Ertaş ÇAKIR

Tarih:  24 Nisan 2017

Konu:  Türkiye baştanbaşa değişmeye başladı.

            Büyük Türkiye temellerini atma şerefi kuşağıma düştü. Ne mutlu!

            Biz Bulgaristanlı göçmenler halkımızın atılımı içindeyiz. Gelecek bizim!

Fransa 1795’ten beri 5 defa “Yeni Cumhuriyet” dedi. Dördü çöpe atıldı. Beşincisi Yarı Başkanlık sistemiyle devrimler kalesini yönetmeye devam ediyor. Halk bin bir parçaya bölünmüş, dün yapılan (23 Nisan 2017) Cumhurbaşkanı seçimlerinde merkezci Emanuel Makron aldığı oylarla   % 24, aşırı sağcı  “Milliyetçi Cephe” lideri Marin le Pen ise % 22 oranında kalırken son 60 yılın “zafer çanları” çalındı.  Bu, bir halkın artık kesin karar veremeyecek duruma düşmesinin zaferi olabilir mi? Oy verenlerin % 38’i devrim ve değişim sembolü “Bastille” meydanında toplanarak “ikisini de istemiyoruz” çığlıklarıyla çıldırırken biber gazıyla sakinleştirildi.

Delirmek işten değil, Fransa’da % 25 civarında oy toplayanların zafer çığlıkları arasındaki fark yalnızca 2 puan. Avrupa bunu normal karşıladı. Hatta Tokyo Borsasında Fransız senetleri prim yapmış. Fransız halkının dip dalgası anında hareketlenmiş, meydanlar taşıyor. “Sizin söz hakkınız yok” diyorlar. Dünya böyle işte!

İstemeye istemeye analizimi Türkiye’ye getiriyorum. Referandum’dan % 2 fark çıktı. Düşman dünya ayağa kalktı. Makas açılmamış. Sapı kopmuş ne kadar tencere tava varsa hepsinden müzik aleti yaptılar. TV seyredenler dünyada Marks’ın “Kapital” eserini en çok okuyan halkın Türkler olduğunu sanacak. O, “bilinci belirleyen yaşam koşullarıdır” demişti. Fakat bu tespit birinci cildin ilk bölümünden, üçüncü ciltte, “bütün devrimler bir doğumdur, acısız olmaz” diye yazıyor. Ne ki, hiç kimse “doğum acısı” çekmek istemiyor, herkesin hayalindeki “düş ağzıma.”

Türkiye Büyüyor” dendiğinde başını kaldırıp yıldızlara uzanışımızı izlemeye üşenenler, 26 Nisan’dan sonra patlamış frene basıyorlar ve bir daha toslarsak, bu sonumuz olur “feryadı” koparıyorlar.

İnsanlığın geliştirdiği birçok yönlü bakış sistemi var.  İyi çıkarım yapmak için yanlışın içindeki doğrudan bütünü göremeyiz. Bütünün dışına çıkıp, olaylara kuş bakışı gerekiyor.

Tarihçiler Osmanlının dünyanın en büyük imparatorluğu olduğunu yazmaya alışmıştı. Milenyum bilgini Marks Osmanlı “cennetini” yaza yaza bitirememişti. Ondan önce dünyayı anlatan Dante (1470’ler), Cervantes (1547 – 1616), Voltaire (1694 – 1778), Herder, Leipnits, Herz, Goethe hatta Hegel tüm düşünce hayatında bizi anlatmış ve yazmış, dünyayı bizimle aydınlatmıştır. Düşman cephesinde baş olsalar da Fransız edebiyatının babası Victor Hugo, Rus edebiyatının babalarından biri olan Dostoevski ve başkaları da, ters açıdan olmasına karşın, hep bizi anlatmışlardır.

Hafta sonunda 21 -27 Nisan 2017 tarihli “168 Çasa” gazetesini karıştırdım. Tam 3 sayfasını “Büyük Türkiye” konusuna ayırmış. Yakın Doğu’nun 1982’de beri karışmasından başlayarak bugüne kadar, kaynayan Arap kazanının buharından geçinen, Arapça bilen bilim adamı Vladımir Çukov “Erdoğan’ın Türkiye’si, Türk yaşayan her yere karışacak” başlıklı yazısında, 26 Nisanda ufku açılan Büyük Türkiye’ye çok ciddi bir yaklaşımla karşı açıdan bir yorum getiriyor. “Sığınmacı” istilası, “Türkiye beşinci kol ordusu” ya da “DOST’lu müdahale” gibi kavramlar kullanmadan yazılan bu yazıda, ilk kez olmak üzere, eski kabuğundan çıkan ve niteliksel yeni bir atılıma açılan ve hedefinde “Büyük Türkiye” olan bir halkın çabalarının doğal olduğuna sanki yer veriliyor.

Çukov, Türkiye’yi 56 Müslüman devleti birleştiren İslam Dünyasının doğal ve geleneksel lideri olarak görürken, 21. yüzyılda Birleşmiş Milletler Teşkilatı Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip 6. daimi üyesinin Türkiye Cumhuriyeti olması ihtimaline yer veriyor. Gelişmelere bu açıdan baktığımızda, aynı makamda gözü olan Almanya’nın “Büyük Türkiye” ve % 86 katılımlı halk oylamasıyla yapılan anayasal değişikliğiyle parlamenter demokrasiden Başkanlığa ve Cumhurbaşkanlı Başbakanlık sistemine geçişe tepki göstermesini kendiliğinden ortaya çıkarıyor. ABD, İngiltere, Fransa,  Rusya ve Çin gibi Güvenlik Konseyi üyelerinin hepsinde iktidar tek elde toplanmış, Başkanlık ya da Yarı başkanlık sisteminde yönetilen demokrasilerdir. Önemli olan bu gerçekliğin arkasının dolu olmasıdır. Bu bakıma Türkiye’nin bir Başkanı tarafından temsil edilmesi doğal kabul edilmelidir.

Çünkü 1972 – 1989 yılları arasında Bulgar diktatör Todor Jivkov da hem komünist partisi hem de devlet başkanlığını tek yumrukta toplamıştı. Fakat demokratik bir başkan olarak kabul edilmedi. Çünkü sistemi totaliterdi. Halkına zulüm etti. Güçler ayrımı yoktu. Azınlıkları ezdi. Dilimiz ve dinimizi yasakladı. Türkçe sevdamızı öldürmeye çalıştı. İsimlerimizi değiştirip Bulgarlaştırdı. Azınlıkları asimile etti, yurtlarından kovdu vb vb. O her işinde zorbacı diktatördü. “Halk demokrasisi” olarak tanıttığı düzen, halkı ezen baskıcı, terörcü yani  bir zulüm sistemiydi. O bakımdan onun başkanlığına diktatörlük dendi.

“168 Saat” gazetesi, 26 Nisan referandumuyla açılan yeni pencere ufkunda Büyük Türkiye’yi şöyle görüyor:

“Büyük Tirkiye” nin Bulgaristan için olumlu ve olumsuz yanları neler olur?”

Komşumuz Türkiye’de yeni siyasi sistem kuruluyor.

Olayı izleyenler Türklerin 17. devletlerini bina ettiğini yazdı. Burada, Türkiye’nin birbirine girdiği konusunda sohbet etmek kolay oluyor. Kargaşa olayları ülkenin Güney Doğusu’ndaki Kürtlerle yıllardan beri zaten yaşanıyor. Şu iyi bilinmelidir ki, referandumdan sonra oluşan Erdoğan Başkanlığındaki Türkiye, eski başbakan Davutoğulu tarafından formüle edilen, ‘Türklerin yaşadığı veya Türklerin yaşayacağı her yere Türkiye müdahale etmek zorundadır’.

“Bulgaristan ile Türkiye arasındaki temas usullerinin çok şeffaf bir duruma getirilmesi zamanı gelmiştir. İyi komşuluk temellerine dayanarak, gerekçeleri son seçimlerde ortaya konan, iç işlerine karışma denemelerine karşı konulmalıdır.

“Bulgaristan bundan sonra, 2050 yılından başlayarak bölge üstü bir güç olmak isteyen, dünyanın 12. ekonomisiyle sınırdaş olacaktır. Bunlar son derece büyük atılımlardır ve bütün komşu ülkeler üzerinde çok ciddi etkilerinin hissedilmesi doğaldır. Siyasi analizciler, referandumun daha ertesi günü Yakın Doğu ve Doğu Avrupa’nın aynı olmadığını yazdı.

“Erdoğan’ın önceliklerini güçlü bir şekilde Doğu’ya yönlendirmesi bekleniyor. Referandum zaferini ilk kutlayan devlet liderlerinin Katar, Azerbaycan, Bahreyn, “Hamas” ve “Müslüman Kardeşler” grupları olduğu dikkati çekti. Avrupa Birliği’nin yedekli tutumu ve söylemindeki yeni ayar da dikkat çekti. Aynı zamanda Ankara Avrupa ile ilişkilerini kesmek istemiyor. Fakat Batıdan farklı olarak Doğu’da ekonomi ile siyaset el ele yürümüyor.

Türkiye hızla değişiyor.

Türkiye’de yerli askeri sanayi ünitenin çok hızlı geliştiği dikkati çekiyor. 20 yıl önce TSK donamının ancak % 23’ünü kendisi üreten ülkedeydi. Bugün bu oran % 43 oldu. Bu, milli güvenlik konusunda büyük iddialar olduğuna işarettir. Bulgaristan ve Avrupa Türkiye’de sinek uçsa bilmek zorundadır. 23 Ağustos 2016’da başlayan “Fırat Kalkanı” harekâtıyla Suriye’ye giriş bir örnektir. Erdoğan, Irak’ta 2. ve 3. aşamadan söz ediyor.

“Referandum’da hemen önce Birleşik Amerika “Fırat Öfkesi” adlı Raka harekâtına yeşil ışık yaktılar. Türkiye, Savunma Bakanı’nı, Kürt birlikleri, Türk askeri ve Özgür Suriye Ordusu güçleriyle değiştirme teklifiyle Washington’a gitti. Bu gelişmeler, Türkiye’nin Suriye konusunda ciddiyetini ortaya koydu.

“Bulgaristan, Türkiye’de olup olacak her şeyi inceden inceye eleyip tartmak zorundadır. Bize karşı yönelebilecek her isteğe hazır cevabımız olmalıdır. Bulgaristan NATO ve AB üyesidir. Bunlar bizi koruyacak iki filtredir. Fakat bu güçlerin imkânlarını abartmamak gerekir.

“Erdoğan’ın seçeneği, yüzde yüz bir iç savaşın patlaması ve Türk devletinin çökmesiydi. 15 Temmuz darbe denemesinden bir buçuk yıl önce Kürtler halk komiteleri şeklinde birkaç şehri ele geçirmişlerdi. Güney Doğu Türkiye’de yapıla bilenlerin bütün Türkiye’de yapılması gerekiyordu. Bu tehlike henüz aşılamamıştır, çünkü bu devletin yalnız güç kullanılarak idare edilmesi mümkün olamaz. Ülkede Avrupa’ya bakan bir aydınlar tabakası var. Her yönden tehlike baş gösterdiğinden uzlaşma sağlanması şimdilik olanaklı görünmüyor.”

Bu yazı, komşumuzun anavatanımız ve bizler için neler düşündüğünü en açık bir şekilde ortaya koyuyor. İyice kafa karıştıran bazı bölümlerini atladım. “Büyük Türkiye”den büyük bir korku olduğu ordadır. Şimdi de güneş gördükleri yok, ama Türkiye gölgesinde üşürüz korkusu sarmış bacayı.

İkinci olarak, Türkiye’nin ayaklarına getirdiği, üye olmaları için garantör olduğu NATO’yu Türkiye’ye karşı kullanma hayalleri canlanmış kafalarda. Yakın geçmişimizde, Rus “SS 22” füzelerini İstanbul’a karşı dikerek, “isimlerimizi değiştirdikleri, bize ettikleri zulümden zevk ve haz aldıkları” günleri yeniden yaşamak, çekilerimizden haz almak istiyorlar.

Türkiye büyükçe, güçlendikçe, 4 milyon sığınmacı ve savaş kaçağına yardım ettikçe, Afrika, Yakın Doğu ve Asya’dan eski kıtaya akışı durdurdukça, “bir şeyler olmuyor” gerginliği yaşamaya başladılar. Türkiye Büyüdükçe siyaset dışı kalacakları hissediyorlar.  Türkiye ne kadar iyi olursa, eski kafayla yaşayanlar için o kadar kötü. Türkiye’ye meteor çarpsa bayram edecekler. Meteorun yüzde yüz altın ve pırlanta olduğu anlaşılsa yüz bin matemi başlayacak. Böyle bir karışıklık işte… Komşu pazarı yok. Bu bir nasip işi!

İngiltere AB’den ayrıldı. Sanki kimileri için iyi oldu. Bu hafta sonu Fransız seçimleriyle birlikte iki İtalyan eyaletinde özerklik referandumu yapıldı. Bizimkiler, demokrasi zaferi dedi. Bulgaristan Türkleri muhtariyet haklarımız dediğinde, hep cezaevi kapısı açıldı.   Fransa sallanıyor, sağcı faşizm kapıyı koparacak, yazılanların özetinden,  iyi mi kötü mü olduğu belli olmuyor. Fransa bir umut kapısı mı? Blogoevgrat, “Struma” ırmağı boyuna büyük ölçekli kültür, sanayi ve eğitim yatırımları yapıyor. Gün gelse ve Makedon bölgesini Bulgaristan’dan koparsa iyi mi olur, kötü mü olurİ Cevap vermekte zorlanıyorum. Bizim milliyetçilerin kafasında fare böcekleri var. Onların bazılarına göre, Başkanlarda yeni bir savaş çıkarsa ve Arnavutlukla Kosova Makedonya’nın Gotstivar bölgesini Makedondan koparıp Büyük Arnavut  devletine katmayı başarırsa, Makedonya’nın Vardar ırmağı vadileri bize kalsın, diyenler var. O zaman bu Fransız anklavın hali ne olacak? Sormak kolay da cevap bulmak zor. Yoksa Makedonlar küçülerek var olmayı kabul eder mi. İsteyen Makedon’a Bulgar vatandaşlığı veriliyor. Bunun anlamı ne olabilir.   Türkiye’de Sayın Erdoğan halk oylaması kazanmış, Türk halkı siyasi darboğazı aşmış, bu ise yüzde yüz çok kötü deyenlerle nasıl diyalog kuralım ve beraber nasıl yaşayalım?

Tarihsel atılımlar doğaldır, desek baştan sona doğrudur. Fakat Türkiye’deki tarihsel atılımlar doğaldır, dendiğinde biz onlara göre, iyi bir şey söylemiş olmayız. Türk halkı Birinci Meşrutiyetten,  Jon Türkler devriminden, Ankara Büyük Millet Meclislerinden, tek partili ve çok partili sistemlerden bugüne demokrasi mayalıyor desek ve sonunda Başkanlık sistemine bayrak dikti, dediğimizde çok tehlikeli oluyor onlar için.

Aktarlarda satılan bazı zehirli baharattan, ilaç yapabilenlere adeta şaşıyorum. Büyük adamlar. Bizdeki kıskançlık ve kötüleme hastalığına derman bulana Nobel Ödülü versinler.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Demokrasi hayat anlayışımızın özüdür. Size de bulaşır İş Allah!

Reklamlar