ve 2001den sonra ise özellikle Türk ve müslümanlara yönelikleştiği gibi Bulgaristan’tan da kendini ırkçı parti yandaşları müslüman Romen’lere yada Bulgar Türkleri’ne ajitasyondan ve saldırıdan geri durmuyor.

Bu seyhat notumuzda ve söyleşimizde Bulgaristan Türkleri’ni ve onların kültürel yaşamından kesitleri yine onların perspektifinden okuyanlara özetlemek istedik.

Tarnovo Camii ve genç imamı

Veliki Tarnovo Yantra Nehri üzerine kurulmuş, zamanında Bulgar’lara başkentlik yapmış, şimdi yüzbinin üzerinde nüfusu olan bir kent.

Bir zamanlar burada diğer dinden mabetlerle beraber yirminin üzerinde camiisi olan çok kültürlü bir şehir hayatı varmış. O camiilerden geriye şimdi sadece biri kalmış. O da, eski mimari sitilini tek minaresiyle ve birkaç mimari özelliğini eski usulü taklid ederek Bulgar Türk’lerinin ve diğer müslümanların yoğun yaşadığı mahallede onlara bir bakıma cazibe merkezi olmaya çalışıyor.

Camii binası krallık zamanında yapılmış. Şu an şehrin kullanılan tek camiisi. Anıt taşı çatıda ardiyada bekliyor. „Büyük ihtimal yasaklı dönemde sökülmüş ve yukarıya çamii çatısına koyulmuş“ diyor Halil Aliev Hoca. Halil Hoca. 30 yaşlarında, Tragoviste’den. Üç yıla yakındır Veliko Tarnovo’nun Türk Mahallesindeki Camiide imamlık yapıyor.

Cemaatten ihtiyar biri de „ Camii sosyalist yönetim döneminde nerdeyse hiç kullanılmadı. Demokrasi döneminde kullanılmaya başladı. Cuma namazında 60 kişilik cemaatimiz var şimdi.“ diye ekliyor. Halil Hoca devamla: „Cemaatte çok çesitli çehrede insanlar var. Mütevazı şekilde Kur‘an Kursu hizmeti veriliyor. Cuma günleri vaazımız hem Türkçe hem de Bulgarca oluyor.“ diyor.

Şumnu‘da iki bilgi ve hikmet binası

Şumnu Nazım Hikmet Kültür ve Okumaevi Nurten Remzi’nin gayretkeş yönetiminde kültürel faaliyetlerine devam ediyor. Folklör, müzik öğretimi ve okuma günleri en ağırlıkl etkinlik alanları.

Şumnu Şerif Halil Paşa yada yerli halk tarafından bilinen adıyle Tombul Camii Bulgaristan’da Osmanlı mimarisinin tamamıyle korunabilmiş tek eseridir. Diğerleri ne yazık ki, ya tümden yok edilmiş yada her türlü yıkım, tahribat veya fonksiyon değişimine u(ğratıl)mışlar. Edirne’dekileri saymazsak Balkan’ların en büyük camiisidir. Belki de bu sembollüğünden dolayı 2010 yılı auğustos ayında kimliği belirsiz ama büyük ihtimal ırkçılarca saldırıya uğramış ve duvarlarına islamofobik yazı ve işaretlerle kirletilmiştir. Hem bundan, hem de diğer gerekli tamirat ve restore ihtiyacından dolayı 2011 yılında camiinin restorasyonuna başlanmıştır.

1774 yılında Şerif Halil Paşa tarafından yaptırılan ve dört yıl sonra bitirilen camii tek şerefeli minaresi kırk metre yüksekliğe ve kubbesi ise yirmibeş metre yüksekliğe sahiptir. Camii duvarlarında bitki figürleri göze çarpar. İç mekanlarındaki mimaride Lale Devri yada Barok etkisi kalem işi bezemeler dikkati çeker.

Camii külliyesindeki binalardan birinde şimdi Şumnu Müftü’lüğü hizmet veriyor. Diğer binaların kiminde İslam Bilimleri okutulurken kiminde de gezen turistlere hediyelik eşya satışı yapılıyor. Külliyenin içindeki tarihi mezarlar, ölüm ile yaşamın eski çağlarda hayatta kardeşcesine biribirlerinde günümüzden daha yakın ve sevecen durduklarını gösteriyor.

Madara’nın Atlısı

1979 yılında UNESCO Dünya Kültür Varlığı listesine giren Madara Kayalıkları’ndaki ünlü at üzerinde süvari relyefi. Bir Türk boyu olan Bolgar Han’lığına başkentlik yapmış Pliska’nın yakınındaki Madara köyündeki yüz metreye yakın yükseklikteki dik kayalık taşı üzerine yontulmuş yerden yirmi metre yükseklikteki bu atlı figürü ve süvarinin savaştığı aslan ile atlıya yardım eden köpek yada kurttan oluşan bu relyef sanat tarihi açısından da çok önemlidir. Bazı uzmanlar atlının Bulgar Han’larından birisi olabileceğini belirtiyorlar. Çevrede Bulgar Han’larının 8. Ve 9. yüzyıllarında Bizans’a karşı yaptıkları akınları ve kazandıkları zaferleri anlatan yazıtları da görmek mümkün.

Yakınına gelene kadar sayısız ıssız ve terkedilmiş duygusu veren köylerden geçiyoruz. Gerçekten de çoğu evler terk edilmiş. Yol sormak için bile birkaç ihtiyar insandan başka kimseyi göremiyoruz. İç göç ve Bulgaristan’dan Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç kendini burada böyle gösteriyor bize.

Avrupa’nın başka bir etkisi de çoğu tamir olmuş veya tamirat geçiren tarihi yerlerdeki büyük panolar üzerindeki „Avrupa finans desteği“ imzasıyle de kendini belli ediyor. Her yerde gördüğümüz tabela Negovanko Vadisi’ndeki şelale patika yolunun tamir ediliyormuş görünümündeki güzergahında da göze çarpıyor. Bu konudaki görüşünü oraları gezen Rus turistlerden biri sesli olarak bize Nasreddin Hoca’nın „parayı veren düdüğü çalar“ sözüyle özetliyor.

Turhan Rasief: Varna’da iki dilli bir yazar

Turhan Rasief Bulgaristan Edebiyatı’nın, özellikle mizah türünün önemli yazarlarından. Türkçe yazdığı epigramlar, söz oyunları yada özlü sözler Bulgaristan
Türklerince çok seviliyor. Varna şehrinde yaşayan yazar ile Bulgaristan Türklerini, kültürel yaşamlarını ve kendi yazarlık uğraşını konuştuk. Kuş sesleriyle şenlenen Varna’nın saat kulesi parkındaki kahvehanede bizeTurhan bey kendini söyle tanıtıyor:

“Bizim sülalenin kökeninde yörüklük var. Sülalemiz yüzyıllar önce Anadolu’dan ilk Kazanlık’a çobanlık yapmak için göçmüşler. Daha sonraları 1928 yılında kimisi Şumnu’ya kimisi de Dobruca’ya göçmüş, çünkü buraların toprağı tarıma daha elverişli ve verimli. Bildiğimiz dört kardeşlermiş. Dedemin dedesi hacı olmuş. Giderken gelirken Istanbul’u ziyaret etmişler. Dedemlerin biri ikinci hac yolculuğunda vapurda vefat etmiş ve denize defn etmişler. Molla İbram dedem İstanbul’da okumuş. Taa oradan babam doğunca verilen ilk ismin Hasan’ın yanına Rasih ismini vermiş. Benim soyadım ondan geliyor. Köyde hocalık yapmış geri dönüşte. Köyümüz Geraemir Köyü. Camii hala duruyor. Osmanlı’nın köyümüzün nüfusunu, insanların hangi dinden olduğunu, ne kadar ve hangi cins hayvan olduğunu listeleyen defterleri buldum ve buradaki müzeye verdim.

Dini yaşamdan biraz uzağız. Çünkü eğitim ve öğretim hiç görmedik bu konuda. Toplumda tasvip edilmedi, hor görüldü ve sonra da yasaklandı. Ancak çok gizli evlerde annem bazen Kur’an okurdu.”

Edebiyata ilginiz nasıl başladı?

“Dayım Yörük Recep. Şiir sever ve yazardı. Ondan bana şiir sevgisi ve yazma hevesi geçti. O zaman Varna’da Halk Davası diye bir Türkçe gazete çıkıyordu. Orada yazdı bir ara.

Ben orta okulda okurken onlar akademide okuyporlardı. Onlar yazarken bende yazayım dedim ve yazmaya başladım, işte o zamanlar. “Güzel Bulgaristan, sensin sosyalist Bulgaristan!” gibi dizeler. Daha onuncu sınıfta iken şiirlerim yayınlanmaya başladı. O zaman komunistlik vardı burda. Biz de gençiz, heyecanlıyız ve kendimizi kabiliyetlerimizle göstermek istiyoruz. Neyse sonra Türkçe okullarda verilmez oldu. Bulgarca yazmaya başladım. Ama basmıyorlardı benim yazdıklarımı. Yazıları basılanlardan o zamanlarda bir Lüfü Demir vardı. Hatta ona şaka ile bir tekerleme uydurmuştuk: ‘Lütfü Demir, Lütfü Demir / evir, çevir; kürklü demir’ derdik. Baki Bayram, Mustafa Mutlu vardı. Yine Mehmet Utku vardı, çoçuklar için yazılar yazan. Şimdi seksen yaşlarında, Türkiye’de kendisi. Onun daktilosu vardı, bende yoktu.”

Şimdi edebiyat ortamı nasıl, yayın ve basım evleri var mı?

“Var ama çok masraflı. Bazı kitaplarım basıldı ama daha çok fotokopi ile kendim çoğaltıyorum daktilo ile yazdığım kitapları. Yada kızlarım bilgisayarında bana bir nüsha çıkarıyor ve ben fotokopiyle çoğaltıyorum.”

Türkiye’ye hiç gittiniz mi?

“Önceden 1978 yılında gitmiştim. Yakında da gittim.”

Türkiye’yi nasıl buldunuz şimdi?

“Şimdi çok gelişmiş. Eskiden Balkan Turist’de çalışırken gitmiştim. Gazeteci olarak çalıştım o zaman. Çalıştığımız Balkan Turist biz çalışanlarına motivasyon olsun diye bizleri o zaman Türkiye’ye geziye götürmüştü. O zaman devlet kapalıydı. İzin almak
da zordu. Biraz da mizah ile eleştirel de yazdığım için bana izin ancak bir polisin kefil olmasıyla çıkmıştı.”

Eleştirel mizah izah deyince Akla Aziz Nesin geliyor…

“Evet. Onun sitili biraz başkaydı. Ona buraya gelince çok tercümanlık yaptım. Çok geldi buraya. Ona bir kez Bulgaristan’ın en büyük mizah ödüllerinden birini vermişlerdi. Türkiye’den gelen diğer yazarlara da tercümanlık yaptım. Yazarlardan Muzaffer Özgü, Özdemir İnce, Ataol Behramoğlu’na. Karükatürist Turhan Selçuk, Tan Oral Gabrovo’da mizah festivaline geliyorlardı, onlara da tercüman oldum.”

Varna’da ne kadar Türk yaşıyor?
“15.000 kadar oy veren nüfus var, toplamı tahmin edilebilir. Belli bir mahallede ağırlık yok, yani dağınık. Bir milletvekili ve belediyede de üç yada dört temsilci çıkartabiliyorlar.”

Kültür hayatında kendilerini yapısal olarak nasıl gösteriyorlar?
“Kültür Ev’leri var. Ruse’de bir Türk Kültür Derneği var. Burada, Varna’da Varna Türk Kültür Evi, Sabahattin Ali Kültür merkezi mesela. Daha çok folklör ile koro çalışması var. Müzik ve folklörden sorumlu Nejdet Ahmedov. Türk Halk Müziği ve folklor hocalığı yapıyor. Türk ve Bulgar gençleri beraberce hem Bulgar hem de Bulgaristan Türk’leri folklörünü oynuyorlar. Ayda bir konser oluyor. Kitap ve dergi çalışması maddi nedenlerle biraz geriledi, hatta yok oldu denebilir. Komunist zamanında kitap ve dergi yayınları tabi biraz daha fazlaydı. Sonra 1984’den başlayıp 1989’a kadar süren Türk’leri yok görme politikası, ad değiştirme ve inkar sürecinde o faaliyetler de yok oldu. Tek tük olan camiiler yıkıldı. Türk’lerden kalan tarihi mezar taşları yada Verna’nın merkezinde olan Sultan II. Mahmut döneminden kalan tarihi eserler yol yapımı vesair gerekçesiyle tahrip edildi. Benim adım Turhan’ı Tihan yaptılar. Soyadım Rasi kaldı, çünkü Rasih’in h’sı zaten düşmüş. Rasi bulgarcada papazların bir nevi üst elbisesi manasında olduğundan kaldı. Bir de yazarların soyadlarını değiştirmediler, çünkü yazdığı kitapları var. Bulgar kökenli ve soyadları Türkçe’den gelen çok yazar var. Hacıev, Terziev yada Boyacıev vesair gibi. Bir arştırma kitabımda bu isimler ve diğer binlerce –aşağı yukarı altı bin kadar- Bulgar sözcüklerin Türkçe kökenden geldiğini örneklerle gösterdim. Bu araştırma kitabımı iyi bir baskı ile yayınlayamadım. Bir yayınevi çıkar ve cesaretle yayın için basıma verir umuyorum.“

Türkiye’deki edebiyat burada nasıl tanınıyor?
“Şu ara burada Türkiye edebiyatından Bulgarcaya çeviri çoğaldı. En son Orhan Pamuk okuma yapmak için buraya geldi. Elif Şafak’ın ‘Baba ve Piç’ çevirisini okudum son olarak. Çok ahım şahım değil ama, eyvallah! Rüstem Aziz on kadar kitab tercüme etti. O da onun tercümesi. ‘Son Yeniçeri’ çıktı. Hatırlamıyorum, kimin di o?”

Reha Çamuroğlu’nun.
Evet.Onun diğer kitabıyle beraber çıktı. Çok güzel bir kitap. Bir de Sadık Yalsızuçanlar’ın ‘Gezgin’ kitabının çevirisi çıktı.”

Nası, ilgiylel okunuyor mu?
“Evet ama biraz ağır okunuyor. En son Sebahattin Ali’nin otobiyografisi çıktı bulgarca olarak. Nobel Ödülü alması gereken yazardı. Çok çabuk gitti. Türkiye’nin büyük suçu
var. Bilirsiniz, o Mestanlı’da doğmuş bir yazar. Onun 105. Doğum yılını kutladık burada. “

Bulgaristan Türk’lerinin kültürel yaşamı nasıl, okullarda anadil dersleri var mı?
“Var amasadece isteğe baglı ve her yerde yok. Türk’lerin yoğun olduğu mahallelerde bile bazen olmuyor. Ya öğretmen yok, emekli olmuş veya başka sebebden. Bazen de istek de yok çocuk ve gençlerde. Benim kızlar Türkçe biliyor ama torunlar pek istekli deyiller. Genç nesil daha çok isteksiz. Çoğu dersler bulgarca olunca haliyle Türkçe okuma ve öğrenme isteği de az oluyor.”

Türkçe gazete yok mu?
Günlük Türkçe gazete yok. Kırcali Haber gazetesi var, ama o da yerel. Zaman Bulgaristan gazetesi haricinde tüm Bulgaristan’a dağılan sadece bir iki mecmua var: Filiz, çoçuklara yayın yapan. Ümit, Hoşgörü ve diğerleri biraz daha edebiyat, özellikle de şiir ağırlıklı”.

Peki, Bulgar Türk’lerinin kültürel hakları ve istemleri nasıl ifade ediliyor?
“ Şahıslar var, öncü olan: İbrahim Tatarlı sofyada değerli bir büyük düşünür ve yazar. Halk ve Özgürlük Hareketi var ama biz kültür insanlarına pek desteği yok. Kültür ile uğraşanların işi zor. Yerel yönetimlerde meclis üyeleri var. Belediyelerde başkanlar var. Ticarette başarılı olanlar var. Bu da bazen kiminin gözüne batıyor. Irkçıların Türk’lere nefretliği var ve bazen saldırı olayları da oluyor.

Yine de Türk kökenli aydınlara büyük görevler düşüyor. Türk kökenli Bulgarca yazan mizahcı sadece ben varım. Tanınmış on kadar Türk kökenli yazar var. Şair Nacif Erfadu her iki dilde yazıyor. İsmail Çavuşev var. Sabri Alagöz ve diğerleri. Bunlar bizim yaşlarda. Bir de daha çok Bulgarca yazan genç nesil var. Mesela Mehmet Ali Pleven’de çok güzel bulgarca şiir yazıyor.”

Yazar ile sohbetimizi Varna’da İnegöl usulü yapılan köftecide damak tadıyle tadlandırıyoruz. Sahibi Türkiye’den buraya on sene önce yerleşmiş. “Istanbul’dan seneler önce burada olmuş bizimkiler; erenler ise onlardan da önce buralarda zaten yaşıyormuş, neden gelip yerleşmeyeyim ki?” diye bir sorumuzu cebablıyor. Ve ekliyor: “Beşer yeterki kendine ve çevresine adil olsun, nerede ve nerenin insanı olursa olsun!”

Reklamlar