Şakir ARSLANTAŞ

Yazılanları dikkatle izliyorum da, şu 25 yılda ciddi ileri adım atılamaması, çoğumuzu ciddi bir şekilde ilgilendirmeye başladı. Aramızda durumundan memnun olanlar da var da, bu gidişin gidiş olmadığını kavrayanlar çoğalıyor. Yolumuz Avrupa Birliği (AB) diyoruz, hele Türkiye bu konuda çok yoğun diplomatik çaba harcıyor ama işte Bulgaristan örneği, üyeliğin başladığı 2007’den beri yerinde sayıyor ve bir türlü birinci vitese takıp çekilemedi. Diğer taraftan, AB ile Birleşik Amerika (ABD) arasında Ortak Pazar kurulması ve tüm alış verilin gümrüksüz ve teşvikli olması, üreticilerin gözünü Batı Dünyasına çekiyor.

Bu işlerde en büyük rol kimdedir ve bizden sorulan bir şey var mı?

Önce: AB Parlamentosunun rolü nedir?

28 ülkeden milletvekillerinin bir mecliste tartışıp uyulması zorunlu karar aldığı ve 1950’lerden beri Avrupa tarihinde en büyük ekonomik ve politik topluluk olan AB işlevsel bir yapıyla biçimlenmeye çaba gösteriyor. 25 Mayısta yapılacak seçimlerin bu açıdan önemi büyüktür. Yani oluşamamış olanı tamamlamak açısından yapılacak işler var.  Bu arada, biz AB’ye girdik gireli Avrupa ve dünya bunalımdadır. Ortam ve olaylar 2008 mali bunalımıyla çok çelişkili oldu.

 

Küçük bir örnek: 1981’de Yunanistan’ın AB üyelik görüşmelerini yürüten Leonidas Hrizantopulus, geçen hafta kendisine “en fazla emel ettiğiniz nedir?” diye sorulduğunda, “Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nden çıkması görüşmelerine başkanlık etmektir” cevabını verdi. Geçen sene, sanayisi olmayan bu adalar ülkesine Avrupa Birliği merkez bankasının 300 milyar verdiği düşünüldüğünde, insanın aklına ilk gelen, “yap iyiliği, bul kötülüğü” oluyor.

 

İkinci örnek: Maceracı İtalyan başbakanı Berliskoni’den sonra Başbakanı olan Enriko Leta son basın toplantısında, “İnsanlar yeni tip politikadan gereksinme duyuyorlar!” dedi.

İşte şu iki örnek bile, AP Parlamentosu ne gibi kararlar tartışırsa tartışsın topluluk birimleri olan ülkelerde farklı bir hava estiğini, faklı bir bekleyiş olduğuna inanmamıza yeterli değil mi? Yunan çözülmek isterken, İtalyan birlik olup ileri bakmamızı öneriyor.

 

Bu satırları, 25 Mayıs 2014 günü 28 ülkede bir anda yapılacak olan AB Parlamento seçimleri hazırlıkları döneminde yazıyorum. Bu seçimler öyle önemli olmalı ki, Bulgaristan’da 125 yıllık gelenekleri olan Sosyalist Parti (BSP) yi “ABV” ve BSP olmak üzere, ikiye böldü. AVB oluşumu bu seçimlere kendi alternatif listesiyle girip birkaç farklı vekil çıkarmak istiyor. Bilirsiniz en büyük ateş bile, bir kıvılcımla tutuşur. Sofya’da tutuşan yeni ocak, KİMİ ISITACAK? Görüldüğü üzere, AB Parlamentosu içinde 28 üye ülke dışında, başka dev güçlerin de çıkarları var ki, onlar da sandalye kapmak, kendi adamlarını o meclise sokmak istiyorlar. Bulgaristan örneğinde bu, Moskova etkisiyle en kolay anlatılabilir. Özellikle 1990’da dağılan sosyalist ülkeler topluluğundan bir ülke olan, 7 yıl önce AB üyeliğine kabul edilen ülkemizde, Rusya’nın etkisi dinmeyen ardıcı dalgalarla devamlı hissediliyor, insanları korkutuyor. Farklı bir değişle, Moskova bizdeki, dolayısıyla da AB içindeki etkisini daha da büyütme peşindedir. Kuşkusuz bu çabaların çok ciddi tepkiler ve çatışmalarla karşılandığı da herkesin gözü önünde gelişiyor. Bizde Ocak 2013’te işler bir halk oylamasına kadar gitmiştir. Şimdi, başka bir AB üyesi olan Macaristan Moskova tarafından kurulacak yeni bir AES konusunda ikiye bölündü. Rusya’dan kopmak isteyen Kiev halkı kışı meydan savaşı vererek geçiriyor. 2013’te Rusya’nın kuracağı “Belene AES” ne halk “hayır” dedi. Baskıyı yoğunlaştıran Moskova Bulgaristan’ı Paris Ticaret Mahkemesi’ne verdi. Bizden 1 (bir) milyar Euro tazminat istiyor.

İlk bakışta Rusya taraftarlığını yaşatmak için ayakta durduğu sanılan Sosyalist Parti BSP, aslında AB ve ABD’ye göz kırpıyor. Eski cambazlıklar geçmez oldu. Demek başka, yapmak başka olduğundan “Belene AES” ni yapalım” deyenlerin başını çekmesi için Moskova eski Cumhurbaşkanı ve “ABV” bölüngü başı olan Georgi Parvanov ile ekibini hareketlendirdi. İdeolojik olarak bakıldığında, BSP’yi bir sosyal demokrat parti olarak kabul edenler, “ABV” grubunu bir sosyalist kanat olarak algıladılar. Birbirine yakın ve farklı olan bu iki dünya görüşü “sol politika uygulayacaklarını ilan eden ama sağ politikaya saplanan sosyal demokratları bunalıma itti. Seçmen her şeyi dört dörtlük görmek isterken aldatılmak ve çarpıklık istemiyor. Bu anlamda, AB parlamentosu üye ülkelerin tüm politik renklerini taşıyan çok renkli bir politik tablodur. Üye ülkelerdeki renk cümbüşünün somut minyatür yansımasıdır. Şimdi sosyal demokrat olan (BSP) yi AP parlamento seçimleri öncesi bölenlerin bu minik ama çok renkli parlamenter oluşumda sosyalist ağırlığın artmasından yararları olduğunu düşünmek isabetli olur.

 

Savunduğu görüş açısının ucu karanlık olan, zamanını doldurmuş liberal kapitalist demokrasi hayaline takılan Hak ve Özgürlükler Hareketi ise, ilk dönemde Brüksel’e 4 milletvekili gönderdi. Şimdi Velingrad’ta “eski mevzilerimize dönelim” açıklamasında bulunan “fahri” politikacı Doğan 4 olursa “Yarabbi Şükür” demeye hazırlanıyor. Sosyolojik anket sonuçları ise 2 (iki) vekil diyor. Gönül ister ki, fazla olsun. Kuşkusuz bu rakamın küçülmesi değil, büyümesi beklenirdi. Fakat HÖH politikasında akıl almaz kurnazlık olduğunu fark eden seçmenimiz, balıksız göle olta atmaya bıktı. Hep aynı insanlara oy verme de bıkkınlık getirdi. Kimde bu dünyaya politikacı gelmemiştir, bir az da başkaları denesin, desek de kulak veren yok. Hedeflerine ulaşmak için ellerinden geleni arda bırakmıyorlar. Fakat “biz” deyip “ben” yazıyorlar.

Örneğin biz soydaşlarımın ki, hepimizin elinde Bulgar kimliği var, hepimiz Bulgaristan vatandaşıyız ve her seçime katılma hakkımız anayasal hakkımızdır. AP seçimlerinde de  oy kullanmaya hakkımız var ama aday göstermeye hakkımız yok. Nedenmiş o? Dediniz değil mi? Çünkü AB üyesi olmayan bir ülkede oturuyormuşuz. Bizim durumumuz HAREMDE sırasını bekleyen cariyeden kötü, çünkü sıramız belli değil. Lan lan lom.

 

Bu yüzden Ocakta Türkiye’ye gelip Dernek Başkanlarıyla temas arayan HÖH Yönetim Kurulu üyeleri ve onların arasında en yoldan ve en anlayışlı biri olan Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz soydaş nabzı yoklamaya çalıştı. Bulsalar işimize karışıp AK Pariye oy vermeyin CHP’ye ya da Sararmış Güle oy verin diyecekler. Size ne desek kızıyorlar. Sonra kuyruklarını kıstılar ve dört laf söylemeden def olup gittiler. Şimdi de Bursa’ya çullanmışlar. Oy dilenciliği yapıyorlar. Lokumlarını tadamadık. .Bir toplantı yapıp göğsünü gere gere biz bunu şunu yapacağız, bu sizsiz olmuyor, bizi bu defa da yalnız bırakmayın, ana dayanağımız, orta direk sizsiniz deyemedi. Ben, Kırcaali şehrine bir Türk Okulu ve bir de cami yaptırmadan belediye başkanlığını bırakmayacağım deyebilseydi, yine herkesin gönü bir hoş olurdu.

 

Nedir bu donukluk? Nedir bu korku?

Bulgaristan politikacıları, bir derin dondurucudan farkı olmayan,  TOTALİTARİZM DOLABİNDAN çıkarken yani 1990’da dolabın kapısını açık değil de birazcık aralık bıraksalardı, bugüne kadar buz çözülüp eriyecekti. Ama şu komünist kafaların ne olur ne olmaz “yedekli olalım” mantığı var ya, bu düşünce tarzı hiçbir şeyin değişmesine yol vermedi. Evet, ekonomi çöktü, sosyal sistem çöktü, aç kalanlar Vatandan kaçtı, çocuklar cahil kaldı, kovulanlar komşuya sığındı, hayatın demiryolu garında 50 ray yolu var da, bizim tren hiçbirine bindirilemedi, kalkan trenin lokomotif düdüğü ötmedi. İstasyonda bekleyen yolcular kilometre taşları olmayan bir trene binmek istemiyor. Oturan durumu politik sözlerle şöyle anlatabiliriz:

Son 25 yılda 10 Bulgar hükümeti kuruldu. 10 (on) Başbakan değişti. 240 kişi bakan oldu ve totaliter buz çözülmedi, ekonomik ve sosyal yaşam donmuş ve ısınmak için yerinde sayıyor, donu çözülmemiş tarlaya tohum saçacak yatırımcı bulmak zor, herkes akıllanmış, kimse yalana dolana inanmıyor, yolsuzluk ve rüşvet kurbanı olmak istemiyor. Son gelişmeler, AB üyesi olalıdan bu yana ödediğimiz üyelik aidatı, Brüksel’den aldığımız yatırımlardan 2 (iki) kat daha fazladır. Biz ne yapsak kazığa oturuyoruz, çünkü inkişaf yolunu oluşturan ortamı henüz yaratamadık.

Soru: Bu yıllarda Başbakan olan, Cumhurbaşkanlığı yapan, Bakanlık koltuklarına oturanlar hale ne işle meşguldür? Onlar insanların gereksinme duyduğu yeni tip politikaları üretmeye çalışıyor mu? Yoksa köylerine çekilip koyun mu güdüyor. Bazılarının Saraylara gizlendiğini be insanları görmekten tiksindiğini biliyoruz. Birkaçına şöyle bir bakalım: Ahmet Doğan ve HÖH’lü elit tarafından desteklenen Başbakan Filip Dimitrov ne işle mi meşgul!

Politikadan el çekmiş. Son 5 yılda Bulgar gazetelerini okumaz olmuş. Gürcistan’ın Başkenti Tiflis’te bir dağ evinde, viski içerek AB yüksek gözetimcisi görevini yürütüyor.

Bulgar sanayi tesislerinin dibine kibrit suyu döken Başbakan İvan Kostov, son seçimlerde bir milletvekili çıkaramayınca, politikadan çekildiğini ilan etti ve Yeni Bulgar Üniversitesinde ders veriyor. Vatanımın başına bu kadar büyük belalar açan bir Rus ajanı politikacının anlatacak ne sözü olabilir ki? Neyse.

İspanya’dan gelip Sofya hükümetine Başbakan olan Simeyon Sakskoburgotski, önce dedesinin ve babasının Bulgaristan’da bir damla terlemeden el attıkları malı mülkü kendi malı olarak tescilledi, şimdi de kaybettiği “Çar” saygınlığını yeniden yaratmaya çalışıyor ve kumarhane dolaşıyor.

Eski Başbakanlardan İnjova bir arada basamak süpürüyordu, Videnov ise bir domuz çiftliğinde muhasebe işlerine bakıyor.

Şimdi AL BİRİNİ VUR BİRİNE desem, çok ileri gittin diyeceksiniz. Durumun vaziyeti budur.

 

ÖYLEYSE NE YAPMALI?

Derin inancıma göre, Nikolay Barekov tarafından kurulan ve yönetilen “SANSÜRSÜZ BULGARİSTAN” partisinin tezlerinde dikkat çeken bir öneri var.

POLİTİKADA İKİ DÖNEMDE FAZLA GÖREV ALMAK YASAKLANMALIDIR.

Bunun anlamı şudur:

Milletvekilleri 2 (iki) dönem yani en fazla yani azami 8 (sekiz) yıl mecliste kalabilir.

Bir bakan 2(iki) dönemden fazla bakan olamaz.

Genel Müdürler, Yüksek Yargı Organı yetkilileri, Polis Şefleri, İstihbarat Başkanları, Üniversite Rektörleri vb. vb. 2 dönemden fazla görevlerinde kalamaz.

Bu olursa, totalitarizm döneminde yetiştirilmiş, politikayı baba mirası bilen, boş kafalı olmalarına rağmen Genel Müdür koltuklarına yakıştıklarına inanlar, mesleklerine dönmelidir. Bu işin içinde hatır saymak olmamalıdır. 2013 yılı Temmuzunda hükümet katlarına atamalardan oligarşinin ve mafyanın el çekmesini isteyenler tamamen haklıydı ve bu mücadele devam etmelidir. Bu arada, Saraylarda sefa sürenlerin cep telefonlarına ve saray telefonlarına, teleks ve internet bağlarına el konmalı, dünya ile yazışmaları bile kesin ama tamamen yasaklanmalıdır. Tüm müdahale mekanizmaları iflas ettirilmelidir. Gizli polis teşkilatlarına gelince, gizli polis politikaya ton vermek için kurulmadığına göre, yasal yönetim, yargı ve yürütme işlerine saygılı olup, müdahale etmemelidir. Polisin işi parlamento etrafını, üniversiteleri vb. işgal etmek değil, barışçıl yollarla huzur ve güven sağlamak, normal yaşam kurulmasında rol oynamaktır.

Ancak 8 (sekiz) yıllık aralarla yenilen bir meclis, bakanlıklar, yargı organları ve güvenlik makamları genç kan, yeni düşünme, bakış açısı ve uygulama biçimini yaşama çağırabilir. İlerlemenin ana kuralı yaşamın değişmesidir. Yeni tip politika böyle doğacaktır.  Buzdolabının, derin dondurucunun kapısını açacak olan genç politikacılara ihtiyacımız var. AB parlamento seçimlerinde, Brüksel’e göndereceğimiz vekillerimiz de, oralara Moskova’nın veya eski komünist buz tezeklerinin menfaatlerini korumak, eriyip tarihten yok olmalarına engel olmak için değil, pencereleri ardına kadar açıp, ülkemizin dört bir yanına medeniyet ve modern uygarlık havası dolması için seçilmeli ve çalışmalıdır. Bu olmazsa, al birini vur ötekine. Başka yapacak bir şey kalmadı.

 

Reklamlar