Tercümesi Raziye ÇAKIR

Şehitlerimizi anıyoruz:

Tarih: 04 Ocak 2018

“Deutsche Welle” – Almanya’nın Sesi Radyosunda yayunlandı

Konu:  1984 Zulmü Asla Unutulamaz!

1984 “soya dönüş süreci” şehitlerimizi anma törenlerimiz devam ediyor. Mogilyane köyü ve Momçilgrat şehri şehit ve kahramanların aziz hatırasına saygı, anıtlara çelenk ve çiçek koyma, mezar başında dua okuma ve mevlit törenleri devam ediyor. Bulgaristan Türklerinin bu çok anlamlı miting ve gösterileri yabancı basın, radyo ve televizyonlarının dikkatinden kaçmadı.

Avrupa Birliği’nin 6 aylık başkanlık süresinin Sofya’ya taşındığı şu günlerde Almanya’dan ve Sofya’dan yayın yapan “Almanya’nın Sesi” radyosu Bulgarca programında 1984’te başlayan Bulgaristan’da Türklerin isim ve kimliklerini değiştirme zulmünde açılan yaraların açık olduğunu ve sızlamaya devam ettiğine bir yazıyla özel olarak değinirken mikrofonlarını mitinglere katılanlara sundu.

Baskı ve terör uygulayanlara en büyük ceza Bulgaristanlı Türklerin vatanımızdan bir parça olması ve kışkırtıcı aşırı milliyetçilerin bizi aynı sokak ve mahallelerde yaşayan Bulgarlarla birbirimize düşürmeyi başaramamalarıdır diyen Vildan Bayramova şöyle konuştu:

“1984’te suç işlenmiş, katliam yapılmış, af etmiş olsak dahi, hiçbir şey asla unutulmamıştır ve unutulmayacaktır.” Mitingde Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklere karşı işlenen cinayetlerden bazıları hatırlanmış ve dualar edilmiştir.

Вилдан Байрямова ile ilgili görsel sonucu

Снимка: DW, Вилдан Байрямова

Deutsche Welle – Momçilgrat’ta şehitlere dua eden yerli Türkler. 2 Ocak 2018.

Güney Doğu Rodoplarda her yılın son haftasında ve yeni yılın ilk haftalarında 1984 – 1985 yılında Türk Milli Kimliğini korumak için silahlı polis ve ordu birliklerine karşı verilen kanlı direnişlerde şehit düşen kahramanların aziz hatırası saygıyla anılıyor, Müslüman adetlerine göre anma törenler düzenleniyor. O zaman Bulgaristan Komünist Partisi tarafından örgütlenen zorla isim ve kimlik değiştirme saldırılarına güya “soya dönüş süreci” denmişti. 26 Aralık 1984’te Mogilyane köyündeki kitlesel propesto gösterilerinde 17 aylık Türkan bebe ilk şehit düşenlerden biri oldu, annesi yaralandı ve 2 Türk daha kurşunlanarak öldürüldü. Türkan anısına kurulan çeşme ve anıt başında her yılın 26 Aralık günü kalabalık anma ve saygı törenleri yapılıyor. Bu törenlere Türkiye’den ve Almanya’dan da büyük sayıda Türk katılıyor.  O kanlı olaylar sırasında protestocu Türklerden biri olan, 1984’te yaşı ancak 20 olan Bayan Selime Ali hatıralarını şöyle canlandırdı:

“Perperek köyündeki dikiş atölyesinde ekip şef yardımcısı olarak görev alıyordum. Şefimiz bize isimlerimizi değiştirmeye gelecekleri haberini iletti. Bizden olay çıkarmamamızı, “disiplini” korumamızı istedi. Atölyemizin etrafını tank ve başka zırhlı araçlar sardı. Kırmızı bereliler içeri girdiler, panik başladı. Kargaşa çıktı. Bir saat sonra ben Kırcaali Milis Amirliğine çağrıldık ve işçilerin tepkisini kışkırtmakla suçlandım. 48 saat boyunca arasız üzerime çullandılar, manevi baskı gördüm. Silahlı kişiler bana yüzlerce defa “sen soy ağacını biliyor musun?  sorusunu sordu. Hamileydim. Hamile olmam beni “Belene” Ölüm Kampına göndermelerine mani oldu.

Sürekli kin ve öfke beslememize gerek yok.

İnsan başına gelenleri, çekileri, sürekli baskıyı unutamıyor. Gördüğüm zulmü kitaplaştırsam elimden gelmez, ama hiçbir şeyi asla unutamıyorum. Birçok kez ürperiyorum. Kâbus içinde uyanıyorum. Ağlıyorum. Selime’nin asla af edemediği acı gerçeklerden biri ise, Türk kabristanlığında mezar taşları üzerindeki Türk isimlerinin ve doğum ve ölüm tarihlerinin yontularak silinmesidir. Ölmüş kişilerin isimlerinin değiştirilmesi ve böylece Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlık izlerinin tamamen silinmesi ve devletin ölmüş kişilere dayattı isimleri aynı taşlara yazarak Türklük izlerini tamamen yok etme vahşetidir. Şunları hatırlıyor: “Korkunçtu. Tutunacak tek dalımız kalmamıştı. Anneannemin ve dedemin mezar taşlarını da söktüler. Bunları asla af edemem. Bu vahşetin özür olamaz ve olmayacaktır. Öç almak istemesem de, bu cinayetleri işleyenlerin kendi yaptıklarından utanmalarını istiyorum. Onlara en büyük ceza bizim vatanımızı sevmemiz ve Bulgaristan’da yaşamamızdır. Bizim vatanımızın ayrılmaz ve koparılamaz bir parça olduğumuzu gördükçe, içten içe kudurduklarını biliyorlar. Bizim, beraber yaşadığımız Bulgarlarla alıp veremediğimiz yoktur.”

Suçluların bilinen kişiler olması, toplumda görev almaya devam etmeleri, Selime’yi incitiyor. O görüşlerini şöyle paylaşıyor: “Adalet makamlarının, savcı ve yargıçların arşivleri açıp “soya dönüş süreci” suçlularına karşı yeni davalar açmaları gerekir. Biz, dostumuz olan Bulgarların ve komşularımızın bu işte suçu olmadığı görüşündeyiz. O zaman onlar da endişeliydi. Olaylardan ürkmüş ve korkmuşlardı. Suçlu olmadıkları görüşündeyim. Kızlarım bana o dehşet dolu günleri sorduklarında, bilinçli olarak detayları anlatmıyorum. Yavrularıma kin, öfke ve düşmanlık aşılamak istemesem de, hafızamı silmek mümkün değildir, herşey gözlerimin önünde, seslerini işitiyorum.”

Dehşetin baş gösterdiği anlar.

Momçilgrat’ta bu yıl yapılan anma törenlerinden önce Veli Şakir ile görüştüm. O halen Kırcaali şehrinde inşaatı devam eden Elektrik Enerjisi Üretim, Tüketim ve Depolama Parça ve Sistem İleri teknoloji Fabrikası Müdürü görevinde bulunuyor.  1984’te Tryavna şehrinde çalışıyormuş. Yılbaşından önce Cebel Belediyesine bağlı Ustren köyünde ailesinin yanına dönmüş. Köye vardığında sokak lambaları sönük, evler karanlık, her yeri ısız bulmuş. Köyde in cin yok. Köpekler bile havlamıyormuş. Bu zifiri karanlığın içinden birdenbire büyük bir alay yola çıkmış ve Belediye Merkezi Cebel’e yönelmiş. Şunları paylaşıyor: “Yalnız karma ailelerin isimlerini değiştireceğini iddia eden devletin maskesi düşmüştü. Birçok kişi tutuklanmıştı. Kardeşim milis amirliğinde eşek udan gelene kadar dövülmüş, kemikleri kırılmıştı. Milislerin baskın ve saldırıları gece gündüz devam ediyordu. Protesto alayına yediden yetmişe hepimiz katıldık.”

Tryavna şehrinde çalıştığım işletmeye benim adımı değiştirmek için alinde otomatik silahla gelen ve karşıma dikilen Bulgar asker arkadaşımın gözlerinde esef, utanç, pişmanlık ve rahatsızlık gördüm. Veli, beraber çalıştıkları Bulgarlara ne oluyor diye sorduğunda şu cevabı almış: “Onların da gönlü rahat değil, pişmanlık duyuyorlar, fakat hepsi emir kulu. Fabrikanın en büyük atölyesinde Bulgar işçileri mitinge toplanmış. Parti ve sendika yöneticilerinin öncülüğünde “Bulgaristan Bulgarlarındır.Türkler Türkiye’ye!” sloganları atılmıştır.

“O zaman 21 yaşındaydım. Kan kabartmanın ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamıyordum. “ diye anlatmaya devam eden Veli şunları paylaştı: “Arkadaşlık ettiğimiz Bulgarlar “seçtiğimiz” isimlerle alay etmeye başlayınca ve yakınlarımızı geleneksel Müslüman usulünce değil de, Belediyenin istediği gibi ayakkabılı ve elbiseli gömmeye zorlandığımızda işlerin derinliğinin farkına vardık ve hepimiz birden ürperdik. Endişemiz korkuya dönüştü. Hele devlet seni ismini değiştirmeye zorlarken, aynı zamanda Bulgarların seni yeni isimle kendilerinden biri olarak kabul etmediğini gördüğüm ve senin Bulgaristan’da yaşamanı da istemedikleri yüzüne vurulunca, işler değişti. Türklerin ruh hali birden döndü.”

Momçilgrat’ta (Mestanlı) isim değiştirmeye karşı direnişlerin öncü ve örgütçülerinden biri olan Mehmedali Ramadan defalarca tutuklandığını her defasında bütün yakınlarından halalık aldığını ve hep geri dönemeyeceğini düşündüğünü anlatırken şunları söylüyor: “Bu insanlar vatan ve vatan toprağının ne olduğunu çok iyi biliyorlar, sokaklarında ve balkonlarında asılı bayraklara bakınız. Hepsi vatana sadık ailelerdir. Kolektif suç olmadığını iddia ediyorlar ama üzerimize birlikte gelmişlerdi. Zaman suçlulardan hesap soruyor. Miliste dövülen Türker’den hala yaşayan birçok kişi var, sopacıları tanıyorlar, sokaklarda rastlaşıyorlar.  Bazen düşünüyorum da, biz onlara neden sırt çevirmedik, neden selam alıp veriyoruz, bize ettiklerinden sonra nasıl yaşadıklarını bilmiyorum. Biz Türkler hoşgörülü insanlarız. Af etmeyi de biliriz. Evlatlarımızı düşmanlık ve öfkeyle doldurmak istemdik. Bazen, bana da, öfkeni çıkarmak, öç almak istiyor musun? diye soranlar oldu. Her defasında gözlerimin önüne eli kanlı katiller değil, gerçek dostlarım geldi.”

“Göze göz” diyenler oluyor. Ben yasaların üstünlüğünden yanayım.

Kırcaali’nin merkezinde Agop Uzunbohosyan, Georgi Çeşmeciev ve Mehmet Uzunkış’ı oturmuşlar kahve içerken buldum. Agop ile Georgi, Türk kimliğini savunan ve isim değiştirme serüvenine karşı mücadeleyi örgütleyen birimlerden olan,  “Uzun Kış” adli Bulgaristanlı Türklerin insan hakları direniş hareketinin tarihiyle henüz tanışıyorlar. Örgüt lideri Muhammed 33 yıl önce işlenen suç ve cinayetleri asla af edemiyor. Ona casusluk, terörizm, devlete karşı etkinlik örgütleme, komünizme karşı propaganda yapma gibi uydurma suçlardan yargılanmış biri. Bulgar kulüplerinde kitarı ile müzik yaparak ekmek parası çıkaran müzisyen Kırcaali ili Benkovski belediyesinde orman yakmaktan tutuklanmıştı.

Ormanı ateşe veren tanımadığı kişilerin lideri ilan edilmişti. Sofya’da Merkez Sorgulama Dairesinde 5 ay işkence görmüş, Sofya Merkez Hapishanesinden sonra, Stara Zagora ve Pazarcık hapishanelerinde yatmış, o kadar çok zulüm görmesine rağmen, o da bugün öç alma yolunu seçmeyelim, diyor. Fakat “Uzun Kış” lideri her suçun cezası olmalı, hiçbir katile ceza verilmedi, diye ekliyor. Muhammedin kanısına göre, “öç alma diş dişe, göz göze olmamalı, yasaların üstünlüğü son sözü söylemelidir.”

Türklerin inim inim inletildiği günleri Agopğ da anımsıyor. “Aklımız karışmıştı. Felç olmuştuk. Ne olduğunu ve yapacağımızı bilmiyorduk. Bu adamlara yıllar boyu belirli bir isimle hitap etmişin, beraber top oynamışız, yeni isimleriyle hitap etmek bana çok zor gelmişti.” Diye başlıyor anlatmaye ve şöyle devam ediyor: “Kovuşturuldular, onlara Türkçe konuştukları için ceza kesiliyordu. 1985 yılının başında Varna’daydım. Uçak alanında Bulgar ismi olmayan vatandaşlara uçak bileti satılmadığı radyodan duyuruldu. 4 yıl sonra Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 Ayaklanması patladı. Türkler sel olup Türkiye’ye akmaya başladı. Bu sel benim birçok dostumu ve meslektaşımı aldı götürdü.. 1989’da milisler yine bastı evlerini. Silah zoruyla kovuldular. Milisler onlara 24 saat içinde Bulgaristanı terk etmelerini emrediyordu. Mühendisler, doktorlar, öğretmenler göçe zorlandı. Bir insanın ismini değiştirmek ağır bir suçtur ve cezasız kalamaz. Vatandan kovulmak asla unutulamaz. Bu suçlar cezasız kalamaz!”

“Türklere karşı işlenen suçlar, baskı terör, zulüm hiçbir zaman unutulamaz!”

Söze karışan Georgi Çeşmeciev de şöyle konuştu: “İnsanlarla alay edildi. Kimlikleri ayak altına alındı. Onurları darbe aldı. O zamanlar, Kırcaali pazarında bir bayide gazete satan bir Türk, Türkçe konuştu diye milis tarafından öldüresiye dövüldükten sonra, tekmelenerek yol kenarına itildi ve ben kendisini kliniğe götürenlere yardım ettim. “O dönem, benim Bulgar dostlarım, Türkler Bulgarlaştırılmalıdır,” diyordu. Ben, “Bu hiçbir zaman olamaz, hiçbir kimse kimliğini unutamaz, bu saldırılar hükümeti düşürebilir” diyordum, öyle de oldu. Ben onlara bugün de bunu hatırlatmaya devam ediyorum. Agop ile Gergi, “Türklerin isimlerinin geri verilmesi için düzenlenen Kırcaali mitinkilerine” katılmışlar. Bu istekle direnenlerin grubu küçükmüş. Yolun karşı yakasından “Türkler Türkiye’ye!” çığlıkları yükseliyormuş. Bunların hiç birisi unutulmamıştır.

29 Aralık 1989’da Bulgar devleti Türklerin isimlerini ve dinsel haklarını iade etti.

Şimdi meydanlarda yumruk sıkan yok.

Anma törenleri düzenleniyor. Bulgaristan Türkleri kimlik davalarına bağlılık mitingleri yapıyor. Duva ediyor. Mevlitlerde beraber oluyorlar. 33 yılda yenilenemeyen hayat hepsini üzüyor.

Vildan Bayramova-Bulgaristan.

Reklamlar