24 yıldan beri devam eden, fakat halkımıza hiçbir şey getirmeyen Geçiş Dönemi’nde 2013 yılını en önemli yıl olarak tanımladık. Son günlerini yaşadığımız bu önemli yılın özündeki en önemli dinamitleri görebilirsek, 2014 yılını daha kolay çözebiliriz inancındayım. Bu dinamitlerin biri, Bulgar halkının sosyalist rejim tarafından el konan, gasp edilen özel ve kurum mal mülklerin iadesiyle ilgili gelişti. Bu tepkide haklı ve haklı olmayan yanlar belirdi. Bu olayların aynasında Bulgar Çar hanedanlığı ile Müslüman kurum mülklerinin iadesi başta geldi. Bulgaristan kamuoyu demokrasi koşullarında politikacının geçici bir süre için sorumluluk taşıyan, politik sahneden indiğinde sıradan bir vatandaş olan biri olduğunu kanıtladı. Önce hukuk, adalet ve kişilik açısından Simeon Sakskkoburgptski olayını ele alım.

Yaprak dökümü yılı:

Bulgar halkının kendine gelmesi, boş umutlara bel bağlamaktan kurtulması, bilinçlenerek uyanması açısından 2013 yılında en önemli olan Bulgar Çarlarından Ferdinant’ın torunu, Çar III. Boris’in ise oğlu olan SİMİYON SAKSKKOBURGOTSKİ’NİN Bulgaristan’ı Strasburg Mahkemesi’nde yargılama kararı almasıdır.

Bir Çar uzantısının dede ve baba mirası için ülkesini ve halkını Strasbur Mahkemesine taşıdığı daha önce görülmemiştir.

1944 yılında Simeyon Bulgaristan’da Türkiye’ye kovulurken Bulgar dilinde “Çar” sözü en kötü sözlerden biri olmuştu. Yıllar yılı kimse, III. Bulgar Çarlığını;  Çarlık dönemindeki baskı ve züldü, faşist darbeleri, yargısız infazları, Pomaklıkta isim ve din değiştirme zulmünü, 1939–1944 partizan hareketini hatırlamak istemedi.

Çar sülalesinin üzerine çöreklendiği mal mülke 1945’te Bulgar devleti el koydu.

1990’dan sonra Sakskkoburgotski sülalesine karşı düşmanlık buharlaştı, aralarında Ahmet Doğan’ın da olduğu, birçok Bulgar politikacı, sanatçı, iş adamı ve milletvekili Madrit’e uğradı ve Simeon’u Bulgaristan’a davet etti. O, ülkemizin yegâne olası kurtarıcısı olarak tanıtıldı. Rusya’dan koptuğumuz Batı dünyasınınsa bizi kabul etmediği, bize güvenmediği yıllarda besbelli ona çok ihtiyaç vardı. O geri gelmezden önce açtık, onun bizden daha aç olduğunu bilemezdik, şimdi biz ondan da açız. Bizim için önemli olan, onun Bulgar kamuoyunda yaprak dökümü başlatması ve farklı düşünenlerin ön plana çıkmasıdır.

 

Verdiği vaatler:

846 günde Bulgar halkının tüm sorunlarını çözmeyi vaat ederek geldi. Çok samimi karşılandı. Dedesi Ferdinant’ın Bulgaristan’a Çar olarak geldiği gibi, o da neredeyse Başbakan olarak geldi. Parti kurmadan 2001’de seçim kazandı. Tüm işlerini bıraktı, dedesinden ve babasından ülkenin dört bir yanında kalan sarayları, Sofva’da Vranya Sarayı, Kriçim’de bir ve Karlovoya baylı Banya kasabasında da başka bir köşkü, binlerce dönüm toprak ve ormanı üstüne geçirdi. Bunlarla birlikte, 4 500 dekar orman kaydı fazladan yapılmıştır. O da, böyle bir fırsat bir daha ele geçmez zihniyetine hizmet ederek, kayda geçeni kendinin sandığından, sonunda mahkemelik oldu. Mahkeme kararları lehinde çıkmayınca da hiddetlendi ve “ben size gösteririm” havasına girdi. Bizim başımıza neler neler geldi de, biz öfke duygusu beslemedik, göz dağı vermedik, ırmaklar akarken durulur umuduna bağlı kaldık.

 

Büyük Napolyon böyle durumlar için “büyük olanla gülünç olan arasındaki mesafe yalnız bir adımdır” demişti. Biz, Ferdinad ve III. Boris’in makamı olan, vaktiyle Osmanlı Rumeli Beylerbeyliği tarafından kurdurulan Sofya Konağı için Simeon’un  “ben küçükken çişimi burada yapardım” deyip, fırsat fırsattır onu da neden istemediğine şaşmaya devam edelim, Bulgarlar gelişmelere seyirci kalmadı ve “Büyük zafer ile mağlup olup pes olma arasındaki mesafe, açgözlülüktür’ dedi. İşler ne kadar şeffaf görünürse görünsün 50 yıldan üzerine oturulan malların, devlet tarafından 50 yıl önce gasp edildiği düşünülürse, 10 yıl önce başlayan Çar’ın mal mülk davalarının ne zamana kadar uzayacağını kestirmek kolay iş değildir.

 

Bulgar Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda almış olduğu bir karar var. Bu karara göre, Simeon’un parmağını kaldırıp işaret ettiği bütün mülklerin kendisine devredileceği anlamına gelmiyor, pirincin taşını ayıklamak yerel mahkemelere kalıyor. Avrupa Birliği hukukunda yerel mahkemeleri bağlayıcı yaptırımlar henüz yok.

Rila Dağı’nda Sieon’un “dedemindi” dediği asırlık çam ormanlarında başlayan kesimin durdurulması için yerel mahkemelerin kararı olmasına karşın,  onları gece gündüz kesip Yunanistan’a taşıması, bu katliam, koyu çarcıları bile korkuttu. Şimdi, dedesini ve babasının da iki çivi çakmadığı bu memleketin yarısına “bem” deyip Vatanımızı Strasburg Mahkemesine vermesi sert tepki uyandırırken, Çar aleyhinde kamuoyu oluştu, II Simeon Ulusal Hareketi adlı politik parti dağıldı, Çardan söz açmayı sevmeyenler, artık hiddetlenmeye başladı.

 

Müslümanların malı mülkü konusu:

Bulgar halkının “öz Çarını” mal mülk devri konusunda silkmesi ve mahkemelik etmesi kayda değerdir. Müslüman mülklerine gelince, buradaki özellik, bu mülklerin savaş sonra ele geçirilmiş ganimet olarak görüldüğü ve gasplarının helal olduğu zihniyetine yer açılmaya çalışıldığı gerçeğinin ön plana çıkmasıdır. Bundan dolayı, Baş Müftülüğün açtığı davalar tamamen haklı olsa da, sanki bu gasp edilmiş mal mülk Bulgaristan Müslümanlarının değilmiş de, Edirne savaşı sonra kullanım ve mülkiyet hakkı kendilerine geçmiş mülkler şeklinde mütalaa edilerek, hukuksal keşmekeş, kafalarda bulanıklık ve adalet içinde adaletsizlik yaratılmaya çalışılıyor. Bu olay, 2013’te ortaya çıktı ve anlamı mahkeme kararlarının devlet ve belediye kamu kurumlarınca hiçe sayıldığı anlamına gelir ki, polis devleti olmamıza karşın, adalet mülkün temelidir ilkesinin hayata geçirilmesinde, devlet elini kolunu sıvamıyor.

 

Her koyun kendi bacağından asılır:

Biz Çarın mülklerini vermedik! Türkler parmağını yalar, havası çok tehlikeli gelişmeler doğurabilir. Olayın çözümündeki son merci, halk destekli Baş Müftülüğün devamlı ısrarı olacaktır. Bulgar yerel mahkemeleri kararı Baş Müftülük lehinde vermiştir. Simeon ise dedesinin ve babasının miras hakları konusunda yerel mahkemelerde lehinde karar çıkaramamıştır. Olayın farkı buradadır. Bu bakımdan tepkileri farklı okumak gerekir.

 

Mal mülk mirası konusunda her koyun kendi bacağından asılır ve olayları birbirine karıştırmamak gerekir.  Bulgaristan’daki Müslüman Mülkleri ile Çar mülkleri arasında hiçbir bağlantı yoktur. Tarihi önem taşıyan ve birçokları ÜNESKO koruma listesine alınmış olan cami, hamam, medrese ve köprüler Simeon’un dedesi Çar Ferdinand Bulgaristan’a ayak basmazdan asırlar önce kurulmuştur. Çarlık döneminde bunlardan birçokları telef edilmiş olup, vakıf topraklarına, çayır, orman ve otlaklara da el atılmıştır.

 

Şimdi biz de malımızı mülkümüzü aramaya başlayınca, Bulgar kamuoyu yeniden ve bu defa başka bir açıdan parçalandı. Aşırı uçların başında, malımıza mülkümüze oturmuş olan Belediyeler, belediye başkanları ayaklandı, ellerindeki yağlı butları bırakmak istemiyorlar. Etraflarına ne kadar marjenal varsa hepsini topluyorlar. Çarın taleplerine karşı bu kadar ateşlenmemişlerdi. Ne var ki, Çarlar Bulgar halkını hep soydu, şimdiki mirasçıları ise talan etmek istiyor. Müslümanlarsa Bulgaristan’ı kuran, devlet eden ana yapıcı güç rolü oynaya geldi. ağzı var dili yok bu insanların başına gelenler Çarın başına gelseydi, şimdiye kadar bütün Avrupa’yı başımıza toplardı.

 

Çar Simyon 2001’de Bulgaristan’a döndükten sonra Müslüman mülklerinin iadesi konusunda elini kıpırdatmamıştır. O, memleketi soymaya ve talan etmeye, halkın dertlerini ve sorunlarını bilmeden idare etmeye devam ederken, yorganı hep kendi üzerine çekmeye devam etmiştir. Bu arada hanedanlığın tüm malını mülkünü kendi üstüne, özel mal olarak kayıt ettirme sinsi planlarını gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Şimdi, Bulgar mahkemelerindeki davalarını toptan kaybedince ve duruşmalar Strazburg Mahkemelerine taşınırken, o Avrupa kumarcıları arasında taraftar araya dursun, Bulgaristan Müslümanlarının, Baş Müftülüğün, müftülüklerin ve vakıfların mahkeme kararıyla iadesi, onarılıp güzelleştirilmesi, yeniden kullanır hale getirilmesi çabaları da sert tepki görüyor.

Hadi Simeon hanedanlığın malını mülkünü öz tapulu malı olarak gösterdiğinden ve gasp etmeye çalıştığından rezil oldu, bizimse malımızın tapusu var, kamu malı olduğu ortadadır.

Bu sabah “BT-1” programının canlı telefon bağına giren bir Hıristiyan Bulgar kadın seyirci şöyle dedi: “Biz Türklerin dini mülklerine el koymuşuz ve mahkeme kararını hiçe sayarak geri vermek istemiyoruz. Bu günahtır. Onlar da kalabalık ve ibadethaneleri geri verilmelidir. Toprakları ormanları geri verilmelidir.  Bizim kiliselerimiz var onların da camileri var. O camiler onlarındır ve kendilerine iade verilmelidir!”

 

Bulgar halkında adalet duygusu, insanlık konuşmaya mı başlıyor.

Bana kalırsa, politik ve ekonomik olaylar dışında, Bulgaristan’da 2013 yılının en büyük dönüşüm olayı işte budur. Farklı olaylara farklı bakarak adalet duygusu geliştirip yerleştirmektir. Halkın, kendisini soymak isteyenleri ve soyulmuş olanları görmesidir.

Simeon, Strazburg Mahkemesi sözünü ağzına aldığı an,  Bulgar halkına yabancı olduğunu kanıtladı. “Benden bir şey beklemeyin!” demiş oldu.

Biz, Belene kamplarında yattık, hapislerden geçtik, sürgünlük nedir gördük, parçalandık, göç ettik, nice çileler çektik, bu arada mal mülkümüz hep gasp edildi, kaybeden hep biz olduk da, VATANIMIZI dünya gözünden düşürmeyelim diye Strasburgları Hagaları aramadık, daha üstüne dava açmadık. Başkasından gelecek hayır, hayır değildir, kendi yağımızla kavrulalım, dedik.

Devam edecek.

Reklamlar