Şakir ARSLANTAŞ

 

Kahveye çıktım. Bu gece saatler bir saat ileri çekilecekmiş. Cep telefonlarının işlevi bir de saati göstermek olduğundan, kimse yorum getirmedi. Karşı masada çay tazeleyen genç biri

 

  • Akılı telefonlarda saat kendiliğinden değişiyor, bir şey yapmanıza gerek

yok, diyerek lafa karıştı.

 

Yaşlıların ellerindeki “Noklya”lar zamanını doldurmuş modellerden olduğundan ve saati bir saat ileri çekip yeniden ayarlayarak cama çıkarmak için tam 9 işlem yapılması gerekiyor. Karşımda oturan Mustafa ağabey gence hitaben,

 

  • Oğlum yarın buraya uğradığında haber et. Bizimkilerin ayarına bir el at.

 Elimizden düşmez, ama ayar işlerini pek bilmeyiz, dedi.

 

Benim cep telefonum dokunmatik, saati kendiliğinden bir saat ileri alacak kadar akıllı mıdır, bu işi benim müdahalem olmadan yapar mı?, orasını bilmiyorum, çünkü yakında aldım, ikinci el, rehberi yoktu. Ne kadar “akıllı” olduğunu her gün biraz daha öğreniyorum.

 

Şu akıllı saat, akıllı telefon, akıllı sayaç meselesi eve döndüğümde kafamı kurcalamaya devam etti. Plağı değiştireyim diye, Varna’ya son gittiğimde, bir üniversite yılları arkadaşımın tavsiyesine uyarak satın aldığım ve oturma odasında konsolun kenarında dururken son aylarda yerini iyice ısıtan PROTESTO GÖSTERİLERİNİN AYNASI kitabini usulca aldım ve koltuğuma çekildim. Eserin yazarı – Petır KLİSAROV – 2013 – 2014 yıllarında Sofya’da ve Bulgaristan’ın diğer büyük şehirlerinde, bu arada Varna’da yapılan nümayişlere katılmış. Direniş günlerinde “Reformların Anahtarı Dolaysız Demokrasidir” kitabını yazıp akşam akşam dağıtmış.   Her geceyi sokak ve meydanlarda geçirenlerden biri olduğunu GİRİŞ’ te  anlatıyor.

 

Öğrenimini Kanada’da gören ve yine orada elektronik ve sibernetik yollarla toplumu etkileyerek şu ya da bu yönde oynatma (yönlendirme) konularında tez savunan genç yazar, “her şey bir başka şeyin devamıdır inancından çıkarak,” Fransız klasik  “Emil Zola”nın “ROMAN TOPLUMUN AYNASI GİBİ BİRŞEYDİR” eserinin başlığından esinlenerek seçmiş. 300 sayfalık inceleme çalışması bir roman değil. Bulgar toplumunun 1.5 yıllık hareketlenme nedenlerini gerçekliğe bağlı açıklama denemesi diyebiliriz. Girişte şöyle diyor: HEDEFİM GÜNÜMÜZ KİTLE OLAYLARININ GERÇEK NEDENLERİNİ AÇIKLAYABİLMEK VE RENGİ NE OLURSA OLSUN, DOĞRUILARI ANCAK GERÇEKLERİ TAHLİL EDEREK GÖSTERME ÇALIŞMAMDIR.

 

İçeriğin daha kolay anlaşılabilmesi için olacak, “Bulgaristan’ın yeni tip devlet yönetim teorisine ihtiyacı var” deyebilen bu cesaretle yazar tabloyu çizmeye ise şöyle başlıyor:

17 Şubat 2013’te Sofyalılar ikiye katlanmış elektrik faturalarını gördükten 2 saat sonra yani saat 13.30’da “Kartal Köprüye” yığıldı. Bu kadar insanı bir arada daha önce ancak 1990’da Demokratik Güçler Birliği’nin ilk mitinginde görmüştüm.

 

“Hiç kimse yeni faturayı ödeyecek durumda değildi. Kimileri “Kahrolsun Borisov!” çığlığı atarken, diğerleri nasıl olur da herkesin faturası aynı anda birden katlanır? Gibi bir soruya yanıt arıyordu. Elektrik fiyatlarına zam yapılacağına ilişkin hükümet kararı, bir haber, uyarı, hatta bu konuda bir gazete yazısı bile yoktu. Tramvay, yeraltı treni ve otobüslerle aynı meydana dolan insanların bir lideri, yönetim konseyi, kitle başkanlığı hatta bir dernek başkanı bile yoktu. İktidar partisi ve başbakanın gafil avlandığı gibi, aynı gün muhalefet de politik uyuşukluktan henüz ayılmamış, ne olduğunu anlayamamıştı. Politik değimle havuzun bendi patlamış, suya yön veren yoktu. Belki de o an hem muhalefet hem de iktidar olayın şok etkisini yaşarken, Almanya hükümetinden 42 defa daha büyük bir polis gücüyle korunan Bulgar Bakanlar Kuruluna bir şeycik olmasın diye tüm polis gücü “Kartal Köprü”ye yığıldı.”

 

Yazar şöyle devam ediyor: “İşte o zaman, o kalabalığın içinde sağıma soluma bakınarak olduğunu anlamaya çalışırken, bu muazzam kitleyi hareket ettiren, fakat görülmeyen bir el-kol olduğuna inanmaya başladım.”

 

Her akşamları göstericilerle birlikteydim. Dişi tırnağa takılmış insanlar birbirlerine sokuluyor ve birbirlerini anlamaya alışıyorlardı. Meydana her çıkışımda Bulgaristan’da devrimin olgunlaştığına inanmaya başladım. İktidar kitleyi yönlendiremediği gibi ana sorunu da çözemiyordu. Başka bir ifadeyle iktidarla kalabalık kitlenin nabzı farklı atıyor, yönetimin saati durmak üzereyken, kitleninki kendi kendini ileri alıyordu. Her sabah önceki günden süzülen izlenimlerimi kaleme alıyordum.

 

Yani bilgisayarımın başında “kitleyi hareket ettiren o eli-kolu” bulmaya çalışıyordum. İşin içindeki görünmeyen bir sihirbaz, bir hokkabaz eliydi. Böylesi durumlarda Başbakanlar topu hemen muhalefet sahasına atıp kurtulur. Sorumluluktan sıyrılmaya çalışır. 4 yıldan beri iktidardaki GERB devlet sofrasında yemeye alışmıştı. Ne yapacağını pek bilmeyen Başbakan B. Borisov’un dediği dedikti. 48 ayda yaptığı işlerin suyu sıkılsa, orman ve av alanları satışı, yol ve benzinci kenarında birkaç şerit gesme ve BTK bankasının altın senedini elden çıkarmadan başka dile dişe dokunan yapılmış iş yoktu. Buna rağmen,  yaşlılar hiç bir delik kapamayan emekli maaşlarına zam yapılmasında ısrar etmiyor, sanayi durmuş, kültürel yaşam tatile çıkmış olsa da beklemeyi yeğliyorlardı. 2004’te NATO’ya, 2007’de de Avrupa Birliği’ne üye olunca Batı Dünyasındayız havaları esse de, yaşlılar yörüngesinden yeni ayrıldığımız ama pek fazla da uzaklaşmadığımız Moskova ile ılımlı ilişkiler sürdürmemizden memnundu. Örneklemek gerekirse, sosyalist parti (BSP) yaşlı emeklileri protesto gösterisine davet ettiğinde ancak 30–40 bastonlunun bir araya geliyordu. Sosyolojik araştırma sonuçlarında hem Doğuya ve hem de Batıya yani iki ayağıyla da yere bastığı sanılan B. Borisyov hükümetinin düşme ihtimali kendini belli etmiyordu.

 

Meydanlardaki hava farklıydı. Meydanlara dolan kokuyu anlayabilmek için Stendal’i, Mopasan’ı, Balzak, Flober ve Dickens gibi yazarları okumak yeterli olmayabilirdi. Onlar insanları duygulandıran bir tarihi anlatmışlardı,  meydandakilerin hepsinde aldatılmış oldukları duyumu vardı, fakat hayat bir de nesillerin yarattığı doğruluk, dürüstlük ve adalet birikimiydi ki, bizde o yoktu. Aldatıldığı için isyan eden meydan, aldatanın karşılarındaki Bakanlar Kurulu, Meclis ya da Cumhurbaşkanlığı binasındakiler olduğuna inanıyordu

 

18 Şubat sabahı Rusya basınını izlerken “Moskovskiye novosti” (Moskova Haberleri) gazetesinde, “Rusya’da da son elektrik faturalarının çok yüksek geldiği, halk arasında elektrik faturalarına yansıyan zamma homurdanmalar başladığını” okuyunca durakladım. Aynı zamanda iki ülkede birden, ev ihtiyaçlarında tüketilen elektriğin Aralık 2012 ve Ocak 2013 faturalarına yüzde yüz zam gelmişti. Haberi arkadaşlarımla paylaştım. Olaya farklı açılardan yaklaşmaya başladık. Geceyi internet ağına bağlı olmayan bilgisayarları etkileme yön ve yöntemleri üzerinde bilgi alış verişi yaparak geçirdik. Elektik sayacını “marka”, üretim yılı”, ek işlevleri, “dışardan etkilenebilirliği” gibi açılardan araştırmak üzere gruplara ayrıldık. İlk tespitlerimizde, 2008’de Bulgaristan’a softuer ve harttueri internet ağına bağlı olmayan ama dışardan etkilenip yönlendirilebilen 1 000 adet bilgisayar ithal edildiğini saptadık. Parti Sofya, Varna ve Plovdiv’te satılmıştı. Aynı gün başkent semtlerinden Çingene nüfusun oturduğu “Filipovtsi”, “Vasil Levski”, “Fakulteta”, “Botunets” vb. elektrik sayaçlarının bir merkezde toplanmış olduğunu, özdevimsel ayarlı olup, hepsinin bir merkezden kontrol edildiğini ve etkilenerek yönlendirilebildiğini tespit ettik. Zamlı faturalar uzaktan kontrollü sayaç sahibi tüketicilerle birlikte herkese gelmişti. Yapılan kontrollerde faturadaki tüketilmiş kw saat ile sayaçtaki kw saatin birbirini tuttuğunu gösteriyordu.  Birkaç günde elektik sayaçlarına insan eli sürülmeden, kurşun damgası sökülmeden nasıl etki yapılabildiği ortaya çıktı. Şebeke buna izin veriyordu.

 

Başkan Vl. Putin “halka hitap ederek, herkesin zamlı faturayı bir defa olmak üzere hemen ödemesini, ödenen paranın gelecek ayın faturadan düşürüleceğini açıkladı ve duruma hakim oldu. Eşekliği fark etmiş ve dış müdahale yapıldığını çözmüştü. Rusya olayı sosyal karışıklığa yol vermeden geçiştirdi. Hedef Bulgaristan ile Rusya’da aynı zamanda isyan ateşi yakmak ve rejim düşmesine neden olarak iki ülkenin arasını açmaktı.

 

Gerginliğin tırmandığı bizde ise, gazeteler Başbakan Borisov hakkında kendini beğenmiş baba yiğit anlamına gelen  “baba yıt” yakıştırmasını yaptı.  Olayların gerçek nedenlerine inilmedi. Halkı hareketlendiren gerekçeli nedenleri araştırmayan Borisov, “gösterilerin Ahmet Doğan tarafından kışkırtıldığını iddia ederek” sorumluluktan sıyrılmak istedi. Bu defa gerekçeler kişisel değildi. Birileri birilerine ders verirken boyun eğilmesini istiyordu.

Bu işi yapanlar B. Borisov’un iki tezgâhta birden dokumasını, AB’nin Moskova elçiliğini yapmasını istemedikleri gibi, ülkemize kayıtsız şartsız hakim olmayı hedefleşişlerdi.

 

Şu “görülmeyen el-kol” 2013’ten beri Bulgaristan’da “cami kundaklamaktan elektrik faturalarına kadar” her işe burnunu etkin sokan geniş çapta ve sıkı örgütlü futbol taraftarları da aniden yeni bir takviye güç olarak meydanlardakilere karıştılar. “Kahraman Bulgarlar!” sloganına paralel “Borisov Gitsin!” çığlıkları yükseltmeye başladılar. Nümayiş alayı için gösteri izini alındığı asfalt caddelerin kenarlarında kaldırım taşı yığınları belirmeye başladı. Vitrinler bu taşlarla indi.

 

Polisin sert tepkisi ve kullandığı coplardan yere serilenlerin birinin başı bordür taşına çarptı ve ilk ölüm olayına Başbakan’ın cevabı: “Yola kan dökülmesine tahammül edemem! İstifa ediyorum!” oldu. O gün polis geri çekilmedi, fakat tüm kamaralar ve gözde gazeteciler olay yerindeydi. Sanki toplum “görünmeyen el-kola” teslim olmuştu.

 

Memlekette Borisov’u da başbakanlıktan atacak güçler vardı da kim olduklarını bilen yoktu. Şişeden cin gibi çıkan, adaletli düzen kurmak isteyenlerin saflarına katılmıştı. O günlerde o görülmeyen güç Bulgaristan’ı Moskova’nın kucağından alıp Amerikanın kolları arasına teslim etmek isteyen iradeydi. Para babalarının isteğine uyularak Plamen Oreşarski hükümeti kuruldu. Moskova sevdalıları olarak bilinen Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ve uşaklık yapan “Ataka”  Moskova yörüngesinde kalmak için son hamlelerini yapıyordu. 12 Mayıs 2013’te yapılan seçimlerden çıkan irade buydu. 17 ay iktidarda kalan bu hükümettin içindeki merkezden kaçan güç Türklerin Partisi olan HÖH’ü Moskova yörüngesinden çıkarsı ve Batı yörüngesine taktı. HÖH ile BSP ve “ATAKA” arasından kara kedi geçti. Yeni durumda HÖH partisi ile B. Borisov’un GERB partisinin Batı yörüngesinde buluşması gerekiyordu ama bu da olmadı.  Borisov, HÖH-DPS, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan’a yan baktığını gizlemedi. Kırcaali’de ve bazı başka mekânlarda birkaç kahve içse de, GERB partisinin Türklerin partisiyle yakınlık istemediği ortaya çıktı. Arayı ısıtmak için HÖH-DPS mecliste en kritik durumda GERB’e 2 kez tam destek verdi. Karşılık alamadı.

 

Bu uzlaşmazlığın özünü şöyle okumalıyız: Moskova “Güney Akım” borularını sizden geçireceğim, kira ödeyeceğim, işleri sizin şirketleriniz yapacak,  “Belene” AES kurup sizi Balkanların elektrik enerjisi babası yapacağım, “şimdi 3 milyar”, yarın 10 milyar” gönderiyorum vaatlerine HÖH ile GERB birlikte ağız açmışlardı. Hem Batılı hem Doğulu politikası çökünce, Moskova Bulgaristan’la işbirliği kapısını kapadı. Bulgar iri burjuvazisinin hayalleri suya düştü. GERB Başkanı Borisov AB ve ABD kaynaklarını paylaşmak istemiyordu. HÖH-DPS hazır oncuları ile işbirliği tehlikeliydi. Yeni durumu anlamak isteyenlere anahtar budur.

 

Bu olaydan çıkarılan sonuçlarsa şunlardır:

 

  • Halkın oyu, Allahın iradesidir!” havalarına girip, ebediyen iktidar koltuğunda

kalmak isteyenlere “perde ardındaki el-kol” – “kardeşim Tanrı iradesi biziz!” dedi.

 

  • Halkı aldatmak olmaz. Borisov Türk, Pomak, Çingene ve Müslümanların hepsinden

oy çalmak için Kırcaaliye gitti. Köyleri gezerken  “iktidar olursam Müslümanlardan 10 bakan yardımcısı atayacağım!” dedi, fakat özünde durmadı. Seçim kampanyasına ise Türkleri tavlamak için Şumnu bölgesinde başladı, Türklerle sofra kurdu, ava çıktı. “Su meselenizi çözeceğim, okullarınız onarılacak, hepinize geniş iş olanakları tanıyacağım!” gibi laflar etti. Oyların yüzde onunu Müslümanlardan aldığını hatırlamadı. Dertlerimiz devam ediyor. Halkımız çileler içinde bocalaya dursun, akıllı saat Satovça Belediyesinde Başbakanın arzuladığı gibi çalmadı. Halk akıllı telefon istemiyor, akıllı başbakan, iş yapacak bakanlar kurulu, sözünde duran bir parti bekliyor.

 

Evet, biz halkın oyuyla seçilen ama “akıllı elektronik araçlarla” bir hamlede hükümet devrilen bir çağda yaşıyoruz. Bu “gezi olaylarında” T.C.’de yapılamadı. Putin’e karşı sökmedi. Fakat bizde geçerli…

 

Dünya çok küçüldü. Geçen hafta son deneme Yemen’de yapıldı. Milli parası US Dolar ve Euro dalgalanmalarına yenik düşüp ezilmesine boyun eğmedi diye, Yemen halkının başına gelmeyen kalmadı, US uçaklarından bomba yağdı.

 

Aynı oyun bizi, B. Borisov kişiliğinde  “US kucağına” oturttu. NATO Sofya’ya yerleşiyor. Atom santrallerini US şirketleri yapacak. Dobruca’yı satarsak problem kalmayacak. Şimdi 5.5 milyonmuşuz, eğer birbirimizi yer ve 3 milyona düşersek, yani New York’un bir semti kadar kalırsak, yiyecek içecek sorunlarımız da çözülür. Amerikalılar “işkembe”, “kokereçi”, “sarımsaklı paçayı” filan falan bilmiyormuş, bize bütün sadakati gönderebilirler.

Balkan Komşumuz Kara Dağ 600 bin kişilik bir devlet. Nereden baksan 10 TIR-lık sorunu  var. Yardım edilecekse böyle nüfusu az devletlere edilsin ki, milletin yeme içme sıkıntısı tamamen kalksın. Tek sözle işlerin % 50’si akıllı telefonla görülebiliyorsa, elektrik sayaçlarının ayarı bozulup hükümet düşürülebiliyorsa şikâyet edilecek ne kaldı ki!?

 

Kanımca bir soydaşlar emekli olunca hepimiz geri dönelim. Komşuluk ederiz. Dönerken beraberimizde yirmişer otuzar “bodur ceviz” fidanı alalım. Boş tarlalarımıza dikeriz. Çeviz dediğin su istemez gübre talep etmez. Bodurundan diyorum, çünkü yaşlandık, yüksek olunca zor silkeriz. Ceviz gölgesinde piknik yapmak da var hedefte… Ben dikilmiş de kurumuş ceviz ağacı görmedim.  Nasıl olsa büyücekler, bol bol meyve verecekler, püskülünden çay, yaprağından boya kına, meyvesinden baklava yapar yaşatırız. Atalarımız 250 yıl önce o topraklara gül götürmekle anılmışlar. Bizim namımız da ceviz dallarında yaşar. Gölgeler hep parasız, her şey yanımıza kalır. Akıllı iş buna derim. O zaman akıllı telefona da gerek kalmaz, gölgeleri işaretleriz, gölge döndükçe saatin kaç olduğunu anlarız. O zaman bizi kimse etkileyemez, çünkü şu dünyada kabuğunda yaprağında böcek yaşamayan 3 meyve ağıcından biridir ceviz ağacı ve biz de gölgelerin en koyusunda yaşar gideriz. Akıllı olalım!

Reklamlar