Tarih: 06 Ekim 2018
Yazan: Rafet Ulutürk – BULTÜRK Genel Başkanı
Konu: Zamanı dolmuş ve gereksiz olmuş bir devrin, artık asla ihtiyaç duyulmayan tortusu – komünist totaliter kalıntı…

Meriç’in Egeye dolduğu boşluğun sağ yakasında Enez Sazlığı vardır. Gün uzayıp, sular ılıdığında uzun uzun yılan balıkları dolar sazlığa ve saz bellerine sürtüne sürtüne bırakırlar yumurtaları oracığa. Brezilya koylardan her sene geldikleri anlatılır.

Kırca Ali “Dimitır Dimov” Devlet Tiyatrosu basamaklarını birer birer çıkarken sazlık balıklarından fazla, 70 yıl sonra Atlantik ötesinden dönen ve orada kaleme aldığı 300 sayfalık “Komünizm Altında Bulgaristan” kitabinin bir bölümünü (1984-1989)  “Belene” Zulüm Kampı mağduru kardeşlerimize ayıran Bayan yazar Nasya Kralevskayı düşünüyordum. Oturacağım koltuğu seçerken kafamda yanıt aradığım soru şuydu:

Bayan  Kralevska gibi ömrünün hemen hemen tümünü Birleşik Amerika’da geçiren, anadilinde yazan, konusu da Vatanı ve onun insanları olan bir yaratıcı, bir Bulgar yazar mıdır yoksa bir Amerikan yazar mıdır.

Kendisine refakat eden Hristo Hristov gibi Sofyalı yazarlar, Bayan Kralevska hakkında “Üstün kabiliyetli Bulgar yazar!” dediler.

“Komünizm Altında Bulgaristan” “Riva” basım evinde hayat buldu ve 2016 sonunda çıkan birinci baskısı artık tükendi. Sofya ve Filibe (Plovdiv)  gibi şehirlerde okurlarıyla görüşen ve isteyenin kitabını imzalayan uzak yoldan gelen Bayan yazar, Türklerin sık yaşadığı Blogoevgrad, Şumnu ve Razgrad gibi şehirleri de ziyaret edecek ve çekilerini anlattığı insanların gözlerine bakmak istiyor. Kırcali’de salon dolup taştı. Sorular soruldu, cevap alındı, dertleşildi.

1997 yılının sonunda Harvard University Press tarafından Fransa’da 2 cilt halinde çıkan “Komünizmin Kara Kitabi” hazırlanmasında Bulgar araştırmacı yazar Plamen Tsvetkov etkin rol almıştı.
Ardından Sofya’da 2 cilt halinde “Totaliter komünizmin Tarihi” basıldı. Paralel olarak Bulgaristan okurlarına 4 ciltlik “Komünizm üstüne” adlı yapıt da sunuldu. Ne yazık ki, “demokrasi” koşullarında okura iletilen bu eserlerin ve düzenlenen forumların etkisiyle Bulgaristan gerçekliğinde ve vatandaşların zihinsel derinliklerinde isyan yaşanmadı. Örnek veriyorum. Almanya’da “Hitler Stadt” (Hitler şehri), “Himler Gasse” (Himler Yolu), “Heidelberg Park” (Heidelberg Parkı) gibi faşistlerin isimlerini taşıyan sokak, meydan, park vs yoktur. Bulgaristan’da ise, “komünizm suçlu bir düzen” ilan edilse de, totaliter rejim zulmünü uygulayanlar övülmeye devam ediyor. “Dimitrovgrad” şehrinin adı değiştirilmedi, Todor Jivkov’a Pravets’te yeni anıt, Penço Kubadinski’ye de Kubadın (Loznitsa) Belediyesinde bu sene büst dikildi vs. Bu derin analiz eserlerinden hiç biri 10. ve 11. Sınıflarda tarih kitaplarına ek eser olarak listeye alınıp gösterilmiyor. Olay o kadar feci bir durumda ki, bu yıl Sofya Üniversitesi açılışında yapılan bir ankette, “Merkez Komitesi binası nerededir?” sorusuna katılanlardan yarısı yanlış cevap vermiştir.
Oysa 1944-1989 yılları arasında ülkede baskı ve terör uygulayan Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi (MK) binası üniversite ile aynı sokakta bulunur. 28 yıldan beri seçilen milletvekilleri eski BKP MK’de “komünist katillerin” çalıştığı ofislerde görev yapıyordu. Bir yıldan beri Başbakan Borisov hükümeti 7 katlı MK binasında iç onarım yapmış, görkemli ful otomatik meclis bileşimi salonu açmış ve eski meclis binasını müze yapacakmış.

Babası Dimitır Stanişev BKP MK Politik Büro üyesi olan, şimdiki Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Avrupa Parlamentosu milletvekili ve Avrupa Sosyalistleri (PES) Genel Başkanı olan Sergey Stanişev, kapısının üzerinde “Birleşmeden Güç Doğar” yazan Halk Meclisi’nin Osmanlı devri Sofya Beylerbeyliği Müslüman mezarlığı üzerine kurulmuş olduğunu öğrendiğinde şöyle dedi:

Tarihle ilgilenenler kör cahillerdir.”

Amerika’dan gelen yazar Nasya Kralevska “Komünizm Altında Bulgaristan” araştırmasını 15 yılda hazırlayabilmiş. Konuşmasında, “yakın geçmişimizde açılmadık çok sayfa var” dedi. Eserin özel ilgi alanlarından biri de 1944 yılında kayıplara karışanların listesidir. Kitapta yer alan bu liste üzerinde yapılan değerlendirmeden sonra “Bulgaristan halkının elit kısmı” yok edilmiştir, diyor.

Yukarda verdiğim örnekler bana Türk yazar Fakir Baykurt’un şu dörtlüğünü anımsattı:                  

Öğretmen yalvarmaz,
Öğretmen boyun eğmez,
Öğretmen el açmaz,
Öğretmen ders verir.

Nesiller, bilenler ve bilmeyenler arasında çok derin bir hendek açılan ve bu uçurumun doldurulması için Milli Eğitim ve Teknoloji Bakanlığını hiçbir gayrette bulunmadığı Bulgaristan’da en büyük ödev öğretmenlere düşüyor. Yazarın da vurguladığı gibi 1944-1989 arası tarihi yeniden süzmek gerek.
Şu noktaya değinmek istiyorum. Yazar N. Kralevska’nın babası Doktor Kralevski’nin de yargılandığı Halk Mahkemesi, 1879 Anayasasına rağmen ve 1947’de Büyük Devletlerarası Paris Barış Anlaşması imzalanmasından önce açılmıştır. Oysa şimdiye kadar basılan, komünizm suç ve cinayetlerini araştıran birçok eserde, büyük sayıda ordu mensubu, bilim adamı, milletvekili, yazar ve şaire ölüm cezası veya ağır hapis cezaları veren Halk Mahkemelerinin adı geçen Paris Anlaşmasına göre “açıldığı” ve “çalıştığı” anlatıldı.

Kitaptaki belgelere dayanan derin analiz, 75 yıl önce meydana gelen ve özellikle 2017’de aşırı sağcı “faşist” güçlerin iktidara ortak olmasıyla şiddetlenen sahte propagandanın – İkinci Dünya Savaşında Sovyetler Birliği Bulgar Çarlığına savaş ilan etti – uydurması da araştırılmış ve III. Boris hükümetinin Moskova’ya savaş ilan ettiği gün gün ışığına çıkarılmıştır.

1984’ten başlayıp hızla tırmanan, Bulgaristan Müslüman Türklerine yapılan şiddetli baskılar, yargısız infazlar, aydınların “Belen’e” toplama kampına atılması, hapishanelerde çürütülmesi ve yurttan sökülüp atılması da özellikle araştırılmış, “kültürel soykırıma” uğradığımıza vurgu yapılmıştır.

Bu eserde 1944 Halk Mahkemeleri kararları, orduya, aydınlara, din adamlarına ve “soya dönüş süreci” ardına gizlenip etnik, dil ve din azınlıklarına yapılan baskılar aynı objektiflikle, yalnız belgelere dayanılarak mağdurlarla ve yakınlarıyla söyleşiler yapılarak değerlendirilmiştir ve Kırcali gerçekçi, demokratik kamuoyunda büyük ilgi ve destek bulmuştur.

Biz, BULTÜRK Derneği yönetimi olarak Bayan Nasya Kralevska’nın 1944 – 1989 yılları totaliter komünist şiddet gerçeklerini birer birer gün ışığına çıkarma çalışmaları sökmeye çalıştığımız zulüm duvarından bir tuğla olarak gördük.  Önce ikinci baskısı beklenen eserini Türkçeleştirip, izniyle İstanbul’da da bastırıp “Belene” mağdurlarına ve onların yakınlarına dağıtıktan sonra yazarı davet edip İstanbul ve Bursa’da “komünist zulmü lanetleme” sempozyumu düzenlemek istiyoruz.

Olaya yaklaşımımız şöyledir. Tarihi elemek, kınamak, gerçekleri yeni kuşaklara aktarmak ana vazifelerimizden biridir. Bulgaristan tarihi hastadır. Her doktor, geçmişi tedavi etmeye çalıştığı gibi, biz de tarihimizi yalanlarda ve çarpıklıklardan temizlemeye ve geleceğin ufkunu açmaya çalışıyoruz. Bulgar Tarihi içinde BULGARİSTAN MÜSLÜMAN TÜRKLERİ BÖLÜMÜ açma zamanı geldi.

Sayın okurların şöyle bir olaya da değinmek istiyorum.
Yukarıda değindiğim “Komünizmin Kara Kitabını” hazırlatan Harvard University, Rusya’nın Stalin devri ve İkinci Dünya Savaşı üstüne Savaşta Yenilen Almanya arşivinin büyük bir kısmını incelemiş ve özellikle “savaş cephelerinde tutuklandıktan sonra Toplama Kamplarına düşen ve orada sorgulanan Sovyet vatandaşları” ile şöyle bir açıklamada bulunmuştur.

Naziler tarafından esir alınan veya tutuklanan Sovyet vatandaşlarından 10 bin kişi Büyük Savaştan önce Stalin KGB-si tarafından tutuklanmış, çok ağır işlerde çalıştırılmış, değişik cezalar almış, fakat içerdeyken asla tecavüze uğramamış, tartaklanmamış, dövülmemiştir.” Aslında bunun aksini anlatan pek çok kitap da yayınlansa bile, Amerikan araştırmacılar, toplama kampları arşivlerini gerçekçi bulmuşlar ve bu konuda Rusya Federasyonu ve eski Sovyet Müslüman Cumhuriyetlerde yapılan psikolojik ve sosyolojik araştırmalardan yeni yeni çok farklı sonuçlar alınmıştır.
1950 yıllarının başında halkın % 93’ünün tanrılaştırdığı, Stalin’in ölümünden sonra ve Kruşçev’in “putlarla mücadele” yıllarında otoritesi % 40’a düşen Stalin’e saygı ve bağlılık yeniden %70’e çıkmıştır.

Bu gerçekler, halen değişik ülkelerde bulunan, sağ kalanlardan daha fazlası yurt dışında olan “Belene” mağdurlarının tavrını analiz etmekte yarar vardır. Bulgarlar arasında, terör mağduru olan, fakat bugünkü yoksullukla baş edemeyen yaşlıların % 32’si komünist dönemin “geri gelmesine” duacı olduklarını gizlemiyor ve mafya- oligarşi diktasına karşı direnmek istemiyorlar.

Yoksa tortu üste mi çıkıyor?
Yılan balıkları baharda sazlığa yine gelecekler…
Bu sorunun cevabını birlikte aramak zorundayız.
Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

Bizi izlemeye devam ediniz…
Paylaşmayı da unutmayınız.

Reklamlar