Profil Fotoğrafın Rafet ULUTÜRK

Konu: Tarihin Dönüşü

Takdiri İlahiyle bir dönüşüm gerçekleşiyor.

Diyalektiği sosyal yaşamda algılarken dönüşüm kurallarının hocası Fridrich Engels şöyle demişti: “Olayların tekerrürü bir kural değil istisnadır ve olaylar tekerrür etseler bile bu hiçbir zaman tamamen aynı koşullarda olmaz.”

Nisan ayında baharda çiçekler açar ve insanlara umut saçar. Bu yıl da öyle oldu. Hem İnsanlığın yeni merkezi Büyük Türkiye hem de içine düştüğü bunalımları aşamayan Bulgaristan’da birçok olayın yenilenmesine tanık olduk.

Konumuza Bulgaristan’da Türk-Müslümanlar yolunca gidersek, 1990 olaylarının memleketimizde tekerrür ettiğini görürüz. 26 yıl önce Bulgaristanlı Türkler ağır, acılı ve uzun süren bir direnişten, ayaklanmadan sonra siyasi iradelerini bir politik partide (HÖH) birleştirmeye uzanmışlardı.

4 Ocak 1990’da Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kuruldu.

Başka bir değişle biz o zaman Osmanlı dışında kalan bir etnik ve dini azınlık olarak ilk kez kendi bahçemize kendi ağacımızı diktiğimize sevinmiştik. O ağaç bizim oradaki eriklerin en ekşisi de olsa bizimdi, kendimizindi. Fakat o gün oradaki coşkuyla bizim Türk mavisi can erimizin totaliter kırmızı bir türle aşılanarak değiştirildiğini fark edip uzun zaman algılayamadık, olayın bilincine varıp tepkimizi gösteremedik. O gün bu gün ağaç aynı çiçekleri açsa da, farklı ve çok acı meyveler veriyor. Bu kıyaslama partinin başına Ahmet Doğan’ın geçmesini ve daha sonraki yılları anlatır.

Biz, Bulgaristan’a DEMOKRASİ GELECEĞİNİ, HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZİN GERİ VERİLECEĞİ, 1950’LER BULGARİSTAN’INDA OLDUĞU GİBİ KENDİ KÜLTÜRÜMÜZLE YAŞAYACAĞIMIZ, ÇOCUKLARIMIZIN TÜRK OKULLARINDA ANADİLİMİZDE EĞİTİM ALACAĞI, ADALETİN ÜSTÜN GELECEĞİ VE TÜRKLÜĞÜN VE MÜSLÜMANLARIMIZIN KAYNAŞACAĞI BİR TOPLUM VE DÜNYA ÖZLEMİŞTİK. OLMADI!

Bizi yönetme misyonuyla karşımıza çıkan HÖH zirvesindeki “Liberal-demokratların” özünü anlamakta zorluk çektik.

Olağanüstü-vatanseverliğimize rağmen tutunamadık, hep göç etmek zorunda kaldık ve bunu anlamakta da yıllarca zorlandık. Ara sıra başımıza geçenlerin değişik yönlerini görebilmiş olsak da, çok uzun zaman, hiç birimiz onların çok korkunç olan ve hepimizi Türk ve Müslüman olarak bitirmeyi ve malımıza mülkümüze oturup bizi vatansızlar ve kimsesizler sürüsüne katma planını görüp herkese açıklayamadık.  Bu yıl ilk kez Bulgar basını HÖH üyesi Bulgaristan Türklerinin “siyasi köle” olduğunu yazdı.

Bizi ejderhanın kucağına iten güç, işsizlik, çok yoksullaşmamız, dil ve din haklarımızı elde edemememiz, kültürel yoksulluğumuz, şiddetin ve siyasi gerilimin sürekli tırmandırılması ve isimlerimizi değiştiren, kardeşlerimizi baba ocağımızdan kovan eski totaliter rejimin yavaş yavaş, kabuğunu sürekli değiştirerek ve doğal haklarımızı da kısım kısım alarak yayılan tehlikeydi.

Belli ki 1985-1989 dehşetinden sonra HÖH hainleri de halkımızı iyice korkutmuşlar.

Son dönemde, bu şiddetli saldırı, “SU 24” askeri uçağını düşüren Yeni Türkiye’nin meşru savunma hakkını kullanmasıyla, hepimizi son umudumuz olan Ana vatanımız Türkiye’ye, bölgede barış ve güvenlik kalesi olan Türkiye devletine, Cumhurbaşkanı Sayın R.T. Erdoğan’a ve Başbakan Sayın A. Davutoğulu’na karşı kışkırtmaya yeltendi, terörden ve terör kundakçılarından yana çıktı.

1990’da daha kurulurken tepesine ve saflarına ajan yerleştirerek Hak ve Özgürlük Hareketinin Türk-Müslüman-barışçı ve hoşgörü özünü değiştirenler, bu defa daha da azarak Türkü Türk’e düşman eden Moskof siyasetine Kırım, Doğu Ukrayna ve Suriye katili Putinci politikadan yana kazanmaya çalışırken, Avrupa-Atlantik oluşumuna, Avrupa Birliğine karşı kışkırttılar.

HÖH içindeki bu politikaya tepkiden fışkıran DOST partisi 9 Nisan’da Sofya’da kurucu kurultay yaptı ve Avrupa ve NATO değerlerine bağlılığını ilan etti.

Ne var ki daha evvel de 6 defa benzer “Türk” partisi kuruldu. Bu partilerde birleşenler Ahmet Doğancılara boyun eğmek istemediklerinde birleşseler de, partinin halk arasında gözü, kulağı ve ağzı olmayı beceremediler. Şu da var, geçmişi bir daha yaşamak istemeyenler, aralarında birleşme yolunu bulamadıkları gibi HÖH ihanetine karşı birbirlerinin meşruiyetini de kabul etmediler, ortak davamızı yeni bir tekele almaya çalışırken anti-Doğan cephesi kuramadıkları gibi, bayrağı yeni kuşağa da devredemiyorlar.

İşte böyle bir ortamda 24 Nisan günü yine Sofya’da HÖH partisi de 9. Olağan Kurultayını topladı.

HÖH’e bağlı organlarda, muhtarlık,  belediye ve devlet kurumlarında maaşlı çalışan delegeler; Türkiye’de AK Parti hükumeti ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan aleyhtarı  muhalefet siyasetçiler, kim oldukları belirsiz bazı göçmen derneği başkanları ile totalitarizm kalıntıları, Rusofil Bulgar partilerinden seçkinler 3 yıldan beri, “saray” hapsinde olan ve Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hak ve özgürlükler davasına ölümcül  tuzak kuran, gizli polis ajanı-muhbiri Ahmet Doğan’ı ayakta karşılayıp alkışladılar.

Bu gerçek Bulgaristan Türk Müslüman toplumunun ikiye bölündüğünü, uçurumun derinleştiğini, ideolojik nedenlerle açılan kuyuya diktatörlük dikildiğini ve bunun usta manevralarla yapıldığını gün ışığına çıkardı. Kurultayın kabul ettiği tüzük değişiklikleri zülme kenetlenmiş siyasetin şiddetlendiğine işarettir. Yeni seçilen HÖH Başkanı ise ipte oynatılan bir kukladır.

Şunu önemle belirtmek yerinde olur, A.Doğan’ın HÖH Başkanlığında kalabilmesinin nedeni bölünmüş olmamızdır, aramızda mutabakat sağlanamamasıdır.

Bu arada memleketimizde 1970-1989 yılları arasında gelişen ve pekişen geleneksel siyasi tavırlar da git gide yok oluyor. Biz o zaman birliktir, şimdi parçalandık. O zaman korkmuyorduk, şimdi işsizlikten, açlıktan, evlatlarımızın yarınlarından korkuyoruz. O zaman Bulgar dostlarımız vardı, şimdi bir tane kalmadı. Hayatımızı yeniden mayalama zamanı geldi. Eksik olan şey devrimci ateştir.

Yukarıdaki Nisan olayları, çok ağır bir ekonomik ve mali bunalım içinde bocalayan, sığımacı dalgasının yön değiştirip Kapı Kule’ye yöneleceğinden korkan,  Bulgaristan’da Ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimleri ve bir bulut gibi kah beliren, kah kaybolan erken genel parlamento seçimleri niyetlenme arifesinde gelişti.

Hükumetin çalışmalarını, aralarında paslaşmayan futbolcuların sahada gol atamadığı bir takımı kulübeden yönetmeye çalışan teknik direktör gibi idare eden Başbakan B. Borisov “hiç kimse sorumluluk taşımak istemiyor” diyerek “ seçime gidelim” diyerek yönlendiriyor.  Avrupa’nın en yoksul ülkesinde her gün seçim yapsan ne olacak!

 26 yıldan beri seçimlerin bir reform olmadığını anlayabilen yok.

Bulgaristan’daki seçimler, Türklere ve Müslümanlara, onların seçme ve seçilme hakkının biraz daha kısıtlanmasına, Türkiye’ye göç edenlerin Bulgaristan vatandaşlığından koparılmasına ve devlet makamlarından kazınmalarına götüren yolda atılan adımdır.

Ülkede kalmış ve halen orada yaşayan seçmenlerin oranı kadar, aynı haklara sahip olan ve şu an dış ülkelerde bulunan vatandaşımız var. Bunlar Türkiye’de 710 bin, Almanya’da ve İspanya’da 400’er yüz bin, İngiltere’de ve Hollanda’da ikişer yüz bindir vb.  O ülkelerde okuyor, çalışıyor, tedavi görüyor, tatil ediyor, Şimdiki ağır kriz döneminde “mecburi oy kullanma yasası kabul ederek” bu vatandaşları bir defa Cumhurbaşkanı, ardından bir de parlamento seçimleri için Bulgaristan’a dönmeye zorlamak, bir eziyetten başka bir şey değildir. Hem de “dediğim dediktir” diyerek, Konsolosluklar dışında seçim bürosu açtırmayı yasaklamak ise doğrudan bir çılgınlıktır.

 Türkiye’deki 710 bin oy verme ve seçilme hakkı olan Bulgaristanlı soydaşımızın yalnız Ankara, İstanbul, Edirne ve Bursa konsolosluklarımızda oy kullanabilmesi mümkün olabilir mi?

Bir önceki seçimde Türkiye’de bunlardan sadece 93.926 oy verilebilmişti. Bursa’da ve İstanbul’da bir günde 1000 seçmenin 1 sandıkta oy kullanmasına akıl erdiremeyen Bulgar sağ partileri olayı Anayasa Mahkemesine taşınmıştı. Şimdi bir sandıkta bir günde 200 bin seçmenin oyunu kullanabilmesi nasıl olacak?

Bu bir yeni dar boğaz değil mi? İşler hep yokuşa sürülmüyor mu? 

Son dönem mecliste onaylanan Tüm Yasalar İnsan Hakları Genelgesine ve AB içinde geçerli genel geçerli doğal ve insan haklarına kökten ve kesinlikle terstir.

Üstüne üstelik fazlasıyla zorlaştırılan şartlarda seçmen 2 defa art arda oy kullanamadığı durumda, vatandaşlık hakkını kaybedecek ve Bulgar kütüklerinden silinecektir. Vatandaşlıktan atılacak, evet böyle bir tehdit de var.

Biz, “Dönüp gireceğin kapıyı, sert vurup kapatma” atasözümüzü unutmadık. Biz, sonradan ilişkiye girmemiz gerekeceğini bildiğimizden dolayı, ilişkilerimizi koparacak tavırlarda bulunmadık. En kötü durumda biz komşuyuz. Komşu komşusuz olsa, dağ başına ev yapar. İnsanların, ülkelerin komşusuz yaşaması mümkün değildir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde, 2016 Nisan politikasında anlaşılması çok zor noktalar olduğuna işaret ediyorum.

Bu durumda İstanbul’dan 500 otobüs kaldırıp gidip oyumuzu vermekten başka çare görülmüyor. Lütfen, Bulgar makamlarına buradan duyuruyoruz ve sınır kapısının bir günde 500 otobüsün girip çıkmasına elverişli duruma getirilsin!

Biz dernek olarak hazırlıklarımızı yapıyoruz.

Ve bu seçimlerde, Ahmet Doğan, Kasim Dal, Tsveta Karayançeva gibi bizi hala uyku semesi bilen ve oy için göz kızartanlara tek oy olmayacak. Çünkü bunlar bu halkı sadece seçim öncesi hatırladılar. Önümüzdeki seçimlerde Bulgaristan siyaseti mutlaka arınmaya, totaliter kalıplardan temizlenmeye  zorlanacaktır. Bunu yapacak olan da seçme ve seçilme hakkını kaybetmemiş ve halen dış ülkelerde yaşamak ve çalışmak zorunda olan vatandaşlarımızın ortak hamlesi gerçekleştirecektir.

Hiç bir partinin sınırsız oy rezervi yoktur, bu iyi biline!

Demokrasi yandaşları er ya da geç iktidarı alacaklardır.

Bulgaristan, büyük Avrupa ve dünya siyasetinin kenarında bulunurken, yeni politik oluşumların merkezindeki Büyük Devlet ise, bu Nisan da yine Türkiye Cumhuriyeti oldu. 20 Büyüklerin Antalya Zirvesi’nden sonra dünyanın gözü hep Anavatanımızdadır. Kem gözlüler,  kudretli oluşumuzu çekemeyenler bu sene Türkiyeyi terör bataklığına itmeye çalıştılar. Hiçbir adım atamadılar diyemeyiz. Paralelcilerle, terör yandaşları ile değişik kollardan anti-AK Parti gruplarının koordineli eylemleri, Güney Doğu’daki terör yuvalarının temizlenmesi, dış terör odakları ile iç taşeronları arasındaki bağların kesilmesi, terörist yuvalarına karşı kararlılıkla saldırılar, düşman mevzilerinin yoğun bombalanması, barış ve güvenlik bekleyen halkların gözünde Türkiye devletini büyüttü. Türkiye düşmanlarının tüm planları ve eylemleri geri tepti. Sadece CİA’nın Cumhurbaşkanımıza yapmış olduğu 17 operasyon da işe yaramadı, her gün Cumhurbaşkanımızın oylarını artırıyor diye tüm dünya çıldırıyooor. Evet, bizim bu ay ki 107.Sayımızda BULTÜRK Gazetemizin de manşet yaptığımız gibi “Abdülhamit’in Hayali CUMHURBAŞKANI ERDOĞANA NASİP OLDU” Türk-İslam Birliğinin LİDERİ Recep Tayip Erdoğan’dır.

İstanbul’da 56 İslam devlet ve hükumet başkanının İstanbul konferansı, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın İSLAM DEVLETLERİ ZİRVESİNDE BAŞKAN seçilmesi, Suriye savaşı ve sığınmacılar siyaseti açısından, tüm dünyada en insan-sever devletin Türkiye olduğunu kanıtladı. Hemen ardından Rusya Suriye’den kaçmak zorunda kaldı. Ne Rusya ne de Amerika’nın ya da başka bir süper gücün İslam Dünyası üzerinde hakimiyet kurmadan dünya lideri olabilmesinin imkansız olmadığını bir daha kanıtladı. Artık İslam’ı yenmekse imkansızdır. Çünkü bu birliğin başı Türkiye Devletidir.

Yine Nisan ayında Türkiye Başbakanı A. Davutoğulu son yılların en feci sorunu, insan trajedisi olan göçmen, savaş kaçağı ve sığınmacı sorununa çözüm sundu. Brüksel’de Davutoğulu ile AB üyesi 28 hükumet başının görüşmelerinde uyum sağlanması ve çalışır sonuca varılması ve uygulamaya geçilmesi, yeni şartlarda tarihin tekerrür ettiğinin en parlak örneğidir.

Dünya siyasetinde siyasi dalga geri döndü.

Siyasi rüzgar Asya’dan, İslam Dünya’sından, Büyük Türkiye’den Avrupa’ya doğru esmeye başladı. Bu güçlü akımın kaptanı Yeni Türkiye devlet Başkanı R.T.ERDOĞAN’dır. Değişikliklerin Bulgar sınırındaki dikenli tel örgüyü de sökeceğine kesinlikle inanıyoruz.

Dünya gücü TÜRK-İSLAM Birliğine doğru emin adımlarla gidiyor. Sadece daha fazla kenetlenmemiz ve birlik olmamız yeterli olacaktır.

 

 

 

 

Reklamlar