Askerin siyasete müdahalesi, ordunun politik kamplaşması, ikmal eksiklikleri, uzak görüşten yoksunluk ve daha fazlası… Netice, 1912-1913 Balkan faciası. 500 yıllık Rumeli’den kopuş. Yüz binlerce muhacir, mağdur ve mazlum…

Kitabın adı “Balkan Harbi’ni Niçin Kaybettik?” Yazarı belli değil. Muharrir kısmında sadece elif var. Bir rivayete göre Ali İhsan (Sabis) Paşa kaleme almış. Yayımlayan ise Tüccarzâde İbrahim Hilmi. Tarihe ‘hezimet’ diye kaydedilen yenilginin sebepleri sıralanıyor. Üstelik öyle sayfalar dolusu değil. Bütün çerçeve 30 yaprakta özetlenmiş. Tespitler gayet net. Siyasî hatalar, askerî hazırlıklardaki noksanlıklar, deniz kuvvetlerine ehemmiyet vermeme ve milletin hataları… Ayrıntılara metin içerisinde değinilecek. Şimdilik önsözdeki ile yetinelim. Zira, tarihe bakışı “muzafferiyetler” ekseni dışına çık(a)mayan bizler için fazlasıyla önemli: “Bir musibet, bin nasihatten evlâdır; o hâlde felaketimizden ibret almak gereklidir. Bunun için felaketin sebepleri araştırılmalıdır. Biz özellikle şu son asırda peşi sıra gelen felaketlere, mağlubiyetlere şahit olduk. Fakat hiçbirinde aklımızı başımıza getiremedik. Bunun sebebi, felaketin etkilerini araştırıp açıkça ortaya koymamaktan kaynaklanıyordu. Hatalarımızı gizleyerek gelecekte tekrarlanmasına meydan vermektense, şimdiden önümüze döküp gelecek için ibret almak daha tercih edilebilir bir yoldur. Tarih bir tekrardan ibarettir. Hayatta kalmak isteyen milletlerin geçmişindeki olaylardan ibret alması lazımdır…”

Tam 100 yıl… 600 senelik Osmanlı’yı, kimi tarihçilere göre ana toprağı Rumeli’den, Balkanlar’dan kopartan harbin üzerinden geçen süre… Bugün okul kitaplarında yalnızca birkaç sayfada anlatılan, kaybedilen topraklar ve maruz kalınan zulümler itibarıyla asla unutulmayan ama bir o kadar da hatırlanmak istenmeyen savaş… 1912-1913 Balkan Mücadelesi…. Yine çoğu uzman açısından sona gidişteki ikinci durak… 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) ile başlayan ve 1. Dünya Savaşı’yla tamamlanan silsilenin ortası. Yıldönümü hasebiyle mevzuya ilgi duyan veya ehemmiyet veren yayın organları, sivil toplum kuruluşları, hatta devletin bazı birimleri haberlerle, etkinliklerle zamanın kapısını aralıyor. Aksiyon da bu seferberliğe iştirak edip konuyu birkaç başlıkta ayrıntılarıyla okurla paylaşıyor. Tabii ilk sırayı da harp öncesi durum, harbin başlaması, gelişimi ve sona erişine dair konular alıyor. Bu da ister istemez akışı biraz gerilerden başlatmayı zorunlu kılıyor.

Osmanlı eşittir Rumeli

Tarihî seyre bakınca Türklerin hiç devletsiz kalmadığı görülür. Ötesinde çoğu birbirinin ardılıdır. Mesela, Türkiye Cumhuriyeti. Osmanlı’nın vârisidir. Osmanlı da Anadolu Selçuklu’nun… O da Büyük Selçuklu’nun… Bu halef-selef ilişkisinde Büyük Selçuklu, İran; Anadolu Selçuklu, Anadolu; Osmanlı ise Rumeli ağırlıklı bir yapıya sahiptir. Her ne kadar doğum Söğüt ve civarında ise de gelişim ve kökleşme Rumeli’dedir. Esasında, doğu ve güneyinde Müslüman Türk beylikleriyle çevrili Osmanoğulları için kuzeyde Bizans ve batıda Rumeli daha kolay ve baş ağrıtmayan bir hedeftir. Dindaş ve ırkdaşlarıyla savaşıp güç kaybetmektense gayrimüslim ve yabancılarla mücadele edip sürekli büyüme daha realist bir stratejidir. Öyle ki tercihteki isabet, Viyana kapılarındaki Osmanlı düşünülünce kendini gösterir. Ancak tarih boyunca her yükselen gibi Devlet-i Âliye de bir müddet sonra duraklar. Ardından da gerilemeye başlar. II. Viyana Kuşatması’ndaki başarısızlıktan itibaren toprak kayıpları yaşanır. Ve terk edilen yerlerin halkı merkeze doğru yaklaşır. Mesela, daha 1689’da Avusturyalı General Piccolomini’nin Üsküp’ü yakmasıyla, nüfusun büyük kısmı şehirden kaçar. İstanbul’a ulaşabilenler Unkapanı Cibali civarında Üsküp Mahallesi’ni kurar.

Bölgenin tekrar kendine gelmesi Fazıl Mustafa Paşa’nın sadareti zamanındadır. Benzer vakalar Rumeli’de girişilip kaybedilen her harp akabinde görülür. Sadece 1806-1812 arası muhacir Müslüman sayısı 200 bindir. Kırım Savaşı sonrası, 1856-1865 döneminde, İstanbul’a 2 milyondan fazla kişi gelir. Göçler bir yerde sistemin gücünü zayıflatır, Rumeli’deki otoriteyi sarsar. Yine de yola düşüp kapı çalana “Niye geldin?” denmez. Dertlerin halline çalışılır. Lakin 19. yüzyılda birbirini izleyen harp silsileleri artık Osmanlı’yı zorlar. Devlet bu hakikati 93 Harbi ile (1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı) daha iyi anlar.

Sultan Abdülaziz darbeci paşalar eliyle tahttan indirilmiş. Şehzade Murad Efendi, V. Murad unvanıyla padişah ilan edilmiş. Birkaç gün sonra sabık hükümdar suikasta kurban gitmiş. Zaten psikolojik sıkıntı çeken V. Murad’ın sıhhati vaka üzerine daha da bozulmuş. Ve idareyi elinde tutan cunta veliaht Abdülhamid Efendi’den, meşrutiyeti ilan edeceği sözünü alıp onu saraya taşımış. Seçimler yapılmış, Meclis-i Mebusan açılmış ve Kanun-i Esasî yürürlüğe konmuş. Hepsi birkaç ayda gerçekleşmiş… Bu çalkantıdan da Rusya yararlanmış ve Osmanlı’ya savaş açmış. Ardından da devlet doğu ve batı cephelerinde yenilmiş. Önce Ayastefanos, akabinde Berlin antlaşmaları imzalanmış. Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlığını kazanmış. Bulgaristan muhtariyet elde etmiş. Bir başka fırsatçı Yunanistan, 1829’da Mora ile yetinmeyip Plevne Müdafaası sonrası Teselya’ya girmiş. Böylece Osmanlı, kendisini çöküşe götüren üç büyük yaradan (diğerleri Balkan ve 1. Dünya Savaşı) ilkini almış. Müslüman halkın çektiği eza, cefa, zulüm, katliam ve muhacirlik de işin asıl trajik yönü. Mesela, Amerikalı tarihçi McCarthy’ye göre 93 muhacirlerinin sayısı 1 milyon 230 bin. Bulgar ve Sırp eline geçen yerlerden kaçan Müslümanlar Kosova, Manastır, Selanik vilayetlerine yerleştirilmiş. İşte II. Abdülhamid’in 30 senelik mutlak idaresi başlarken Balkanlar’ın vaziyeti…

Kimileri üslubunca eleştirir, kimileri kızar, kimileri de hızını alamayıp söver… Lakin siyaset ve diplomasi ile ilgilenen çokları kabul eder ki Sultan Hamid, devrinin mahir politikacısı ve diplomatıdır. Uzun süre Balkanlar’da sükûneti sağlamak için çalışır. Ama Makedonya kaynayan bir kazandır. Bulgar, Sırp ve Rum çeteleri Müslüman ahaliyi sürekli taciz eder. Bu saldırılar 1900’lerin başından itibaren artar. Bir de bunlara meşrutî idare peşindeki İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) mensuplarının çıkışları eklenince Balkanlar’ın ortası ateş çemberine döner. Resneli Niyazi ve Enver Bey gibi İTC üyesi askerler, Makedonya dağlarında “özgürlük” mücadelesine girişir. Nihayet II. Meşrutiyet’in ilanı ile düz ovaya inerler. Üstelik Bulgar, Sırp, Rum çetecilerle kol kola “hürriyet”i kutlayarak… Öte yandan yeni dönem yeni olumsuzluklara yol açar. Osmanlı’yı oluşturan unsurların hoşnutsuzluğunu sırf Meşrutiyet’in ilanı ile çözebileceğini zanneden İTC’nin gözü önünde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Bosna Hersek’i resmen işgal eder. Girit, Yunanistan’a bağlanma kararı alır. Ve bağlı prenslik konumundaki Bulgaristan bağımsızlığına kavuşur. Kısacası Meşrutiyet, Balkanlar’a görece sessizlik getirir ama fark edebilenler için eşikteki kapışmayı da haber verir.

Zaten İstanbul’da 31 Mart Vakası ile başlayan, hükümdar değişikliğiyle (Sultan II. Abdülhamid yerine V. Mehmed Reşad) devam eden ve günlük politik kavgalarla artan gerilimi bekleyen dış güçler harekete geçer. Önce İtalya, Trablusgarp’a saldırır. Ardından Balkan devletleri birleşip hücum eder. Bu yıkımların zararını giderme hayaliyle girilen 1. Dünya Savaşı da perdeyi kapatır…

Geliyorum diyen savaşlar

Esasında üç savaş da gür sedasıyla gelir. Ama iktidardakiler bunu duy(a)maz. Niçin? Çünkü hâlâ, bilhassa Balkan Savaşları öncesi, büyük devletlere bel bağlanır. Balkanlar’daki siyasî yapının muhafaza edileceğine dair iyimserlik söz konusudur. Oysa artık dünya değişmektedir. Başkalarına göre tavır alma yerine doğru okumayla gerekli tedbirler alınmalıdır. Gelgelelim Osmanlı bunun uzağındadır. “Balkan Harbi’ni Niçin Kaybettik?”te ordunun hazırlıksız hâline atıf yer alır. Bunun birinci sebebi, yetişmiş askerin iç karışıklıkları çözmede kullanılmasıdır. Düzenli ordu, jandarmalık yapmaktadır. 31 Mart olayı, Adana faciaları, Arnavutluk ve Havran karışıklıkları, Malisör vakaları, Yemen isyanı ile güç tüketilmektedir. Mesela İtalya harp ilan ettiğinde, askerin bir kısmı Havran ve Kerek yöresinde, bir kısmı Yemen’dedir.

Aslında “Balkan Harbi niye çıktı?” sualinin cevabı Trablusgarp’tadır. “Balkan Harbi’ni Niçin Kaybettik?”, mevzuyu şöyle izah ediyor: “Bir devletin herhangi bir devlete harp ilanı, şüphesiz diğer devletlere karşı zaafını da beraberinde getirir. Bize bir zararı olmaz diye ilan ettiğimiz İtalya harbi, anlaşılmaz bir şekilde harp kaynaklarımızı kemiriyordu. Donanmamızın hiçliği, Libya ile her türlü ulaşımımızın kesilmesine sebebiyet vermişti. Ancak Mısır ve Tunus yoluyla ve büyük masrafları göze alarak Trablusgarp’ta savaşan kuvvetlerimize cephane, erzak gönderebildik. Trablus ve Bingazi’de toplanan mücahitlere pek çok ücret veriyorduk.”

Vakit kollayan Balkan devletleri açısından manzara ümit vericidir. Eski sahip sanıldığı kadar kuvvetli değildir. Kuracakları ittifak ile Osmanlı’yı yenmek çok kolaydır. Ama bunun için evvela aralarındaki bazı problemlerin halli gerekir. Baş aracı Rusya’dır. Bir de yanlış siyasetiyle ekmeklerine yağ süren İTC yönetimi…

Peki, bir araya nasıl gelinecektir? Herkesin “Büyük”lük ideali nasıl tatmin edilecektir? Mesela Makedonya… Bulgarlar, çoğunluktaki ırkdaşları; Sırplar, geçmişte orada hüküm süren krallıkları; Yunanlar ise tarihî vatanları gerekçesiyle göz koymuştur. Yine kilise ihtilafı başlı başına çatışma alanıdır. Rumlar, diğer unsurları dinî ayrıcalıkları sebebiyle ezmektedir. Birçok yerde aidiyet ihtilafı vardır. İlk adımı Osmanlı idaresi atar. 3 Temmuz 1910’da “Rumeli’de Kaim Münazaünfih Kilise ve Mektepler Hakkında Kânun” kabul edilir. Kiliseler Kanunu diye anılan yasaya göre tartışmalı yerlerdeki aidiyet, nüfus oranına göre belirlenecektir. Devlet kilise kavgasını çözüp Balkanlar’a huzuru getirmiştir! Ya da öyle sanmaktadır…

Balkan devletleri anlaşıyor

Kiliseler Kanunu dinî münakaşayı bitirince, Rus desteğiyle Balkan ittifakları hız kazanır. Osmanlı içte kısır siyasî kavgalarla, dışta Trablusgarp ile uğraşadursun, Rumeli elden kaymaktadır. Önce 13 Mart 1912’de Bulgarlar, Sırplarla anlaşır. 29 Mayıs’ta ise Bulgar-Yunan ittifakı kurulur. Ağustosta Karadağ, Bulgaristan ile sözleşir. 6 Ekim’de de Karadağ- Sırbistan antlaşması yapılır. Artık Balkan birliği sağlanmıştır. Avusturya ve Fransa, mayıs-haziranda Bâb-ı Âlî’yi, “Balkan hükümetlerinin ittifak antlaşması yaptığı, durumun zorluğu, İtalya ile acilen barış antlaşması yapılması gerektiği” minvalinde uyarır. Ama bu tür bir gelişmeye ihtimal verilmez. 15 Temmuz’da Meclis-i Mebusan kürsüsünde konuşan Hariciye Nazırı Asım Bey, bazı iddialara göre, “Balkanlar’dan imanım kadar eminim.” demiştir. Nazır garanti verince, Said Paşa hükümeti, Sırbistan’ın Fransa’dan aldığı topları Selanik üzerinden Belgrad’a götürmesine karşı çıkmaz. Oysa Avusturya-Macaristan aynı talebe daha önce menfî karşılık vermiştir. Her ne kadar Said Paşa hükümeti düşüp Ahmet Muhtar Paşa kabinesi kurulunca seferberlik ilanı sebebiyle sevkiyata engel olunsa da giden gitmiştir. Meselenin vahameti harp başlayıp toplar ordunun canını yakınca idrak edilir.

Öte yandan Nisan 1912’de Kuzey Arnavutluk’ta 2 yıllık ara sonrası tekrar isyan çıkar. Mayıs ve haziranda Yakova ve Priştine etkilenir. Ağustosta Üsküp işgal edilir, hapishanedeki mahkûmlar serbest bırakılır. Yakın yerlerdeki redif depoları (yedekte bekletilen askerlerin mühimmatının bulunduğu yerler) yağmalanır. Nihayetinde işin üstesinden genel afla gelinir. Araştırmacı yazar Yıldırım Ağanoğlu, “Balkanlar’ın Makûs Talihi: Göç” isimli kitabında olayı şöyle değerlendiriyor: “Jöntürklerin Balkanlar’ı elde tutabilmek için dini ikinci plana atıp Türkleştirme politikası uygulaması, Arnavut isyanının en önemli sebebidir. Bu durum, Türklerin Slavlara karşı üstünlüklerinde en önemli yardımcıları Arnavutları kaybetmelerine sebep olmuştur.”

Ortam bu derece gerginken 22 Temmuz’da iktidara gelen Gazi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti, 120 tabur talimli askeri terhis eder. İslam Ansiklopedisi’nin “Balkan Savaşı” maddesinde, Rusya’nın, Hariciye Nazırımız Gabriel Noradungiyan Efendi’ye harp olmayacağına dair teminat vermesiyle bu kararın alındığı belirtiliyor!

İlk kıvılcım

Bu arada, Said Paşa kabinesinin düşmesiyle iktidardan uzaklaşan İTC tekrar ipleri eline alma peşindedir. Stratejisini de mevcut idarenin başarısızlığı üzerine bina eder. Savaş çığırtkanlığı bu yüzdendir. Balkan ittifakına karşı harp istenmektedir. Hatta 21 Eylül’de Sultanahmet’te bir miting düzenlenir. İTC hatipleri halkın arasına karışıp “Harp isteriz!” sloganları attırır, kalabalığı galeyana getirir. Çaresiz hükümet 22 Eylül’de Rumeli’de kısmî seferberlik ilan eder. Fakat işin hakikatine vâkıf subaylar girilen çıkmazın farkındadır. Çünkü ekonomik durum bozuktur. Savaş masrafları yanında Arnavutluk, Suriye ve Yemen isyanları malî duruma zarar vermiştir. İç ve dış borçlar ile faizler yüzünden orduya araç gereç ve silah temin edilememiştir. Muharebe eğitimi yetersizdir. Ulaştırma imkânı kısıtlı, ikmal teşkilatı işlemez durumdadır. Harp stokları da problemlidir. Daha da vahimi, ordu içi birlik, beraberlik ve askerlik disiplini yoktur. Siyasî çekişmeler, askerî gruplara bölmüştür. Trakya’daki Doğu (1. Ordu) ve Makedonya’daki Batı Ordusu’nun (2. Ordu) gücü ancak kâğıt üzerindedir. Buna göre harbe 479 bin kişiyle iştiraki gereken Doğu Ordusu’nda 115 bin, 335 bin ile katılması beklenen Batı’da ise 175 bin kişi vardır. Balkan İttifakı’nın toplamı ise 480 bindir. Savaş başlayınca Doğu Ordusu kumandanlığına getirilecek Abdullah Paşa’ya göre muharebe çıkarsa mağlubiyetimiz kaçınılmazdır. Zaten tablo da buna işaret etmektedir…

22 Eylül’deki kısmî seferberliğe Balkan güçleri eylül sonunda genel seferberlikle cevap verir. Devlet-i Âliye de 1 Ekim’de genele geçer. Artık ilk kıvılcım beklenmektedir.

Fitili 8 Ekim’de Karadağ ateşler. Osmanlı’ya harp ilanı ile İşkodra üzerine yürür. Takip eden günlerde Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan harekete geçer. Hâlihazırda Trablusgarp’ta İtalyanlarla mücadele eden Bâb-ı Âlî, aceleyle Uşi Antlaşması’nı imzalar. Öte yandan hızla ilerleyen Bulgarları durdurmak için Kırklareli-Edirne-Yenice hattında savunma kararı alınır. Ancak Başkomutan Vekili Nâzım Paşa itiraz edip hücum ister. 22 Ekim’de, Süloğlu ve Yoğuntaş bölgesinde iki ordu karşılaşır. Ertesi gün öğlene kadar süren mücadeleden Bulgarlar çekilmeye hazırlanırken, Osmanlı rakibinden hızlı davranır! Böylece ordu Kırklareli-Edirne-Yenice hattına, burada tutunamayınca da Pınarhisar-Lüleburgaz istikametine çekilir. Kırklareli de Bulgarların eline geçer.

Rumeli elden gidiyor

Aynı günlerde Batı Ordusu, Sırplarla uğraşmaktadır. Kumanova’da karşılaşılan ilk gün, Osmanlı ordusu düşmanına ağır kayıplar verdirir. Mevzilerini de korur. 23-24 Ekim’de ise yerli askerin dağılması, ordudaki gayrimüslimlerin moral bozucu propagandası ve savunma hattındaki gedikler savaşın kaybedilmesine yol açar. Bulgarlar 6 Kasım’da Tekirdağ’ı alınca Edirne ile Batı Ordusu arasındaki irtibat kopar. Felaketler birbiri ardına gelmektedir. 27 Ekim’de Üsküp’ün teslim olması sonrası 9 Kasım’da Selanik Yunanların eline geçer. Rumeli birer birer elden çıkarken, 23 Ocak 1913’te İstanbul’da İTC üyesi Enver Bey ve arkadaşları Bâb-ı Âlî’yi basar. Harbiye Nazırı Nazım Paşa, cemiyet fedaisi Yakup Cemil’in kurşunuyla alnından vurulur ve ölür. Yaşlı sadrazam Kamil Paşa’dan istifa mektubu alınır. Ve İTC tekrar iktidara gelir. Kabineyi Mahmud Şevket Paşa kurar. Yeni hükümet 16 Aralık’ta başlayan Londra Barış görüşmelerinin kararlarını da kabul etmez. Savaş sürdürülür ancak 8 Şubat’taki Şarköy çıkarmasındaki başarısızlık, 6 Mart’ta Yanya’nın, 26 Mart’ta Edirne’nin düşüşü, idealist iktidarı 30 Mayıs itibarıyla masaya oturtur. Bütün Rumeli, hatta Edirne bile kaybedilmiştir. Ümitler tam sönmek üzereyken birinci savaşın paylaşımından hiç memnun olmayan Bulgaristan, eski müttefiklerine saldırır. Osmanlı ordusu da fırsattan istifade Edirne ve Kırklareli’yi kurtarır. Görünüşte harp bitmiştir. Ancak koca Rumeli de elden çıkmıştır. Üstelik Avrupalıların ve Balkanlıların bile beklemediği kadar kısa sürede… Öyle ki harbin başında sınır değişikliklerini tanımayacağını belirten devletler, Türkleri Avrupa’dan atma fırsatının doğduğunu görünce seslerini çıkarmamıştır…

Balkan Harpleri’nin Seyri

I. Balkan Savaşı:

  • 23 Temmuz 1908: II. Meşrutiyet’in ilanı. “Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Avusturya- Macaristan Bosna- Hersek’i işgal etti. Girit, Yunanistan’a katılma kararı aldı.
  • 13 Nisan 1909 (31 Mart Vakası): İstanbul’daki Avcı Taburları ayaklandı. Hareket Ordusu Selanik’ten geldi. 27 Nisan’da II. Abdülhamid haledildi. V. Mehmet Reşad padişah…
  • 3 Temmuz 1910: “Kiliseler Kanunu” kabul edildi. Balkanlar’daki tartışmalı kilise ve mektepler, nüfus hesabına göre aidiyet kazanacak. Yasa Balkan İttifakı’nın yolunu açtı.
  • Eylül 1911: İtalya, Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal etti.
  • 13 Mart 1912: Bulgaristan- Sırbistan ittifak antlaşması. 29 Mayıs’ta Bulgar-Yunan, Ağustos’ta sözlü Karadağ- Bulgaristan ve 6 Ekim’de Karadağ- Sırbistan anlaşması yapıldı.
  • 21 Eylül 1912: Sultanahmed Meydanı’nda İttihat ve Terakkicilerin de iştirakiyle miting. Kalabalık “Harp isteriz!”, “Yaşasın harp, kahrolsun hainler!” sloganları attı.
  • 22 Eylül 1912: Ahmet Muhtar Paşa hükümeti Rumeli’de kısmî seferberlik ilan etti. Ardından Bulgar ve Yunan orduları…
  • 8 Ekim 1912: Karadağ Osmanlı’ya savaş ilan edip İşkodra’ya ilerledi.
  • 16 Ekim 1912: Bulgaristan ve Sırbistan’a harp ilanı. 18 Ekim’de de Yunanistan’a.
  • 18 Ekim 1912: İtalya ile Trablusgarp Harbi’ni bitiren Uşi Antlaşması. Aynı gün Bulgarlar 1’inci, 2’nci ve 3’üncü orduları ile taarruza geçti.
  • 21 Ekim 1912: Osmanlı Doğu Ordusu, Bulgarlara karşı, Kırklareli-Edirne-Yenice hattını savunacak. Başkomutan Vekili Nâzım Paşa itiraz edip hücum istiyor. Bir gün sonra, Süloğlu ve Yoğuntaş bölgesinde savaş. 23 Ekim öğleye kadar sürdü. Bulgarlar çekilmeye hazırlanırken, Kırklareli-Edirne-Yenice hattına çekilme kararı alındı. Olmayınca, Pınarhisar-Lüleburgaz’a çekilindi. Kırklareli Bulgarlara bırakıldı.
  • 22 Ekim 1912: Sırp ordusu Kosova’da. Bulgar ordusu, Edirne’yi muhasaraya aldı.
  • -23- 24 Ekim 1912: Sırplar Kumanova’da Osmanlı ordusunu yendi.
  • 27 Ekim 1912: Üsküp ahalisi teslim… Bitkin Garp Ordusu’nun merkezle bağı koptu.
  • 9 Kasım 1912: 400 küsur yıllık Osmanlı şehri Selanik Yunanların elinde…
  • 29 Kasım 1912: Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti.
  • 16 Aralık 1912: Londra Barış Konferansı. Teklifler sınır Midye- Enez hattı. Ege adalarının akıbeti büyük devletlerin elinde…
  • 23 Ocak 1913: İttihatçılar Bâb-ı Âlî’yi bastı. Harbiye Nazırı Nazım Paşa öldürüldü. Sadrazam Kamil Paşa istifa ettirildi. Mahmut Şevket Paşa sadrazam. Barış şartları reddedildi.
  • 3 Şubat 1913: Bulgarlar tekrar muharebede… İki Sırp tümeni ile güçlenen ordu Edirne kalesine hücum etti.
  • 8 Şubat 1913: Çatalca’da savunmadaki Bulgarları imha ve Edirne yönünde ilerleme amacıyla Bolayır’dan taarruza geçildi. Şarköy kıyılarına kolordu çıkarıldı ama başarı yok.
  • 6 Mart 1913: Yanya uzun süre direndi, sonunda Yunanlara teslim oldu.
  • 26 Mart 1913: Edirne Müdafii Şükrü Paşa, 155 günlük direnişine ve bir huruç harekatıyla düşmana ağır kayıp verdirmesine rağmen, merkezden destek alamadı. Şehir teslim…
  • 30 Mayıs 1913: M. Şevket Paşa hükümeti, Londra Konferansı kararlarını kabul etti.

 

II. Balkan Savaşı:

 

  • 29 Haziran 1913: Harpte kazandığı yerleri barış masasında kaybeden Bulgaristan eski müttefiki Sırp ve Yunanlara karşı taarruza geçti.
  • 5 Temmuz 1913: Yunan ordusu Bulgarlara savaş açtı, Bulgar ilerleyişini durdurdu.
  • 10 Temmuz 1913: Romanya, Bulgar Dobruca’sı yüzünden Bulgaristan’a saldırdı. Sofya’ya ilerliyor. Bulgarlar savunma için Çatalca’daki birliklerin büyük kısmını çekti.
  • 12 Temmuz 1913: Osmanlı ordusu fırsattan istifade harekete geçti. Osmanlı, Yunan, Sırp ve Rumen hücumuna direnemeyen Bulgaristan barış istedi ama reddedildi.
  • 21 Temmuz 1913: Kırklareli geri alındı. Bir gün sonra da Edirne…
  • 10 Ağustos 1913: Bükreş Antlaşması ile savaş sona erdi.
  • 29 Eylül 1913: İstanbul Antlaşması. Kırklareli, Edirne ve Dimetoka Osmanlı’da. Meriç Nehri Türk- Bulgar sınırı…
  • 14 Kasım 1913: Atina Antlaşması. Girit ve Meriç’in batısı Yunanlarda. Ege adalarının akıbeti büyük devletlerin inisiyatifinde…

Balkanlar neresidir?

İslam Ansiklopedisi “Balkanlar” maddesine göre bölge ismini batıdan doğuya uzanan ve Bulgaristan’ı ikiye bölen dağ silsilesinden alıyor. Yarımadanın doğu, güney ve batı sınırına dair görüş birliği var. Ancak kuzey tartışmalı. Kimi coğrafyacılar hududu Tuna ve Drava nehirleri kabul ediyor. Ama Karpat Dağları’nın doğusundan geçirenler de var. Bu iki sınırlamaya göre yarımada 1 milyon kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip. Balkan ülkelerine gelince: Arnavutluk, Bosna- Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Romanya, Sırbistan, Türkiye/ Trakya, Yunanistan…

İstihbarat uyarmış, İstanbul uyumuş…  

1912- 13 Harbi Osmanlı için sürpriz bir gelişme miydi? Devrin iktidarları açısından belki ama bürokratları için değil! Çünkü daha savaş başlamadan çok önce Balkanlar’ı yakından takip eden sefaretler ve emniyet teşkilatı İstanbul’u gelişmelerden haberdar ediyor. Ancak dönemin hükümetleri bilgileri değerlendirmiyor. Çünkü Büyük devletlerin Balkanlar’da sınır değişimine izin vermeyeceğine inanıyor. Tedbirsizliğin cezası da harp başlayınca fazlasıyla çekiliyor…

Savaşın 100’üncü yılı vesilesiyle Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı bir kitap hazırlıyor. 2013’te tamamlanıp yayımlanması planlanan “Osmanlı Belgelerinde Balkan Savaşları” isimli eser dikkat çekici vesikalara sahip…

Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti 8 Ağustos 1910 tarihli yazısıyla Dâhiliye Nezareti’ni uyarıyor: “Bulgar çeteleri Bulgaristan hükümetinin bilgisi ve maddî yardımı dâhilinde Makedonya’da Ağustos’ta karışıklık çıkaracak…” Kaynak Bulgaristan’daki emniyet istihbarat memuru. Buna göre 30-40 kişilik çeteler oluşturulmuş. Bunların bir kısmı sınırı aşmış. Çeteleri Bulgar Harbiye Nezareti silahlandırmış. Bu iş için 40 bin frank harcanmış.

9 Mart 1911 tarihli raporun konusu ise, “Makedonya’da ihtilal çıkarma maksadı taşıyan ve Sofya’da toplanan kongrede alınan kararlar”. Manastır Valisi Mehmed Reşid göndermiş. İşte kararlardan birkaçı: Komiteler daha yoğun çalışacak. Rum ve Bulgarlar eskisi gibi birbirine saldırmayacak! Mezhep ayrımı yapılmaksızın her komite himaye ve birbirine yardım edecek. Ve harp başlamadan 1,5 yıl önce muhtemel Bulgar, Yunan saldırısı İstanbul’a bildiriliyor; Yunan ve Bulgar hükümetleri Osmanlı ülkesindeki komitelerin teşkilat ve tertiplerine yardım ettikten sonra muharebe açılacak. Yunan ordusu adalardan, Bulgarlar sınırdan Osmanlı’ya saldıracak!

Bulgaristan hududa yakın köylere silah, cephane yığıyor. Harbiye Nezareti’ne bildirilme tarihi 8 Eylül 1911! Kumanova, Koçana, Osmaniye, Cuma-i Bâlâ kasabalarına taarruz bekleniyor. Malumat Palanka ve Osmaniye kaymakamlarından. Üstelik istihbarat Siroz Mutasarrıflığı ve Selanik Vilayeti’nden alınan haberlerle örtüşüyor…

Yunanistan’ın sınıra asker yığdığı, İtalya’nın Karadağ üzerinden Arnavutluk’a silah gönderdiği istihbaratı ise 7 Ekim 1911’de geçilmiş, Harbiye Nezareti’ne…

1912’nin başında Balkan istihbaratları hedefi 12’den vurmuş… Kosova Vilayeti 23 Ocak’ta bakın nelere dikkat çekiyor, “… Artık Avusturya, Rusya, Bulgaristan gizli anlaşması neticesi Balkanlar’da Sırp, Yunan, Karadağ hükümet ve milletlerinin ihtilal hareketine başlayacağı gün geldi. Arnavut ve Hıristiyanlar da bu isyana katılacak. Hükümetin Müslüman Arnavutları memnun ve elde edememesi söz konusu millet komiteleri isyana iştirak edeceklerine dair ümitlendiriyor. Bu konuda Avusturya hükümeti de ‘fedakârca’ çalışıyor…”

Avusturya katkısı bununla sınırlı değil. 24 Ocak 1912’de Sofya Sefiri Mehmed Nabi ve Bükreş Sefiri Safa’dan gelen malumata göre Viyana, Romanya’nın Bulgaristan aleyhine harekette bulunmamasına uğraşıyor.

Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa’nın imzaladığı 1 Şubat 1912 tarihli vesikada da, Arnavutluk ve Makedonya’da baharda karışıklık çıkma ihtimali bulunduğu, Karadağ’ın Malisörları (Arnavutların bir kolu) isyana teşvike devam ettiği, Bulgarların askerî hazırlıkları artırdığının haber alınması sebebiyle Rumeli’de çıkacak olaylara karşı asker sayısı, silah ve mühimmat eksiklerinin giderilmesi, hazırlıklı olunması istenmekte…

Amaç Müslüman Türk’süz Balkanlar  

Rumeli’deki Evlad-ı Fatihan’ın kaderi göç üzerine çizilmiş dense yeridir. Yüzyıllar önce Anadolu’dan bu topraklara gelmişken, asırlar sonra ama bu defa zulüm ve işkence altında geri çekilmişler. II. Viyana bozgunu ardından gelen her yenilgide Anadolu’ya yaklaşmışlar. 19’uncu yüzyıl itibarıyla bu süreç hız kazandı. Öyle ki dönemler arası kıyaslama yapmaya kalkılsa iyi- kötüden ziyade az kötü-çok kötü gibi bir karşılaştırma ile işin içinden çıkılabilir. Çünkü her göç dalgası birbirinden beter acı ve zulümle gelmiştir. Ama bunlar içinde Balkan Muhacereti tam ifadesiyle “vatan kaybetmenin” adıdır. Öncekilerde mesela 93 Harbi’nde (1877- 78 Osmanlı- Rus Savaşı) öyle veya böyle muhacirler için Rumeli diye bir yurt söz konusudur. Fakat Balkan yenilgisi ile artık böyle bir imkân kalmamıştır. Ata toprağı tamamıyla düşmana geçmiştir.

1911’de Osmanlı Rumeli’sindeki Müslüman nüfus 2 milyon 315 bin 293’dür. Harp sonrası farklı senelerde yapılmış Yunan, Bulgar ve Yugoslavya kaynaklarında, bu ülkelerce Balkan Savaşı ile alınan topraklardaki Müslüman nüfus 870 bin 114’tür. Katledilenler 632 bin 408’dir. Anadolu’ya geçen muhacirlerse 812 bin 771’dir. Yine gelenler sadece Türklerden ibaret değildir. Arnavutlar, Boşnaklar hatta Çingeneler de vardır. Türkler çoğunlukla İzmir, Adana, Karesi ve geri alınmasından sonra Edirne’ye yerleştirilmiştir. Sert mizaçlı Arnavutlar için bazı yerler, İzmir ve İstanbul yasaklanmış, Boşnaklara ise daha rahat davranılmıştır. Her ne kadar 1 milyonun üzerinde insanın hâlâ Balkanlar’da bulunması bir gösterge ise de onlar tâbi oldukları Osmanlı toprağında değil, başkalarının mülkünde yaşamaktadırlar artık.

Göçmenlere uygulanan zulüm, sadece mazlumların anlatımı şeklinde kalmayıp harbi takip eden Avrupalı gazetecilerin hatta tecavüzleri gerçekleştiren Rumların, Bulgarların, Sırpların anlatımıyla da kayıt altındadır. Mesela araştırmacı Yıldırım Ağanoğlu “Balkanlar’ın Makûs Talihi: Göç” isimli kitabında Yanyalı bir Rum eczacının anlattıklarına yer verir. Adam bilhassa Türk kızlarına yaptığı tecavüzleri ve saldırıları, onları nasıl kandırdığını, hamile bir kadının çocuğunu nasıl düşürdüğünü ve öldürdüğünü açık ve net ifade eder. Ötesinde bundan utanarak değil sitayişle bahseder. “Üç ihtiyar kadını boğazladım. Şimdi en müstesna 9 metrese sahibim. Biri yüzbaşı hanımıydı ve hamileydi. Çırılçıplak soyunmak ve oynamak istemediği için tekmeledim, çocuğunu düşürdü. Bu uğursuz Türk yavrusunu yumurta kırar gibi ezdim…” Bulgarların, Sırpların ve Karadağlıların ele geçirdikleri yerde uyguladığı zulüm bundan geri değildir. Mesela Sırplar Üsküp’te 2000, Prizren’de 5000 Arnavut’u toptan katletmiştir. Bir Sırp subay, o gün gazeteci sıfatıyla harbi izleyen sonranın komünist önderi Troçki’ye şunları söyler: “Zulümlerin sorumluluğu sadece çok ufak bir derecede düzenli kuvvetlere aittir. Komitacılar düşünebileceğinizden daha kötüydü. İçlerinde entelektüeller, fikir adamları, ateşli milliyetçiler vardı. Orduyla birlikte oldukları müddetçe her şey yolunda gidiyordu. Ama ordu ilerleyip onlar geride silahları almak için kalınca denetleyebilecek kimse yoktu.” Muhacirlerin maruz kaldığı sıkıntılar o dönemin basınına da fazlasıyla yansımıştır. Dr. Nesîme Ceyhan o dönem gazetelere yansıyan ve Ömer Seyfeddin, Memduh Şevket, Aka Gündüz gibi yazarların kaleme aldığı metinleri “Balkan Savaşı Hikâyeleri” isimli kitabında toplamıştır.

Savaş bitip Edirne geri alınınca Dâhiliye Nazırı Talat Paşa harp evresinde ihaneti görülen unsurları memleket dışına çıkarma siyaseti güder. Bu kapsamda Bulgarlarla Türkler mübadele edilir. Altı Türk, dokuz Bulgar’dan müteşekkil komisyon 2–15 Kasım 1913’te Edirne’de toplanır. Sınırın iki tarafındaki 15 kilometrelik bölge mukimleri değiştirilir. Sonuçta Bulgaristan’a 46 bin 764 Bulgar, Türkiye’ye de 48 bin 570 Müslüman gelir. Benzer adım Trakya’daki Rumlar için de atılır. Tevfik Bıyıklıoğlu’nun verdiği bilgiye göre 1 Temmuz 1914’teki antlaşmadan evvel Yunan Makedonya’sından 240 bin Türk gelmiştir. Giden sayısı ise 80 bindir. Osmanlı Trakya’daki Rum muhacirden fakirlerin nakil ücretini de karşılamıştır.

“Allah’ı unuttuğumuzdan bu cezayı görüyoruz!”

Fransız Georges Remond, Balkan Harbi’ni takip eden onlarca Avrupalı gazeteciden biri. Türkçeye “Mağluplarla Beraber” adıyla çevrilen kitabında neredeyse gün gün savaşın seyrini, tanıklık ettiği vakaları ve karşılaştığı askerlerden dikkatini çekenleri anlatıyor. Çatalca Savaşları sırasında karşılaştığı ihtiyar Karadenizli gönüllü gibi… 19 Kasım 1912 sabahı denk geldiği gönüllüyle sohbetinde merakını celbeden, ihtiyarın memleketine dönme isteği. Sebebini sorunca şu karşılığı alıyor: “Burada İslam toprağını korumak için savaşmaya geldim. Fakat bugün niçin kan döküldüğünü kimse bilmiyor. Gençliğimde muharebeden önce kurban kesilir, imam dua ederdi. Şimdi ne kurban kesiliyor, ne de dua ediliyor. Komita ve hürriyet için savaşıyormuşuz. Ben bunları görmedim. Ne padişah var, ne de halife var! Allah’ı unuttuğumuzdan bu cezayı görüyoruz. Yoksa Bulgarlar bizi mağlup etmedi.”

Meslektaş ve ırkdaşı Remond gibi savaşı izleyen Henry Nivet’in Türkçeye tercüme edilen eserinin başlığı ise “Balkan Haçlı Seferinde Avrupa Siyaseti ve Türklerin Felaketi”. Nivet, bilhassa Türklerin karşılaştığı mezalim üzerinde duruyor, “Hıristiyan ordularının ve özellikle Bulgar ordusunun harekâtı, uygarlığın tahribi gibi görünüyor… İstilacı, insan boğazlayan, kadınlarla kızların namuslarını kirleten kan dökücü çapulcuların önünde, Trakya’nın Türk köylüleri İstanbul’a doğru kaçtı. Çok tiksindirici ve laneti hak eden bu durum bugün itiraz edilemeyecek bir hakikattir.”

Savaşa ilişkin bir başka gazeteci hatıratı ise İngiliz Ellis Ashmead-Bartlett’e ait, “Türklerin Rumeli’ye Vedası”dır. Ancak İngiliz muhabiri, diğerlerine nazaran daha subjektif değerlendirmelere yer vermiştir kitabında.

 

SEDAT GÜLMEZ

Reklamlar