Neriman Eralp KALYONCUOĞLU

Konu:  Biz hep şekerli yalanlarla aldatıldık. 

Batı dünyasının uyanış çağına ateş Doğu bilgeliğinden gelmiştir.

Bugün Avrupa Birliği üç dayanağımdan birisi Elen (Yunan) klasik kültürüdür dese de, bu kültürün kıvılcımlarını Batıya taşıyanlar yine de Doğu’nun aydınları Müslüman bilginlerdir.

Batının yetiştirdiği en büyük düşünürlerden olan Volter, eserlerinde Doğu aydınlığının parlaklığını anlatır. Zekâsının özü olan Doğu edebiyatı görkemli etkisiyle Batıda Johann Wolfgang von Goethe’yi yaratmıştır.

Biz, BGSAM Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak Bulgaristanlı Müslüman Türklere yönelik aydınlatma, yeni bir dünya görüşü yaratma etkinliklerimiz devam ediyor. Bunların bir yönü manevi kültür olarak çok zengin olduğu bilinen öz geçmişimize gömülü olan ve son 138 yılda çok farklı ve iyi niyetli olmayan nedenlerle üzerine sürekli taş, toprak, çöp atılan ve serpilip açmasına olanak tanınmayan öz kültürümüzden inci dizileri sunarak, onu hatırlatıp canlandırmaya çalışıyoruz.

Aslında bizimki bir sevda serüvenidir.

Hani derler ya. Sen gökyüzü ben deniz, ikimiz de maviyiz. Sen bulutlu ben dalgalı, ikimiz de birbirimize sevdalı…” Bu açıdan bakıldığında kültürümüzü yaşatma kavgamız sonsuz bir yolculuktur. Bu işin çok üzücü bir yanı var. Bizim ışığımızla başkaları uyandı, biz hala uyanamadık.

Gelin şimdi bir derin kaynaklarımızın en derinlerinde mitolojik inciler arayalım.

İşte onlardan biri:

Arap Halife ve Eşi

Bir Arap Halife savaş hazırlıkları görüyormuş. Sefere çıkmazdan önce vezirini çağırtmış ve ona şu emri vermiş:

  • Uzunca bir süre buralarda olmayacağım. Bu nedenle ben yokken eşimin şu kulede kapalı kalmasını emrediyorum. Bu işe sen bak.
  • Neden ki. Gösterdiğiniz güvensizlik onu incitir. Eşinizin sizi sevdiğini biliyorsunuz.
  • Akıllı adamlar şöyle der: “Köpeğin peşinden gelmesini istersen, aç bırak. Beslersen gün gelir seni de ısırır.”

Halife gitmiş, birkaç ay sonra döndüğünde, ilk işi eşine gitmek olmuş. Fakat onu kulede bulamamış. Hemen Veziri sormuş ve ona şunu sormuş:

  • Eşim nerede? Sana güvenmiş ve onu kuleye kapamanı istemiştim.
  • Eşiniz sizi terk etti. Olmuş vezirin cevabı. Sen eşinizi kapamamı emrederken bir bilgeliğe dayanmıştın fakat bizim bir başka atasözümüz şöyle der. “Eğer senin köpeğin zincire bağlanmışsa, o, kendisini zincirden kurtaran her kişinin peşinden gider.”

Biz bu masalımızı günümüze uyguladığımızda şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor.

Geçen hafta Bulgaristan’da 20 yerde muhtarlık seçimi yapıldı ve bu seçimlerin daha fazlasını Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) kazandı. İnsanlarımızı “Bulgar Etnik Modeli” zincirine bağlamış olan ve parasız pulsuz bırakan, yoksulluk yaşatan bu parti nasıl olur da seçim kazanır? Açıklandığına göre, seçmenlere gizlice 100’er leva dağıtılmış. O yüz leva birkaç günlük bir rahatlama olduğundan dolayı, zincirleri boşandıran anahtar rolü oynadığından, seçmen de “El elinden zehir içilir” mantıyla hareket ederek, iradesini geçici olarak 100 levaya satmıştır. Bilirsiniz seçim işleri uzunca bir zamandan beri paraya pula bindi, seçimde oyunu parayla satmayı vicdanına yediremeyenlerin dilinde şu sıra  “hesapsız kitapsız verilen paralar unutulur”  sözleri dolaşıyor.

Siz vicdanımıza zincir bağlayan, zincir koparan paraların kaynağını hiç düşündünüz mü?

Bunlar bizim ya da anne ve babalarımızın paralarıdır. Şöyle bir örnek vermek istiyorum.

Benim annem ve babam da vaktiyle Sovyetler Birliği’nde çalıştılar. Hatta birçoklarımız okula orada başlamıştık. Komide çalışanlar birinci kategori emekli olacaklarını yanı en yüksek emekli maaşı alacaklarını hesaplıyorlardı. Sungur gaz boru hattında çalışanlar da yüksek emekli maaşı hayal ediyordu. Bulgaristan’da birinci kategori emekli maaşı 760 levadır.

1989 Ağustosunda “Büyük Göç” başlayınca, Sovyet yönetimiyle bir anlaşma sonucu 260 bin Bulgaristanlı Türk doğrudan Türkiye’ye geçti. Eve ancak yaşlıları toplamak, ya da “siz evleri bekleyin, biz sizi gelir alırız, parasız pulsuz bırakmayız” vaatleriyle sarmaş dolaş alıp başını gittiler. Gidiş o gidiş. Bu 26 bin kişiden Rusya’dan emekli maaşı alan ya da Rusya soğuklarında, boz kırlarda çalışanların maaşlarından kesilen emekli ve sağlık primlerini topluca alabilen var mı? Yok.

Olay şöyledir. Bulgaristan’ın 1997–2001 yılları arasında başbakanı İvan Kostov’tu. O Moskova ile 1989’dan önce orada çalışan ve emekli maaşı hak etmiş olan işçilerimizin emekli maaşları konularını görüştü.  Bu emekliler için Moskova’nın Bulgaristan Halk Bankasına o yıllar için 26 milyon US Dolar para havale ettiği ortaya çıktı. Moskova bu işin çözülmesi için Bulgaristan’a 13 antlaşma sundu. Başbakan Kostov bu anlaşmalardan 6-sını imzaladı, yedisini ise imzalamadı. İmzalanmayan anlaşmalar Rusya’da çalışmış ve maaşlarından kesinti yapılmış olan işçilerimizin sorunlarını hal etmek için kaleme alınmıştı. Kostov bu anlaşmaları imzalamamakla paranın üstüne oturuldu. O zamandan beri HÖH-DPS Stanişev kabinesine ortak oldu, ama bu konuyu açmadı.  Çar II. Simeyonun memleketimizde çam ağaçlarının yarısını kesip Yunana satmasına göz yumuldu, ama Türklerin en kutsal hakkı olan, dış ülkede karlı buzlu Tundra ve Bozkır ortamında çalışarak hak ettiği emekli maaşını alıp ihtiyarlıkta ekmeğini ıslatma davasına bir el atılmadı. Af edilmeyecek suçlar var kardeşlerim. Biz aydınlar kimseye karşı değiliz, ama halkımızın yüzüne bakabilecek göz kalmadı.

O gün bu gün, Moskova’dan emekli maaşı uman kardeşlerimize Bulgar Emekli Sandığı (NOİ) iki devlet arasında böyle bir sözleşme yok, ödeyemeyiz cevabını veriyor. İmzalanmış olan 6 sözleşmeye girenlerse emekliliklerini Rusya Federasyonu’nun Sofya Büyük Elçiliği kanalıyla alıyorlar.

Milletvekili seçilemeyen Ahmet Hüseyin, DOST partisine geçmezden önce, Sofya’da “Al. Stamboliyski 47 A” HÖH-DPS merkezinde “Emekli maaşları” meselelerinden sorumluydu. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının NOİ’den aldığı emekli maşlarından sorumluydu. Rusya’da çalışmış ama emekli olamamış 26 bin vatandaşımızın sorunları HÖH tarafından meclise taşındı mı? Hayır. DOST bu işi yapmaya hazırlanıyor mu? Hayır! Bu memlekette en iyi siyaset “İt ürür kervan yürür”, “Üzümü ye bağını sorma” siyasetidir.

Neymiş efendim. Ortaya DOST çıksa da seçimleri hep HÖH-DPS kazanıyormuş.

Kazanacak, çünkü Nasrettin Hoca ne demiş, “Parayı veren, düdüğü çalar”. Bizi esir alan, kuleye zincirleyen ve istediği zaman zincirlerimizi gevşeten ya da ağzımıza şekerli emzik veren HÖH’tür. Bu su nereden geliyor diye soranlara cevabım şudur. Bizi, üzerine oturdukları, ama bizim olan, yani kendi paralarımızla aldatıyorlar, avutup, hüküm sürüyorlar.

Evet, başa dönelim, insan da, kendisini zincirden kurtaran her kişinin peşinden gider.”

Hayatı birlikte okumaya devam edelim. Mesele ne masal anlatmak, ne de 100 levayı aldık diye utanmaktır, davamız namus davası, hak arama davası ve davaların en şereflisidir.

Okuduklarınızı paylaşınız. Gerçekleri herkesin bilmesi iyi olur.

Reklamlar